Taceddin Kayaoğlu, The Circle
Tarih, inanan insanlara reva görülen eza ve cefa sahneleri ile doludur. Zulmün dini olmadığı için müslim-gayrimüslim vb. sıfatlara girmenin anlamı yoktur. Zulüm, zulümdür. Zalim her devirde gücü oranında karakterinin gereğini sergilerken, mazlum da birçok zaman halini Allah’a arz etmekten başka bir şey yapamamıştır. Dün öyleydi, bugün de dünden pek farklı gözükmemektedir.
Geçmişin Nemrut, Firavun, Ebû Cehil, İbn Selûl ve Yezidliğini büyük ölçüde bünyesinde cem eden bir Şerîr ve etrafına topladığı avanelerinin bugün yaptıkları dünden geride kalacak cinsten değil, hatta bazı yönleriyle onlardan da ileri… Akıbetleri ise geçmişteki benzerlerinden farklı olacak değil… Kur’ân öyle diyor. Şüphesiz ki Allah vaʻdinde hiç hulf edecek değil…
Kur’ân, “mü’min erkek ve mü’min kadınlara” her türlü işkenceyi yapan ve sonra da tevbe edip hallerini düzeltmeyen kâfir/zâlim topluluklardan bahsediyor. En sarîh âyetlerin geçtiği yerlerden biri de Bürûc Sûresi’dir. Hiçbir şerhe yer bırakmadan çok açık olarak bugünkü zalimlerin yaptıklarının aynısını yine bu âyetlerden takip etmek mümkün. Allah (cc), “Ne yaş ne de kuru (hiçbir şey) yoktur ki, apaçık Kitab [Kur’ân]’da kayıtlı bulunmasın” [Enʻâm, 59], sahabeden İbn Abbas “Vallahi devemin yularını kaybetsem onu bile Kur’ân’dan bulacağımı umuyorum.” diyorsa, biz de inananlar olarak halimizi Kur’ân’dan takip etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Şimdi, isterseniz mü’minleri maruz kaldıkları işkenceler karşısında sabretmeye çağıran ve önceki rasûllere karşı çıkanların başlarına gelenleri hatırlatarak, Kur’ân’ın düşmanlarının başarılı olamayacaklarına işaret eden Bürûc Sûresi’nin ilk on ayetine bir göz atalım:
-
Yemin olsun burçlar sahibi göğe;
-
Vaʻdedilen Gün’e;
-
Ve şahit olana ve şahit olunan her şeye.
-
Kahrolsun ve kahroldu da o hendek halkı,
-
Alev alev tutuşturulmuş ateşi yakanlar.
-
O ateşin başına oturmuş,
-
Mü’minlere yaptıklarını (keyifle) seyrederlerdi.
-
Mü’minlerden başka bir sebeple değil, sadece Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte mutlak üstün ve galip), Hamîd (her türlü şükür ve övgüye mutlak manâda lâyık) Allah’a iman ettikleri için nefret ediyorlardı:
-
Göklerin ve yerin mutlak mülkiyet ve hâkimiyeti Kendisine ait olan Allah’a. Ama Allah, olup biten her şeye şahittir.
-
Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara her türlü işkenceyi yapan ve sonra da tevbe edip ıslâh-ı halde bulunmayanlar, işte onlar için Cehennem azabı vardır, onlar için yangın azabı vardır.
Müteakip âyet ise inananlara yönelik; “Buna karşılık, iman edip, imanları istikametinde sağlam, yerinde, doğru ve ıslaha yönelik işler yapanları bekleyen ise, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlerdir. Budur gerçek büyük kazanç, gerçek büyük başarı.” [Âyet -11]. “Rabbinin tutup yakalaması gerçekte pek çetindir [âyet-12]” âyeti ise sonuç tablosudur.
Yakın bir tehlike olmamasına rağmen, bütün diktatörlerin yaptığı gibi her an bir savaşa girecekmiş havasında insanları manipüle eden ve “yedi düvele karşı savaş veriyoruz” yalanıyla halkı sürekli gerilim halinde tutan bugünkü zihniyet, 17/25’ten bu yana da Hizmet’e karşı bir “savaş” verildiğine/verilmesi gerektiğine halkı inandırmış durumda. Ne acıdır ki, halk da o gün bugün uyuşturulmuş beyinleriyle hizmet ehline savaş açmış bulunmakta. Bir kısım taylasanlının vermiş oldukları fetvalar neticesinde kardeşinin işini, eşini, çocuğunu ve mal varlığını kendisine helal gören, kendisi gibi düşünmeyen herkesin varlığını “ganimet” olarak algılayan halk, şimdilerde ne Allah’ın ne de Hz. Peygamber’in koymuş oldukları ahkâma hürmet ediyorlar. Hele “savaş” hukukuna asla. İşin garibi ortada bir “savaş” falan da yok. Hiçbir çizgisi ve değeri olmayan bu yığınların, yapıp-ettiklerini “Allah rızası için” yaptıklarına inanmalarını ise akılla, mantıkla ve dahi kelimelerle izah etmek mümkün değildir.
Söz savaşa gelmişken “İslâm savaş hukuku”na dair bazı hususlara dikkat çekmekte fayda var. Tarihte Efendimiz (sav)’in cepheye sevk ettiği ordulara verdiği talimatlar bulunmaktadır. Bunların bir kısmı fıkıh kitaplarına da geçmiştir. Efendimizin beyanlarını sıralarken her bir maddenin altına köşeli parantez içinde konuyla ilgili yüzlerce maddelik realitenden birkaç tanesini yazmaya çalışalım. Özetle Efendimiz şöyle buyuruyor:
-
Hıyanet etmeyin ve yağmacılık yapmayın.
[Bugün kimin malına ihanet edilmedi ve kimin malı “kayyım”lar atamak suretiyle talan edilmedi. Kardeş kardeşi şikâyet ederek malına çöktü. Sadece hizmetin tüzel kişiliğine ait kurum ve yapılar değil, hizmetten olan herkesin mal varlığına el konuldu.]
Düşmanlarınız dahi olsa haksızlıkta bulunmayın ve işkence etmeyin.
[Kurtlar “adâlet” mahkemesi açmış kuzuları yargılıyor. Hak firar etmiş, haksızlık hak yerine ikame edilmiş durumda. En yakınlarımıza reva görülen işkence ise rutin bir uygulama.]
-
Zinhar küçük çocuklara ilişmeyin.
[Bugün 700’ü aşkın masum çocuk ve bebek demir parmaklıklar arasında. İnsanlık vasıflarını kaybetmiş “bel hum adall” derekesi “mahlukları” için “zinhar” ifadesi bir manâ ifade etmiyor.]
-
(Muharip olmayan) yaşlılara ve kadınlara dokunmayın.
[80-90 yaşında, yatalak ve hasta insanlar “darbeci”(!) bir harekete mensup olduklarından dolayı içeride tutuluyor. Hatta bir kısmı yürüyecek durumda bile değil. Kollarına girilerek mahkemeye veya cezaevine götürülüyor. Hamile kadınların doğumhanelerinin önünde erkek askerler bekliyor, doğumdan sonra cezaevine götürmek için. İçerideki taciz ve tecavüz hadiseleri ise dile gelmeyecek cinsten. Tarih ilk defa böyle bir aşağılık ve utanç verici zihniyet görüyor.]
-
Hurma (ve diğer meyve) ağaçlarını kesmeyin; bağ ve bahçeleri yakıp harap etmeyin.
[Memlekette ne ağaç ne de bitki örtüsü kaldı. Bir isim verilecek olsa adı rahatlıkla “Betonistan” konulabilir. Talan edilmedik bir “yeşil” neredeyse yok gibi. 400-500 yıllık zeytin ağaçları söküldü, insanların dedelerinden kalan evlerinin duvarları dozerlerle yıkıldı…]
-
Koyun, sığır ve develeri öldürmeyin.
-
İbadethanelere çekilmiş ve kendilerini ibadete vermiş kimselere dokunmayın.
[Yılda 40-50 tane hafız yetiştirilen Kur’ân kursları, kapatıldı. “Burada İsrail ajanı yetiştiriliyor” denilerek camilere kilit vuruldu. Kolej, üniversite ve yurtları saymıyorum bile.] [İslâm’da savaş hukukuna dair geniş bilgi için bkz. Muhammed Ebu Zehre, İslâm’da Savaş Kavramı, İstanbul 1976].
Evet, bugün bütün bunların hepsi “Müslümanlık” ve “dindarlık” adına yapılıyor. Dün de kâfirler, mü’minlere benzer şeyler yapıyorlardı. Kâfirler, “Mü’minlere yaptıklarını (keyifle) seyrederlerdi (Bürûc, 7)” diyor Kur’ân. Bugün de, bakanı, bir kısım hâkim, savcı ve emniyet müdürü içeri aldıkları masum insanlara işkence ettirip seyretmiyorlar mı, halk günlük hayatta gördüklerinden ve tvlerden izledikleri karşısında zevkten dört köşe olmuyorlar mı, “ oh olsun!” demiyorlar mı?!. Peki, neden? Kur’ân, kâfirlerin yaptıklarının nedenini şöyle açıklıyor; “Mü’minlerden başka bir sebeple değil, sadece Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte mutlak üstün ve galip), Hamîd (her türlü şükür ve övgüye mutlak manâda lâyık) Allah’a iman ettikleri için nefret ediyorlardı (Bürûc, 8)”.
Ali Ünal, bu âyeti şöyle yorumluyor: “ Allah’ın Azîz olması, O’nun gönderdiği peygamberlerin ve onların takipçilerinin de azîz olması demektir. İzzet, Hz. Allah (cc) içindir; Rasûlullâh (sav) içindir; mü’minler içindir. Kâfirler ise, servetlerine, mevkilerine, taraftarlarına, güçlerine aldanarak müminleri küçümsemekte, dolayısıyla onlardaki izzete ve bu sebeple karşılarında eğilmemelerine katlanamamaktadırlar. Allah (cc) Hamîd olarak da, insan her neye sahipse aslında o Allah’a aittir, O’nun sahip kılmasıyladır. Dolayısıyla insanlar, bütün başarılarını, kendilerinde hoşlarına giden her şeyi, mevki, makam ve servetlerini Allah’a vermeli, O’ndan bilmelidirler. Kâfirler ise, buna da katlanamaz; çünkü onlar, kendilerine meftundurlar. Mü’minler de, hamdin sadece Allah için veya Allah’ın Hamîd olması sebebiyle, kâfirlerdeki makama, mevkiye, servete imrenmez ve bunlardan dolayı onları övmez ve asla büyük görmezler. Kâfirler, buna da dayanamazlar. İşte, bunlar ve bunlar gibi gerçekler sebebiyledir ki, kâfirler mü’minlerden nefret ettikleri gibi, Allah’a da düşmandırlar.” [Ali Ünal, Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli ve Özet Tefsîri, c. 3, İstanbul 2015, s. 1894]
Görüldüğü üzere, dünün kâfir/zâlimi ne ise bugünün münâfık/zâlimi de aynı. Değişen çok fazla bir şey yok. O zaman bir kere daha tekrar edebiliriz: Tarih, sadece şahıslarını değiştirir, olaylarını değil…
Son sözlerimizi söylemeden yedi ve onuncu âyeti bir daha hatırlayalım:
-
Mü’minlere yaptıklarını (keyifle) seyrederlerdi.
-
Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara her türlü işkenceyi yapan ve sonra da tevbe edip ıslâh-ı halde bulunmayanlar, işte onlar için Cehennem azabı vardır, onlar için yangın azabı vardır.