Engin Sezen

Kudret-i Hakk’a nazar kıl, revnak-ı ezhare bak;

Hab-ı gafletten uyanıp ziynet-i eşcare bak…” Sultan Bayezid

Kâinata, eşyaya, insana, hadiselere… deruni, daimi ve külli bir tefekkürle bakınca, sır perdeleri aralanıyor birer birer; eşya ve hadiseler yavaş yavaş hakiki mahfiline doğru kayıyor; olan bitenin asıl mahiyeti, manevi bir makuliyetle arz-ı endam ediyor gözlerimizin önünde…  

Nice güzelliklerin çirkinliklerle; nefretin sevgiyle, şerrin hayırla, yokluğun varlıkla, zulmetin nurla, kaousun ahenkle sarmaş dolaş olduğu… zıtlıkların bağrında her dem insana tebessüm eden bir rahmet ve şefkat cilvesi bize ne anlatıyor: La faile illallah… La şahide illallah…Yapan da O, eden de, eyleyen de O…

C.G.Jung: Bütün kaosun içinde bir kozmos, bütün düzensizliğin içinde gizliden bir düzen vardır” derken haklı!.. İnsan, bir adım ötesine geçip de keşmekeşin ardındaki işte bu nizamı idrak edebilecek bir dimağla, fikredecek bir akılla, hissedecek bir vicdanla ve seyredecek gözlerle mücehhez…

Her an şahit olduğumuz irili ufaklı adaletsizlikler, vefasızlıklar, dünyanın her bir köşesinden yükselen ah u efganlar, gözyaşları, zulümler, hukuksuzluklar… ve diğer yandan, bütün bunların rağmına, ancak şuurlu bir tefekkür çilesiyle ve arifane bir tavırla duyabileceğimiz  hayatımızdaki fevkaladeliklerin; gözlerimizin önünde ardı ardına tecelli edip duran harikuladeliklerin, günlük alelade vakalarda başımıza gelenlerin… işte bize zahirde bir tezat, bir kaos gibi görünen bütün bu şeylerin özünde mündemiç, çoğu kez hikmetini idrakten acze düştüğümüz o İlahi ahenk, bize O’nun hakkında, hayat hakkında, kendimiz hakkında neler söylüyor!

Bir ömür boyu, her dem, her an, her hal ve karda peşinde olacağımız soru şu: Hikmeti ne?

Hikmet arayışı, pasif bir teslimiyeti, teslimiyetçiliği, kör bir kaderiyeciliği değil; bilakis daimi bir teyakkuz ve bilinç halini, aktif bir tefekkürü, bir anlama gayretini ifade ediyor benim için… Daimi bir arayışı, sorgulayışı… Devr-i daimler içinde süregiden her bir dünyevi hal karşısındaki takınacağımız tavrın, aktif bir hikmet arayışı olduğunu düşünüyorum.

Bize sıradan gibi görünen bir tabiat olayında bile; mesela şimdi sabahın şu seher vaktinde kar tanelerinin sokak lambasının etrafında esrik bir Mevlevi dervişi gibi raks etmesinde, yine başımıza gelen herhangi bir günlük vakada, tecrübe ettiğimiz hayırda ve şerde… bizim için hüküm-ferma olan o hikmet, o ders-i ibret nedir?

Kuşatıldığımız eşyanın kesafetinden bir nebze sırılıp da sırlı hikmet perdelerini aralayabilmek, başa gelenleri daha bir derince, esas mahiyetine daha bir uygunca idrak edebilmek, zihnen, ruhen düçar olduğumuz meskenetten, gaflet uykusundan gözlerimizi aralayabilmek tefekkürle kabil!… Daimi bir tefekkürle, düşünmeye, duymaya, hayale daha fazla zaman ayırmakla; insaniyetimizi daha fazla idrakle…

Daimi tefekkür, muhakkak bir temrin meselesi… Sabır, istikrar, devamiyet, temadiyet gerektiriyor. Takılmamayı, odaklanmayı gerektiriyor. Hadiseleri okumak, kavramak, esrarına ve künhüne vakıf olmak, nüfuz-i nazar sahibi olmak… aktif ve zinde bir zihni ameliye gerektiriyor.

Ben, hayatın nihai anlamının sadece O’nu anlamaya çalışmakta olduğuna inananlardanım. Eşyanın perde arkasındaki saklı duran sırlı hikmet düğümlerinin, her dem hayret dolu bir istifhamla, O’nu idrake ve fehme gayret etmekle çözülebileceğini düşünüyorum.

Kaybolup gittiğimiz kasavet vadilerinden, tevhit pusulasıyla, O’nun bizi bir an bile yalnız bırakmayan inayetiyle, düze çıkabileceğimizi; o pusulayı ve inayeti de yine daimi bir tefekkür ile elde edebileceğimizi düşünüyorum.  Zihnimizdeki, ruhumuzdaki boşlukların tefekkür gayretleriyle kaynayıp duran hikmet pınarından sızacak ab-ı hayat ile doldurulabileceğine inanıyorum.

Bu sabah da Niyazi Dede ile bitirelim:

Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhan ondadır

Her ne işitse kulağın, mağz-ı Kuran ondadır.”