Mehmet Akar, The Circle
“Kulleys” kelimesi ile günümüzün Ebrehesi’nin gecekondu sarayına taktığı “külliye” arasındaki ses benzerliği zannediyorum ilk bakışta sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Kanaatimce hadisenin başka benzerlikleri de var.
Mekke, o gün bir ticaret merkeziydi. Ebrehe, kervanların akın akın Mekke’ye gitmesinden rahatsız oluyor, o ilgiyi kendi topraklarına çekmek istiyordu. Kâbe, Ebrehe’nin gözünde ticaret ve kazanç demekti. Bu niyetle San’a da Kulleys denilen bir kilise yaptırdı. İçini altınla, gümüşle, dışını kıymetli taşlarla süsledi.
Maddeye, menfaate, gösterişe, debdebeye düşkün insanlar merakla Kulleysi görmeye gitti, ama bu maddi yapı gönüllerdeki Kâbe ilgisinde hiçbir değişikliğe sebep olamadı. Eyalet valiliğini yaptığı Yemen’den bile Kabe’ye gidişler devam etti.
Bu durum Ebrehe’yi deliye döndürdü. Aklına Kabe’yi yıkmaktan başka bir çözüm gelmiyordu, ama bunun için bir bahaneye ihtiyacı vardı.
Öyle ya Allah’ın evini yıkmak düşüncesine insanları nasıl ikna edecek, bunu onlara nasıl yaptıracaktı?
Nihayet aradığı bahaneyi buldu.
Her nasılsa, mücevher dolu olan ve gece gündüz olağanüstü tedbirlerle korunan Kulleys kilisesinin içini dışını bir bedevi kendi pisliğiyle kirletmiş, bunu hiçbir güvenlik görevlisi o anda veya adam oraya gelirken fark edememiş, hadiseden geç haberdar olmuşlardı.
Güya Kinane kabilesinden Nevfel isimli bir adam bu işi kendi aklıyla yapmıştı.
Ebrehe gözü ile görmüş gibi anlatıyor, adı gibi biliyordu onun yaptığını…
Allah bilir, belki o Hristiyan adam da günümüzün Ebrehe’si gibi kendi kotardığı bu çirkin işe “Tanrı’nın bir lütfu” demişti. Öyle demediyse de ihtimal öyle düşünmüştü. Çünkü artık cahil halkı vatan kurtarma sevdası ile tutuşturacak bir koza sahipti.
Kalabalıkların aklını başından alacak, onları kiliseye sahip çıktıklarına inandıracak, suçlu suçsuz yak dediğini yaktıracak, yık dediğini yıktıracaktı.
İstediği gibi de oldu. Sazanlar, yemi yutmuş, halk galeyana gelmişti.
Dava artık Ebrehe’nin davası değil, o güne kadar Ebrehe’yi seven sevmeyen herkesin davasıydı. Gün, düşmana karşı birlik olma günüydü. “Hıristiyan’ım” diyen bir insan o gün meydan yerine çıkmazsa başka hangi gün çıkardı.
Öyle bir şamata koparıldı ki Ebrehe’nin zalimliği, açgözlülüğü unutuldu. O safhada artık bunları hatıra getirmek bile ihanetti.
Bu hırslı ve saldırgan adam, Habeş Kralına “Hükümdarım, Arapların haccını buraya çevirmedikçe asla durmayacağım.” demişti. Evet o hasta ruhun durabileceği bir nokta yoktu.
Ama onu yollara düşüren kesinlikle ne kıskançlığı, ne açgözlülüğü, ne paraya, makama, ilgiye düşkünlüğü, ne Habeş hükümdarı yanındaki itibarını artırma derdi ve ne de Bizans kralı ile yaptığı gizli anlaşmalardı. Onu bu uzun ince yolda gece gündüz yürüten sadece ve sadece Kulleys’i idi.
Ardında devletin gücü, emrinde kalabalık bir ordu vardı. Kureyşliler onun karşısına çıkacak güce sahip değildi.
Adam görünürde Kabe’ye aslında Allah’a harb ilan etmişti.
Allah (c.c.) bu zalimin üzerine dev dalgalar, depremler veya vahşi hayvanlar göndermedi. Büyüklük taslayan o zavallıyı ve ordusunu kelime manası “cemaat” olan “ebabil” isimli mübarek kuşlara mağlup ettirdi.
Ebabil kuşlarının ardından şiddetli bir yağmur gönderildi. Sel suları Ebrehe ordusunun ölülerini silip süpürdü, cehennem gibi kaynayan denize döktü.
Allah’ın evini yıkmak, irşad ve tebliğe mani olmak isteyen bütün Ebreheleri aynı son beklemektedir. Kulleysleri onları dünyada ahirette kurtarmaya yetmeyecektir.
Kıyamete kadar anlatılacak olan bu büyük hadiseden elli, elli beş gün sonra dünyaya Hz. Muhammed (s.a.s.) teşrif etti.
Yazarın Önceki Yazıları
Altına İmza Attığımız Hizmet Davası Neydi?
küçük insanlar kendi küçüklüklerinden duydukları derin rahatsızlığı büyük bir insanı takıntı haline getirerek hafifletmeye çalışırlar. kulleys külliye ses benzerliğinden medet umacak kadar küçülüyorsanız siz bilirsiniz. bazı kafirler de haşa Allah ile Al-Lat arasındaki ses benzerliğinden medet umuyorlar.
Comments are closed.