M. Sacid Arvasi, The Circle

 

Anadolu, hey Anadolu!

Ayrılığın acısını bana sor!

Ne hicranlar yeşerdi sinemde, firaklardan yana.

Geride kalanların ızdırabını en iyi ben bilirim.

Zira,

Yanan bendim İsmail ağlarken.

Damla damla eriyen bendim,

Hacer kızgın kumlarda seğirtirken.

Ve en iyi ben bildim, gidenlerin sancısını,

Hazreti İbrahim’in geriye bakmayan gözlerini süzerken.

Cafer giderken, Musab giderken.

Çığlık çığlık feryad ettim çöl rüzgarlarında,

Gidenlerin ardından bakarken.

Kerpetenlerle tırnaklarım sökülüyordu sanki parmaklarımdan.

Canım öyle yandı işte, Hamza’m giderken,

Ayaklarını yere vura vura Ömer’im giderken.

Bir de, hepsine bedel Nebî’nin  gidişi var ki,

Doğduğunda kevn-ü mekânın en talihlisi olmuşken.

En talihsizi ben oldum,

O, ‘İkinin İkincisi’ ile giderken.

Gidenler yüzbin olup dönünceye kadar,

Hicranımı dökemem satırlara, lügatlarda onca kelime varken.

Anadolu, hey Anadolu!

Yüzbin yüreğin gözyaşıyla ıslandım,

Kutlu dudaklardan ‘Veda Sözleri’ dökülürken.

Hepsinin tek tek sayarım gözyaşlarını,

Her damlası içimde böyle taptazeyken.

Kucaklayamadım pek çoğunu,

Ebedî istirahatlarına başlarını koyarken.

Mavera-ün Nehir’den Afrika’nın derinliklerine kadar,

Senden evvel çocuklarını coğrafyalara serpiştiren bendim.

Ama ağlamadım bir daha gidişlerine.

Her gidişin yalnızca bir gidiş olmadığını anlarken.

Öyle ki, Eba Eyyub’e bile ağlamadım,

Dönmeyeceğinden eminken.

Gidenlerin her bir geri döndü Anadolu.

Kimileri Kafkasya bahadırlarının yüreklerinde,

Kimileri siyah derili Afrikalıların alınlarındaki nurda.

Her birinin selâmını aldım.

Hatta telaffuzlarını işittim,

Dili farklı, rengi muhtelif, milliyeti ayrı insanlar ‘Lebbeyk’ deyip,

Hacer-ül Esved’i selâmlarken.

Anadolu, hey Anadolu!

Her gidiş, yalnızca bir gidiş değil.

Hele kaçış, asla değil.

Ancak Musa gider sarayına,

Çıkamaz zira Firavun Tur Dağı’na.

Doğduğu ufukta duran güneş duydun mu?

Hazreti İbrahim bucak bucak dolaşır da,

İbrahimî olan durur mu?

Çölleri aşarken Hazreti Mesih,

Mesih Soluklular durgun olur mu?

Ve saati geldiğinde, gider de Hazreti Muhammed,

Yakışır mı Muhammedî olana gitmemek?

Bırak şimdi gidişlerine yanmayı gidenlerin!

Gidenlerinki yalnızca hüzünlü bir gurbet değil.

Çektikleri, sadece hicranlı bir hasret değil.

Heybesinde hayat olanlar,

Çorak kalmasını istemez hiçbir toprağın.

Yaşatmak için yaşayanlar,

Kardelenler gibi karda açarlar.

Ve bağrında açtıkları kışlara,

Baharlar taşırlar.

Senden evvel çocuklarını coğrafyalara serpiştiren bendim.

Yürek yürek Hazreti Muhammed ışığını kıtalara taşıyan,

Ben.

Şimdi sensin…

Hiç durmadan dağıt,

Işık Süvarilerini karanlıkların üzerine!

Sal Muhabbet Fedailerini nefretlerin üstüne üstüne!

Bir ‘Ak Yol’ çizsinler kıtalar arasından,

Fikirler arenasından.

Ve yürüsün Sevgi Kervanları!

Hazreti Muhammed Katarları dizilsin yollara!

Kalmasın uğranmadık kıldan bir çadır,

Taştan bir kulübe, tahtadan bir ev!

Ve “Kalmasın el uzatılmadık mahzun bir gönül!”

Bırak gitsinler!

Bir gün döneceklerinden emin olarak.

Bunu sana ben söylüyorum,

Senden evvel coğrafyalara çocuklarını serpiştiren Mekke olarak.

Gidenler yüzbinlerle dönecekler.

Ve bir gün Hicaz’ın yollarına düştüklerinde,

“Mekke’nin yolu Anadolu’dan geçer.” diyecekler.

Vefa yudumlamış yürekleriyle,

Evvela sana gelecekler.

Selâm verecekler.

Dikkat et şivelerine!

Söylediklerini ya bir Bursalı,

Ya Diyarbekirli, ya da bir Vanlı gibi söyleyecekler.

Sen de anlayacaksın,

Nereye, kim gitmiş.

Gelenler, hangi gidenin avuçlarından su içmiş.

O zaman zaten öğreneceksin,

Şimdi de bil Anadolu!

Hey Anadolu!

Her gidiş, yalnızca bir gidiş değil.

Hele asla, kaçış değil.

Kuşkusuz, bazıları da dönmeyecekler.

Ama,

Onlar da,

Gittikleri toprakların bağrına birer tohum gibi girecekler,

Yeşerecekler.

Toprağın sinesine inen bu yürekler,

En amansız iklimlerde bile,

Sana açılmış sımsıcak kucaklara dönüşecekler.

Uzatmayalım artık Anadolu…

Hey Anadolu!

Her gidiş, yalnızca bir gidiş değil.

Hele asla, kaçış değil.