Taceddin Kayaoğlu, The Circle
Bu yıl Hac farizasını yerine getirmek için kutsal mekânlara giden Müslümanlar yavaş yavaş geri dönmeye başladılar. Dünyanın her yerinden bir yere gidenler, yine bir yerden her yere gidiyorlar/gidecekler. Dileriz, “hacı” olmak için gidenler, gerçek bir hacı olarak geri dönerler. En önemlisi de ömürlerinin sonuna kadar “hacı” kalırlar.
Ölmeden önce bir haşir provası yapmak; kesretten kurtulup vahdet sırrına ermek; nefsinin arkadaşını, dolayısıyla kendi nefsini taşlamak; bir yüksek tepede marifet sırrına ererek günahsız olarak aşağıya inmek; mükerrem beldeye Bâbü’s-Selâm’ından girip “Allah’ın evi”ne ulaşmak ve imkân olursa Hacerü’l-Esved’ine yüz sürmek; kabul olması ümidiyle gerek kendisi gerekse ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu adına dua dua yalvarmak; Hakk’a kurbiyetin ve dahi bu kadar nimet içinde bir de kendi emirlerini yerine getirmeye imkân vermesinin ifadesi olarak kurban takdim etmek, sonra da Fahr-i Kâinât’ın münevver beldesine veda maksadıyla uğramak ve “Medîne’nin Gülü”nün reyhasını duymak; huzûr-ı saâdetlerine varıp başta Türkiye olmak üzere dünyanın her tarafında Nâm-ı Celîl-i İlâhî ve Nâm-ı Celîl-i Nebevî’yi duyurmak amacıyla cihanın dört bir köşesine koşan “kardeşleri”ne kurulan tuzakları, hapisleri, işkenceleri, taciz ve tecavüzleri, tehcirleri, gaybubetleri, denizlerde ve nehirlerde şehâdet şerbeti içmek mecburiyetinde kalmaları, yetimleri, öksüzleri, kimsesizleri.. amma ve lâkin her hal ve şartta geriye dönük, değil bir adım bir milim dahi atmamak azim ve kararlığında olunduğuna dair Cenâb-ı Rasûlullâh’a bir arzuhal vermek gayesiyle gidip de dönenlere ne mutlu…
İnci boncuk toplamak, farklı bir mekânı görmek, toplumda saygın bir yer edinmek ya da sırf parası olduğundan dolayı “bir de hacı olalım” düşüncesiyle turist gibi gidip gelenlere diyecek bir sözümüz yok. En kısa zamanda tashîh-i niyet etmelerini ve imkânları olursa sırf Allah’ın rızasını talep ekmek ve emirlerini yerine getirmek maksadıyla bir kere daha gitmelerini temenni ederiz.
Zamanlara göre değişse bile, eskiden beri hac farizasını yerine getirmek biraz tekellüfü bir iştir. Dolayısıyla mükellefiyetlerinin şuuruna ererek hacca gitmek isteyenleri güzel bir gelenek olarak dostları ve arkadaşları uğurladıkları gibi, dönüşte de hem hac hatıralarını dinlemek hem de tebrik etmek gayesiyle ziyaretlerine giderler. Bu gerçekten çok güzel bir gelenektir. Sanırım dünyanın her tarafında böyledir. Böyle olduğuna bir misâl olarak hemen her defasında Pakistan’ın millî şairi Dr. Muhammed İkbâl aklıma gelir. Onu hatırlamamayı bir vefasızlık sayarım. İkbâl diyor ki: “Hemşerilerim Hacc’dan döndüler. Ben de onların ziyaretine gittim. Bana dostlarım, tespih , hurma, takke, seccade ve zemzem suyu getirmişler; tespih kopacak, hurma ve zemzem bitecek, takke eskiyecek… Keşke bana bunları getireceklerine; Oradan bir Hz. Ebû Bekir sadâkatini, bir Hz. Ömer adâletini, bir Hz. Osman iffet ve hayâsıni, bir Hz. Ali ilim ve şecaatini getirselerdi…” der ve dünyanın her tarafında bulunan ümmetin içine düştüğü hâl-i pür-melâli bir iç sızlayışla dile getirir. Getirir, zîrâ, azıcık bir irfana sahip olan herkes de bilir ki; bu ümmetin ihyâsı ancak dile getirilen bu hakikatlerle mümkün olabilecektir.
Şimdilerde nasıl yapılıyor, bilmiyorum. Ancak eskiden Anadolu’da ilk hacı kafileleri halkın yoğun ilgisi ve kalabalıkları ile karşılanırdı. Bu karşılama törenlerinden birine Bayburt’un en önemli şairlerinden olan Hicrânî Baba (1908-1969) da katılır. Halka arasında büyük saygınlığı olan Hicrânî Baba ümmî bir şairdir. Ancak şiirlerini bilenler, şiirlerindeki manâ ve derinliğin ancak İlâhî bir vergi (vehbî) ile kabil olacağı kanaatindedirler. Hicrânî Baba, hac farizasını yerine getirip Bayburt’a dönen hacıları karşılamaya gittiğinde halk arasında meşhur, hatta bir kısmının ezbere bildiği hikmet dolu şu meşhur deyişini (şiirini) irticâlen (doğaçlama) söyler:
Hicaz ellerinden gelen hacılar
Münevver yurduna konabildiz mi?
Pervâneler düşüp nâra yananda
Aşkın ateşine yanabildiz mi?
Göründü Medîne münevver belde
Nurlanmış toprağı tarihi elde
Âyet âyet Kur’ân indiği yerde
Ol yerin sırrına erebildiz mi?
Şâd olmaz mı Medîne’yi görünce
Mübârek Ravza’ya varıp girince
“Nebiyyallâh sana geldim!” deyince
Ol dosttan bir sadâ alabildiz mi?
Huzur edip dosta gönül bağlarken
“Allâh!” diye göz yaşların çağlarken
“Allâh!” diye ciğerlerin dağlarken
Gönül paslarını silebildiz mi?
Mükerrem halk etti Mekke’yi Allâh
Oraya dokunmuş nazar-ı İlâh
Üzerinde siyah perde Beytullâh
Bâbü’s-Selâm’ından girebildiz mi?
Götürdüz mü selâmını bizlerin?
Arzuhâliz kabul oldu sizlerin
Kalbin gönlün elin yüzün gözlerin
Hacerü’l-Esved’e sürebildiz mi?
Seher rüzgârından duyduz mu avâz?
Ol beyt-i binâdan aldız mı feyyâz?
Altın oluğunda kılarken namâz
Arzuhâli Hakk’a verebildiz mi?
Hacı Mahmut adın uygun adına
Kadem bastız Muhammed’in yurduna
Hep gidenler devâ bulur derdine
Derin yaraları sarabildiz mi?
Hacılar vakfeye durduğu zaman
“Lebbeyk! Lebbeyk!” tekbiri aldığı zaman
Günahlar bütün af olduğu zaman
Elize bir hüccet alabildiz mi?
Dönünce vakfeden Beytü’l-Haram’a
Ol zemzem şifâdır derde vereme
Gedâ Hicrânî’den iltica-nâme
Ol Rasûlullah’a verebildiz mi?