Engin Sezen

“Oldur bana murad ki oldur Sana murad

Haşa ki Senden özge müddea bana…” Fuzuli

Dün hikmet-i İlahiye demiştik; başımıza gelenleri, yaşadıklarımızı, eşyayı ve hadiseleri müspet ama analizci bir zihin yapısı ile tahlil etmekten söz etmiş; oradan hikmet’e uzanan bir yol bulmaya çalışmış, nitekim bunun da ancak daimi bir tefekkür‘den geçtiğini vurgulamışık…

Bugün de sizi yine hikmetle ilgili bir başka kavram üzerinde tefekküre davet ediyorum: Murad-ı İlahi. Bu kavram minvalinde, O’nun takdirinin, rızasının kıymetini, bu takdir ve rızanın bizim için ne anlamlara gelebileceği üzerinde kısaca bir fikir egzersizi yapalım.

Büyüklerin, büyük bir teslimiyetle ve hikmetle söylediği vaki olanda hayır vardır kelamı, özünde pek kıymetli, insanı rahatlatan, teskin ve tatmin edebilecek bir hükümdür. Kişiyi iyiyi, güzeli, doğruyu görmeye teşvik eder. İstediklerimiz, planladıklarımız olmayınca kahırlanmak, sürekli türlü şikâyetlerle sızlanmak, ahlanıp vahlanmak, her fırsatta kâh kendimizi, kâh başkalarını suçlamak yerine, O’nun hükmündeki hikmeti anlamaya çalışmak, bu hükme rıza göstermeye çalışmak, son tahlilde de O’nun muradına ram olmak, teslim olmak, muhakkak O’na inancın da bir gereği…

“Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır

Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır…”

Zahiren kaoslu, batınen hikmetli şu âlemde, olan hiçbir şeyin ez-kaza vücuda gelmediğine inanıyorum; çoğu kez de, böyle bir inancın zihnimde ve ruhumda kök salmasına gayret ediyorum…Bir şekilde, bir sebeple olan oldu, bunda benim payıma düşen hikmet ne! Nihai huzur ve selametin, ve dahi muvaffakiyetin bu teslim ve tevekkülde olduğuna sanıyorum. Dolayısıyla da, asıl meselenin, evvela olan bitendeki maksadı hakiki veçheleriyle iyice anlamaya çalışmak, ondan sonra da buna göre bir tarz-ı hareket geliştirmek olduğunu düşünüyorum.

Asla abesle iştigal etmeyecek bir Kudret’e inanıyorsam eğer, her daim şu soruya kafa yormalıyım: Peki ama bütün bu olanlardan bu Kudret’in, bu İrade’nin muradı ne?

Nihayetsiz sebep, maksat ve hikmetlerle kevn u mekânı halk eden, teçhiz ve tezyin eden Rabb, bil-vesile bencilen birini de bu dünya hayatına tenzil buyurdu; bundan maksud mana ve murat ne?

Bu yüce Murad’daki bu sırr nasıl hallolup çözülebilir, keşfedilebilir?

Ki bu mana ve murada muvafık bir hayat da yaşayabileyim!

Ki, sonrasında da, attığım ve atacağım her adımda, sarf edeceğim her sözde ve eylemde, alacağım nefeste bu muradı halkedenin iradesine ram olabileyim.

Geldiğim nokta şu:

Yaratılıştaki, Varlık’taki hikmet-i İlahiye ve murad-ı İlahiye müvazenesine değer vermek, buna ruh u canla inanmak, fehm u idrak gerekiyor; bu dahi daimi bir tefekkür ve mütemadi bir tezekkür ile kabil!

Ve dahi, bu muazzam devranda kendi mahfilini bulabilmen, iradeni murad-ı İlahiye’ye teslim ile, O’nun hükmüne, hikmetine, himayesine ve dayesine iltica ile, kainatta tesis ettiği ahenge inkıyat ile mümkün…

“Mevlam görelim neyler

Neylerse güzel eyler….” demiyor mu İbrahim Hakkı!