Engin Sezen, The Circle

Kanada ile ilgili hakim kanaatlerden biri de,  ülkenin sıkıcı mı sıkıcı bir tarihe sahip   olduğudur. Yeni Dünya’nın tarihi, Eski Dünya’nın tarih anlayışına göre, gerçekten de renksiz ve heyecansızdır.

Kanada mazisinde, Avrupa ve Asya’daki  yüzyıllık savaşları, işgalleri, ihtilalleri, anlaşmaları, müheykel ve muzaffer kahramanları, asır-dide mimariyi göremeyiz.  Çağlar açılıp kapanmamıştır. Ülke tarihini; yerlilerin yaşadığı ilk dönemler, Avrupalı kaşif tüccarların gelişi,  Fransız – İngiliz hakimiyet mücadeleleri ve  federasyon gibi kabaca bir kaç ana başlıkta tasnif etmek mümkündür.

Kanada’da öne çıkan tarih değil, coğrafyadır. Yazılı tarihi, neredeyse coğrafi keşiflerle (15.yy) başlayan Yeni Kıta’nın bu genç ülkesinin mazisi; zaferler ve fetihler’den ziyade, keşfedilen yeni adalar, göller, dağlar ile doludur. Burada tarih, coğrafyanın zaptından ibarettir, uçsuz bucaksız coğrafyaya karşı verilen mücadeledir. Toplumsal olaylardan ziyade, birey’in, coğrafyanın ve tabiatın tarihidir sözkonusu olan; insanın mekanla olan uyum mücadelesinin, onu ehlileştirmesinin serencamesidir.

Kanada devrimsiz, milli mücadelesiz, fütuhatsız, kahramansız bir ülke…! Belki de kafasının selameti, dinçliği burdan geliyor.

Milli bir aidiyet arayan insanlar topluluğu. Kendini arayan, anlamaya ve keşfe çalışan, kişilik ve kimlik çatışmaları içinde bir ergen adeta…

Kanuklar ( Kanadalıların kendilerine taktıkları isim) dünyanın en kısa şekilde özetleniverecek tarihlerinden birine sahip olduklarını inkar etmiyorlar nitekim. Belki de kendilerini, geçmişi değil, geleceği olan bir ülkenin vatandaşları olarak gördüklerinden…Televizyolarında, yarım yamalak tarih bilgileriyle sabah akşam tarih esnaflığı yapan sözümona aydınları yok!

Ortadoğulu ülkelerin okullarında okutulan Milli Tarih  dersleri yok. Çünkü, aynı tarihi vakalar, Fransız ve İngiliz kaynaklarında farklı ele alınmakta. Ortak ve yansız bir Kanada tarihi için  bir mutabakat sağlayabilmek kolay görünmüyor.

İngilizler ve Fransızlar Kanada’nın kurucu milletleri…Bunu her yerde görüyorsunuz. Devlet her yıl binlerce göçmen ve mülteci alsa da, nüfus yönetimi politikalarıyla, ülkenin bu iki kurucu milletinin kültürel, siyasi ve etnik varlığını baskın tutmayı biliyor.

Bugün de kah açıktan kah daha örtülü ezeli bir sürtüşme süregidiyor bu iki milletin arasında. Ülke tarihiyle ilgili, İngilizlerin ak dediğine, Fransızlar  kara diyebiliyor. Okullarda, Hangi Tarihin okutulacağı meselesi en tartışmalı konulardan biri. Gerek geçmişte, gerek bugün varlığını her daim hissettiren bu müzmin ikilem, tek bir resmi tarih anlayışını da zorluyor ülke genelinde.

Okullarda okutulan, milli bir tarihten ziyade, eyaletlerin mahalli tarihleri.  Eyaletler arasındaki uzak mesafeler, kültürel ve etnik farklılıklar, bir tarihi irtibatsızlığı, kopukluğu beraberinde getiriyor. Mesela daha çok Ontario ve Quebec eylatlerinin geçmişlerine odaklanan Kanada tarihi, Manitoba, Alberta,  British Columbia eyaletlerinde yaşayanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir. Öğrencilerin, bunun kendi tarihleri olduğuna inanmaları zor.

Bırakınız tarihi, günümüzde bile, pek çok Kanada metropolü arasında birleştirici toplumsal bağlar bulabilmek neredeyse imkansız. Sorunlar farklı, ilgiler ve tecrübeler farklı. Sözgelimi  Vancover’in  Ottawa’dan çok Washington’a bağlı olduğunu siyasi olarak söyleyemesek bile, kültürel ve coğrafya bakımından iddia edebiliriz.

 BİR TARİH ARIYORUM

Her yıl, yüzbinlerce göçmen alan bu genç ülke, uçsuz bucaksız coğrafyasında müşterek bir tarihe sahip olmadan, vatandaşlarını nasıl, hangi degerlerle,  enstrümanlarla bir arada tutabilecek!

Müfredatları hazırlayan bürokratların düzenledikleri ideolijik bir tarih ne kadar hüsn-i kabul görecek!

Kimilerince, bu kadar farklı ve bazen  birbirine zıt ve hatta düşman etnik grupları, sadece ortak bir tarih anlayışının ve bilincinin bir arada tutabileceği ileri sürülüyor.

“Tarih”  Kanadalı’ların kendi kimliklerini inşa etme sürecinde, önemi bir  unsur. Tarihin toplumsal bir tutkal olma işlevi, toplum inşa etme gücü, rehberlik edici, ilham verici, biçimlendiri özellikleri Kanadalı aydının da dikkatini, ilgisini çekiyor.

Herşeyini  ülkelerinde bırakıp,  tarihsiz olarak ( yeniden doğmuşcasına) Kanada’ya gelenlere,  Kanada değerlerinin, tarihinin nasıl öğretebileceği  büyük bir soru, önemli bir mesele olarak görülüyor. Bu konuda gerek muhafazakar, gerekse liberal anlayıştan kimselerce sürekli kitaplar yazılıyor.

Kanadalı’lar diğer milletlerden farklı olarak tarihi, bir miras olarak almadılar; tarih onların eline yapılmak için verildi.  Bugün Kanada’nın tarihi, özellikle çağdaş yazarlarının, düşünürlerinin, sanatçılarının  elinde biçimleniyor, yeniden üretiliyor. Güncel olayları kayda geçirirken çeşitli benzetme, istiareler kullanarak Kanadalılığı somutlaştırıyorlar. Sıradan olayları, kişileri nazara vererek milli kahramanlar üretmeye çalışıyorlar. Geçmiş ve gelecek ile bağlar kurup milli bir kimlik dokuyorlar. Bu minvalde ,Kanadalilar, iyi bir tarih yazıcı millet olarak nitelenebilir.

SERÜVEN BAŞLIYOR

Milattan milyonlarca yıl önce, dinazorların cirit attığı bir yerdi Kuzey Amerika. Kanada’nın pek çok bölgesinde, özellikle de Bristish Columbia ve Alberta eyaletlerinde dinozor fosilleri bugün müzelerde sergileniyor.

Asker emeklisi dostum Rob O’Gorman ile Başkent’teki Milli Medeniyet Müzesi’ni gezerken, kendisinin dinozor fosilerinden milli bir değer olarak, nasıl gururla söz ettiğini unutamam. Benim o zamanlar Kanadalı olmak acaba nasıl bir şey diye daha ciddi düşündüğüm dönemlerde bu gözlem çok değerliydi. Bu devasa coğrafyaya, bu denli muazzam yaratıklardan, dinazorlardan daha çok yakışan başka bir tarihsel figür de olamazdı doğrusu!

Kanada’da, binlerce yıldır, onlarca  yerli kabile ( Inuit, Metis, Eskimos…)  yaşıyor.  Beyaz Adam yokken, yerliler vardı bu topraklarda.  Rivayet bu ya, Kanada yerlileri aslen Asyalıymış ve karibu, geyik, bison falan avlarken, Sibirya’dan Bering boğazı kanalıyla, önce Alaska’ya, sonra da bütün Kuzey Amerika kıtasına yayılıvermişler. Bilinmeyen Ülke yazarı Bruce Hutchison, Kanada’nın bu bu ilk sakinlerini ormanlarda yaşayan odun yontucuları olarak tanımlar.

Tarih, kıtanın bu ilk sahiplerinin kendi aralarındaki herhangi bir huzursuzluğundan  söz etmiyor. Farklı dil, din, kültürleri olan yerlilerin, barış, huzur ve düzen içinde yaşadıkları biliniyor.

Milli Medeniyet müzesinde sergilenen  sanat eserlerinden de, yerlilerin yaşadıkları dönemde kayda değer bir medeniyet ortaya çıkardıkları anlaşılıyor. Gündelik yaşamlarında kullandıkları çok basit eşyaları bile, birer sanat formunda, estetikle imal etmişler.

Yazılı kaynak eksikliğinden olsa gerek, Kanada tarihinden söz edilirken , yerlilerin bu  ilk dönemleri üzerinde pek durulmaz. Kronoloji,  Beyaz Adam’ın kıtaya attığı adımla başlatılır adeta. İlk Halklar (First Nations) ile İlk Avrupalı ( First Contact) arasındaki tarih, görmezden geliniyor.

Avrupalıların Kanada sahilleriyle bilinen ilk teması, Vikingli denizcilerle 1000’li yıllarda başlıyor. Bu ilk adımdan sonra yaklaşık dört asır, Avrupalılar, bu karlarla kaplı , dünyanın çatısındaki   ülkeye pek iltifat etmemişler.

Fransızlar, Çin için kestirme yollar, farklı altın kaynakları ararken yolları Kanada’dan geçmiş. Coğrafi keşiflerle ticaretin artması, yeni ülkelerin, zenginliklerin , insan gücünün , pazarların keşfi ile Kanada,  her geçen gün Avrupa’nın ilgi odağı olmuş.

İlkin, doğu Kanada’nın Newfoundland ve Nova Scotia sahillerine 1500’lü yıllarda, Ingiliz  ve Fransızlar gelmişler. İki millet arasındaki çekişmeler, rekabetler ve Kanada’da kurmak istedikleri hakimiyet mücadeleleri, taa o dönemlerde başlıyor. İşte bu çekişmeler, bir bakıma Kanada tarihinin de omurgasını teşkil ediyor.

 Jacques Cartier,  altın sevdasıyla geliyor Kanada’ya.  Fransa Krallığı, bu kurt denizciyi Yeni Dünya’ya gönderdiğinde , Cartier ülke tarihinde bir dönem açmış olduğunun farkında bile değildi.  Günlüğünde, “Tuhaf insanların yaşadığı değeri olmayan bir yer” olarak betimlediği ülkeye, Kanada ismini de kendisi veriyor. Arkadan gelenler, bu Fransız denizcisinin ayak izlerinde ilerlediler ve Yeni Dünya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında kimi heyecanlı, çoğu kanlı  keşiflere çıktılar.

Kanada yerlilerinin Avrupalı kaşiflerle ilk karşılaşmaları,  yerliler adına büyük bir talihsizlik, hayal kırıklığı, felaket olarak yorumlanır.Yerlilerin, misafirperverliğine  karşın; Avrupalılar, yeni kıtaya,  ölümler ve hastalıklar getirmişlerdi.  Verici olmaktan ziyade alıcı, sömürücü bir tutum sergilemişlerdi.

Kanada tarihinde kürk ( kunduz derisi) savaşları için ayrı bir parantez açılmalı. Afrika için altın, Asya için ipek ve baharat neyse , Kanada için de kunduz oydu. İlk gelen Avrupalılar, ülkenin soğuğundan kunduz derisiyle korundular. Sonraları, Kanada’nın kunduzları, Paris ve Londra modasını yönlendiren konteslerin hırslarına kurban edildi.  Ne kadar gözü dönmüş Avrupalı tüccar varsa, soluğu Kanada’da aldı; gemiler dolusu kürk Avrupaya taşındı.  Kanada, kürk avcılarının ve maceraperestlerin mekani oldu. Kunduz (beaver) da Kanada’nın önemli simgelerinden biri haline geldi. Kunduz rekabeti, Fransızlar ve İngilizler arasında uzun yıllar sürmüş, sonunda İngiliz kürk baronlarının açtığı  Hudson Bay şirketiyle  üstünlük, bu konuda da tamamen İngilizlerin eline geçmişti.

Fransızlar , 1600’lü yıllarda, Kanada’yı kendi topraklarına dahil etme konusunda büyük gayret sarf ettiler. Hatta ulkeyi, Yeni Fransa olarak adlandırmışlardı. Fransızlar 1608’de, Quebec City şehrini Yeni Fransa’nın başkenti olarak ilan ettiler. 18. yüzyılda Yeni Fransa denilen ülkede altmış bin dolayında Fransız yaşamaktaydı. Sonunda, Kanada’nın değerini idrak eden  İngilizler, Kraliyet Armadası’yla güçlü bir çıkartma yapınca ülkenin kimin olacağı  büyük ölçüde belirlenmiş oldu.  Kanada’daki Fransızlar , hiç bir zaman  merkezden güçlü bir takviye alamadılar.  Nüfuslarını kendi gayretleriyle arttırma yoluna gittiler. Sürekli merkezden beslenen İngilizler ise, hiç bir zaman Fransızlar kadar büyük nüfus patlaması yapamadılar. Ancak İngiltere devleti, hapishane kaçkınlarını, malül ve kimsesizleri, işsizleri, asileri, müebbedlikleri, hayat kadınlarını Kanada’ya sürünce demografiyi kendi lehine çevirmeyi becerebildi.

17. yy’da, Avrupa’dan gelerek, Nova Scotia, New Brunswick, ve Prince Edward İsland bölgesine yerleşen Fransız kolonileri, bu bölgeye kendi soyisimlerini ( Akadiya) vererek, bölgede  kalıcı kalıcı Fransız varlığı sağladılar. 1755’lerde yaklaşık beş bin Akadiyan, İngilizler tarafından, güneye sürüldü. Akadiyanlar ise, kısa süre sonra kendi bölgelerine geri döndüler.  Daha çok balıkçılık ve tarımla uğraşan Fransızlar’ın, bölgedeki yerli halklarla iyi münasebetleri dikkat çeker. Onlardan balıkçılık ve avcılık teknikleri, zirai bilgiler öğrenmişler; bölgede huzursuzluk çıkarmamışlardır. Günümüzde kendilerini Quebeck Fransızları’ndan ayrı yere koyan Akadiyanlar, Kanada’ya ilk gelen Fransızlar olarak  gurur duyarlar.

Kuzey Amerikada’ki Fransız hakimiyeti, 1760’ta sona erse de, Fransız kültürü, ebediyen var olmak üzere, Kanada’da  kök salmıştı.

Kanada tarihi İngiliz ve Fransız rekabetinden  başka bir şey değildir! Avrupa’da var olan, Fransız İngiliz cekismesi, Kuzey Amerika’ya da sıçramış oldu. Bu iki millet, Avrupa’da bile bu kadar uzun süre karşı karşıya gelmemisti. Son tahlilde, oyunun galibi olan İngilizler, Kanada’da kendi kurumlarını ve kanunlarını ikame ederek, varlıklarını pekiştirmeyi bildiler.

İngiliz İmparatorluğu tüm Kanada’yı 1764- 1867 yılları arasında hakimiyeti altına aldı. 1867’de de  meclisten Kuzey Amerika İngiliz Yasasını geçirdi. Ülkeye  Kanada Krallığı adı verildi. Fakat sonradan İngiltere İmparatorluğunca “ krallık” ismi sakıncalı bulunduğundan ulkenin ismi “ Kanada Ingiliz Hakimiyeti” şeklinde değiştirildi. Krallık sözüyle, Amerikalıları kışkırtmak istemeyen Ingilizler, kıtanın sahibi Amerikanlar’ın, kendilerinden başka bir krallıktan hoşlanmayacakları düşünmustu.

Kanada’da sular, Konfedarasyon’a kadar hiç durulmadı. Amerika 19. yüzyılda Kanada’yı bagimsiz bir ülke olarak görmedi, tanımadı.  Kanada, Amerika icin bir arka bahçeydi.

Kanada  halklari,  eyaletler düzeyinde kansız darbelerle birlik ve düzeni sağlayıp Birleşik Kanada’ya giden yolu açtılar. Eyalet liderleri, İngiltere’nin de desteğiyle, Amerika’ya karşı  işbirliği içinde hareket ederek, bugünkü Kanada’nın temellerini attılar. Konfederasyon’a katılan ilk eyaletler, Ontario, Quebec, Newbrunswik ve Nova Scotia, son katılan eyelet ise 1999’da Nunavut oldu. 36 eyalet yöneticisi Kanada fedarasyonun babaları olarak tarihe geçtiler. İngiltere Kraliçesi’ne de konfederasyonun anasi olmak kaldi.

Bir toplumu millet yapan değerler, savaşlar, göçler, ortak acılar olduğu göz önüne alınırsa, Kanada’nın 1. Dünya Savaşına katılımı “ millet” olma yolunda atılmış hayati bir adımdir. Kanada’nın 1. Dunya Savaşına bir koloni olarak girip, bir millet, bir devlet olarak çıktığı yazılır.  620 bin Kanadalı’nın katıldığı 1. Dünya savaşında,  66 bin kişi hayatını yitirmiştir.

Kanada 2. Dünya savaşına, İngilizlerden bir hafta sonra, Almanlara savaş ilan ederek katıldı. Ülke nüfusunun onda biri 2. Dünya savaşında görev aldı. Ülkenin bu savaştaki kaybı kırkbeş bindir… Millet olma yolunda verilen kırkbeş bin can…

Kanada tarihinde siyah bir sayfaya göz atıp geçmeden olmaz: Yerlilere verilen sıkıntılar ve asimile politikaları… Kanada, bir zamanlar “Tek bir yerli bile kalmayacak” şiddetinde sloganların atıldığı bir ülkeydi.  Duncan Campbell Scott, özellikle Kanada Yerlileri Yasasıyla bu ayrilikci akıma öncülük yapmıştır. Yerliler, zehirli uranium madenlerinde çalıştırılırken, bu hayati tehlikeler  kendilerine söylenmedi bile.  Çoğu kanserden öldü. Henüz 1960’lara kadar seçme ve seçilme hakları  yoktu. Yüzbin yerli çocuğun eğitim gördüğü yatılı okullarda, yerli çocuklar “medenileştirilmek” adı altında ezilmiş, taciz edilmişti.

Bugün, yasalarla yekvücud bir ülke görünümü kazanmış ülkenin tarihsel ikilemleri devam etmektedir. Ingilizler mi Fransızlar mı, Libareller mi Muhafazakarlar mı, Göçmenler mi Vatandaşlar mı, Yerliler mi Yerli olmayanlar mı, Batı mı Doğu mu, Katolikler mi Protestanlar mı, Quebec mi Diğerleri mi…

KANADA İSMİ 

Kanada kelimesi ilk defa 13 Nisan 1535’te Fransız kaşiflerden Jacques Cartier tarafından kullanıldı. Yerli kabile Huron- Iroquois dilinde, kelimenin anlamı  köydür. 1547’lerdeki haritalarda, St.Lawrence nehrinin kuzeyinde kalan her yer için Kanada ifadesi kullanılmıştır. Cartier, ilk seferinden dönerken, iki yerli genci de yanında Fransa’ya götürmüştü.  Kanada’ya geri döndüğünde bu gençleri, yol ve yön göstermede rehber olarak kullanmak istiyordu. İkinci Kanada seferinde, St. Lawrance  nehrinde kanolarla, ilk geldikleri köye giderlerken, yolu tarif eden gençler, kendi dillerinde sık sık ( Chemin de Kanada) diyorlardi:  Köy yolu… İşte ülkenin ismi, o zaman bir yerlinin dilinden çıkan kelimelerle, bir batılı tarafından konmuştu.

Sonradan gelen pek çok Fransız kaşif ve tacir, Kanada’yı Quebec olarak adlandırmakta ısrar etseler de, kıtanın adı Kanada kaldı.

Bugün tüm dünya ülkenin adını İngilizcesinden ( Canada)  telaffuz etmesine rağmen, ülkeye ismini verenlerin Fransızlar olduğu unutulmamalı…