Taceddin Kayaoğlu, The Circle

Bazen bir resim ciltler dolusu düşünceyi ifade eder, bazen bir söz insanın hayatını değiştirir, hayata ışık tutar. Hele söyleyen, söylediğini bir ilim ve hikmetin ürünü olarak söylüyor, bir ızdırap ve tecrübenin neticesi olarak ifade ediyorsa; söylenilen sözlerin insanlar üzerinde daha büyük bir tesir icra edeceği muhakkaktır. Bu vesileyle, bu haftaki yazımızda Osmanlı Devleti’nin son dönem önemli devlet adamlarından Halil Rifat Paşa’yı ve onun söylediği iki veciz sözü konu edinmek istiyoruz. Ancak ilk önce Halil Rifat Paşa’nın hayatı hakkında kısa bir bilgi verelim:

Osmanlı Devleti’nin 19. asırda yetiştirdiği en önemli devlet adamlarından biri de şüphesiz Halil Rifat Paşa’dır. Paşa, 1827 yılında Selanik’in Serez (Siroz) sancağına bağlı Lika köyünde doğdu. İlk tahsilini burada yaptı. 1844’te 17 yaşında iken Serez Tahrîrât Kalemi’nde maaşsız olarak ilk memuriyet hayatına başladı. 1852’den 1860’a kadar Edirne, Harput, Erzurum vilâyetlerinde Dîvân Kâtipliği, 1860’ta İstanbul’da Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye mazbatası odasına tayin edildi. 1864’te Tuna Vilâyeti Meclis-i İdâre başkâtibi, üç ay sonra da vilâyet mektupçusu olan Halil Rifat Paşa, 1868’de Varna, 1869’da Tırhala, 1873’te de Vidin mutasarrıflığında bulundu. Buradaki başarılarından dolayı 1875’te Rumeli Beylerbeyi pâyesi ile taltif edildi. Halil Rifat Paşa, 1876 yılında vezir rütbesiyle Tuna valiliğine tayin edildi. Daha sonra sırasıyla Halep, Kosova, Selanik valiliğinde bulundu.

Halil Rifat Paşa’nın en parlak memuriyet hayatı 1882’deki Sivas valiliğidir. Burada iki buçuk yıl gibi kısa bir memuriyet hayatına çok fazla başarılı hizmetler sığdırdı. Başta tarım, eğitim ve bayındırlık faaliyetleri olmak üzere pek çok sahada kalıcı önemli hizmetler yaptı[1]. 1887’de Manastır, 1889’da ikinci defa Aydın valisi oldu. Bu dönemde İzmir’de de önemli imar faaliyetlerine imza attı.

Gerek Balkanlarda gerekse Anadolu’da başarılı valilikler yapan Paşa, 1891’de Dâhiliye Nâzırlığı’na tayin edildi. 1895’te azledilen Kâmil Paşa’nın yerine Sadrazamlığa getirildi. Sultan II. Abdülhamid tarafından bu makama getirilmesinde, bir müddetten beri Bâb-ı Âlî’de olup-bitenleri gizlice saraya bildirmesinin de büyük payı vardır. Dolayısıyla bir bakıma Abdülhamid tarafından devletin en yüksek kademesi olan Sadrazamlıkla ödüllendirilmiştir. 9 kasım 1901’de vefat eden Paşa, Eyüp’te Mihrişah Sultan Türbesi yakınına gömülmüştür[2].

“Gidemediğin Yer Senin Değildir”

Çeşitli Osmanlı ve yabancı devlet nişanlarını taşıyan Halil Rifat Paşa temelde düzenli bir tahsil görmemiş, zengin ve bürokratik bir aileye mensup olmamakla birlikte taşra memuriyetlerinde derece derece yükselmiş, mutasarrıf ve valiliklerinde bulunarak bu şekilde idarî işleri öğrenmişti. Onu himaye eden ve elinden tutan ise müzmin muhalif Mithad Paşa olmuştur. Paşa, daha sonraları Abdülhamid’in gözüne girmeyi başarmıştır. Taşrada görevli sıradan bir memurken; çalışkanlığı, azmi ve cesareti ile sadrazamlığa kadar yükselebilen ender şahsiyetlerden biridir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere Halil Rıfat Paşa’nın en başarılı ve parlak dönemi Sivas valiliği dönemindeki imar faaliyetleridir. Paşa’nın muvaffakiyetleri öyle yuvarlak ve genellemelerle ifade edilecek cinsten değil. Bugün devletin dahi altından kalkamayacağı faaliyetleri söz konusu. Örnek vermek gerekirse; o zamanlar “Sivas vilâyeti, Amasya, Tokat ve Şarkî Karahisar sancaklarından oluşuyordu. Halil Rifat Paşa vilayet dâhilinde 1400 kilometre yol inşa ettirmiştir. Bu yollar üzerinde 314 adet köprü, 829 menfez inşa ettirerek; Tokat-Niksar-Ünye arasında 76 kilometrelik yol ile Kelkit Irmağı’na 630 metre uzunluğunda Hamîdiye Köprüsü’nü ve irili ufaklı 55 köprü inşa ettirdi. Amasya sancağından Ankara’ya kadar 63 kilometre ve Merzifon’u Amasya-Samsun yoluna bağlamak için ise 10 kilometre yol yaptırdı.

Şarkî Karahisar’dan Trabzon ve Giresun sınırına kadar yaklaşık 64 kilometre yol, üzerine de birçok köprü yaptırmış, Sivas’ı Ordu’ya bağlayan şose yol da bu dönemde açılmıştır. Bu yol üzerinde irili-ufaklı 92 adet köprü inşa ettirdi. Bu güzergâh yalçın kayalıklardan oluştuğu için buranın yapımı bir hayli zor olmuş, yol üzerinde kayalıklar arasından tünel açtırmıştır.[3] Paşa bunların yanında; mektepler, hükümet konakları, un fabrikası gibi binalar da inşa ettirmiştir. Paşanın çalışmalarında gözettiği en önemli hususlardan biri; devlet-toplum işbirliğini sağlamak olmuştur. Çalışmalarında mutlaka halkın desteğini alıyor ve çalışmaları bizzat yerinde inceleyerek disiplinden taviz vermiyordu.

Bugün hemen herkesin bildiği ve bizim de ara başlık olarak kaydettiğimiz yukarıdaki söz, Sivas valiliğinde iken Halil Rifat Paşa tarafından söylenmiştir; “Gidemediğin yer senin değildir.” Onun için mesuliyet alanı içinde bulunan bütün yerlerde toprağın işlenmesi, ormanların korunması, köy yollarının yapılması ve bakımı, okul inşası, yapıların korunması vb. konularda on bir adet “tenbihnâme[4] yayımlayarak halka çözüm yolları göstermiş ve uyarılarda bulunmuştur. Bu ifade ve faaliyetlerden hareketle; bir gönül insanının, Paşa’nın bu sözünü; “Gidemediğin ülke, ilgilen(e)mediğin insan… senin değildir.” şeklinde algılaması lazım geldiğini düşünüyorum.

Her Fenâlık Câhillikten Gelir

Nezâketi, kibarlığı ve hayırseverliği ile de tanınan ve saygı duyulan bu devlet adamının güzel ve yerinde bir sözü daha var ki herhalde o günler -ve tabîî ki bütün zamanlar için öyle olmalı- için tamamen normal, bugünlerle kıyaslandığında da “neredeeen nereye!..” dedirtici şaheser bir sözdür. Paşa diyor ki; “Her fenâlık câhillikten gelir. Bugün hapishaneler dolusu adamlar yoklansa içinde âlim yoktur. Meşhûr lakırdıdır ki hapishaneleri azaltmak için mektepleri çoğaltmalı.” Paşa, bu sözü söyleyerek bulunduğu yerde okuma-yazma seferberliği başlatıyor.

Halil Rifat Paşa’nın 136 sene önce söylediği bu sözle bugünler kıyaslandığında eğitimde, kültürde, anlayışta ne kadar mesafe kat ettiğimizi(!) görülecektir. Paşa, muhâl-farz kalkıp dirilse gördükleri karşısında -Allâhu aʻlem- herhalde tekrar ölmek isterdi. İdrâki almaz, gözlerine ve kulaklarına inanamazdı. Manzaraya bakar mısınız; Tarihin hiçbir devrinde görül(e)meyecek şekilde, büyük bir çoğunluğu iftira cinsinden suçlar isnat edilerek 17.000 kadın hapishanelere tıkılmış, 1000 civarında çocuk ve bebek, içlerinde yüzlerce âlim bulunan 50.000 kişi hapishanelerde tutuklu bulunuyor. Önemli bir kısmının üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hâlâ iddianamesi hazırlanmayanlar var.

Paşa hayatta olsaydı, hayatta olmayacak(!) bir şey daha fısıldardık kulağına; “Paşam, bugün Türkiye tam bir cezaevi fakültesi.” Türkiye’de tam 70 bin öğrenci cezaevlerinde. Yargılamaları devam edenlerle birlikte sayıları 100 bini bulan öğrencilerin eğitim hayatlarına devam etmeleri ise neredeyse imkânsız… 10 Nisan 2018 tarihli Cumhuriyet gazetesinin şu haberi tam bir ibret vesikası; “Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü 70 bin öğrenci var. Bu rakama, tutuksuz yargılanan ya da uzun tutukluluktan serbest bırakılan ve yargılaması devam eden yani birkaç ay içinde içeri alınacak yüzlerce öğrenci de eklenince sayı 100 binin üstüne çıkıyor. Cezaevlerindeki öğrencilere, okul kampusundaki ‘Afrin tartışması’ sonucunda 10 Boğaziçili de eklendi. Tutuklanan öğrencilerin okulla ilişikleri şimdilik kesilmeyecek? Ancak bu öğrencilerin eğitim yaşamlarının akıbeti şimdilik belirsiz. Tutuklanan öğrenciler önce okuldan uzaklaştırma alıyor. Hüküm giyince disiplin cezası alarak okuldan atılıyorlar. Cezaevinde yeniden üniversite sınavını kazanırlarsa 2 yıl kayıt dondurma hakları oluyor. Cezaevlerindeki öğrencilere vasilik yapan, davalarını takip eden bir öğretim üyesi, öğrencilerin ağır cezada yargılandıkları için çok uzun ceza aldıklarını belirterek, “Alt sınırdan bile ceza alsalar ki -bu çok ama çok nadir oluyor- bu süre 5 seneden başlıyor. Benim tanıklık ettiğim davalarda 9.5 yıl, 12 yıl, 16 yıl hüküm giyen, Yargıtay’ın da onadığı cezalar var. Yaşları da düşünüldüğünde yaşadıklarından daha uzun süreyi cezaevinde geçirmeleri gerekebiliyor. İlhan Çomak üniversite 2. sınıftayken 22 yaşında cezaevine girdi, 25 senedir içerde’’ dedi.

İşte, bugün “Biz Osmanlıyız, Osmanlı torunlarıyız!” diye nârâ atan iktidar, şürekası ve sürüklediklerinin Osmanlı’nın O’sundan bile haberleri olmayışının en net göstergelerinden biri.

Ve gerçek bir Osmanlı paşasının ibret-âmiz iki ser-levhalık sözü…

[1] Halil Rifat Paşa’nın Sivas Valiliği sırasında yapmış olduğu başarılı eğitim ve imar faaliyetleri ilgili geniş bilgi için bkz. Mehmet Mercan, “Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa’nın Eğitim ve İmar Faaliyetleri”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 23, Erzurum 2004, s. 195-214.

[2] Atilla Çetin, “Halil Rifat Paşa”, TDV, İA, c. 15, İstanbul 1997, s. 327-328.

[3] Yasin Özkan, “Sivas Böyle Vali Görmedi Halil Rıfat Paşa”, Yedikıta, Nisan 2017, Sayı 104, s. 66.

[4] Halil Rifat Paşa’nın yayımladığı beyannamelerle ilgili geniş bilgi için bkz. Ali Birinci, “Halil Rifat Paşa’nın Tenbihnâmeleri”, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 3, Sivas 1984, s. 13-24.

1 COMMENT

  1. Bugün hapishaneler dolusu adamlar yoklansa içinde âlim yoktur. cümlesi bugün için gerçeği yansıtmıyor. şöyle demk lazım. hapishaneler yoklansa içinde cahil yoktur.

Comments are closed.