Ramazan; kalbin mideye hükümranlık kurduğu aydır. Ramazan; “Mide medeniyeti” halini andıran dünyamızı, “Kalp medeniyeti inşacıları”nın yanına götürebilme gayretinin serdedildiği mevsim olmalıdır. Bu gayretler gerçekleşmiş olursa, işte o zaman uhrevîleşir ve bizden önde giden eslâfa yakışır bir halef oluruz.
Ramazan; sâir aylarda yapılan yanlış ve günahların hâl diliyle tevbesidir. Ramazan; (tabir câizse) insanın bütün cihâzâtıyla birlikte rektifiyeye girdiği aydır; bütün uzuvlarını gözden geçirecek, ramazana hazır hale getirecek, sonra da gücü yettiği nispette letâifini…
Ramazan; “Hayır-hasenat ayı, yardımlaşma, tefekkür, daha çok ibadet, temizlik, küskünlerin barışıp mutlu bir cemiyet hayatının inşası olan bir aydır”, diyecek ve “ruhunun ufkuna yürüyeceği” âna kadar da böyle bir hayatı kendisine rehber edinecektir.
Ramazan; ötelere gönderilen bir “gelin bohçası”dır. Burada çeyizimize neler koydu isek, orada bizim önümüze de onlar konulacaktır. Bu manâda zarfla mazruf birbirinin mütemmim cüz’üdür. Ramazan ne kadar önemli ve hayâtî ise, onu değerlendirmek de o kadar önemli ve hayâtî olmalıdır, şeklinde düşünülmelidir.
* * *
Ramazan; nefse karşı direnme, teravihle dinlenme, iftarla bölüşme, sahurla düşünme, gündüzleri Kur’ân’la bütünleşme, zikir, fikir ve şükürle de süslenme ayıdır.
* * *
Ramazan öyle bir Aydır ve dünyada eşi bulunmaz bir Yay’dır ki; insan eğer şuurlu bir metafizik gerilime geçer de bu yay’a Ok olmayı başarabilirse gideceği menzil ötedeki “Reyyân”dır. O halde yayımızı çok germeye çalışalım. Zîrâ ok, yayın gerilim nispetine göre yol alır.
Ramazan; gecesi gündüzü kadar, gündüzü de gecesi kadar kıymetli mübarek bir aydır. Hele seher vaktinin incilerinden daha önce payına düşen talihlilerin bu bereketli vakitleri kaçırmak gibi bir düşünceleri olamaz. Aslında sahur, önceleri gece ibadetine alışmamış olanlar için de fevkalade kolay imkânlar sunmaktadır. Hiç olmazsa bir teheccüd alışkanlığı kazanabilmek için bu aydaki sahuru büyük bir ganîmet bilmek gerekir. Hak dostunun da ifade ettiği üzere;
Vakt-i seherde Açılır perde Düştüğüm yerde Derman sendedir.
Düşmüşüm kaldır Mihnetim oldur Ağlarım güldür Derman sendedir.
Benim bîçâre Kaldım âvâre Yürek pür-yâre Derman sendedir.
deyip, ilâhî huzurun mutlak neşvesine girmenin yollarını aramak gerekir.
Ramazan; helal ve harama daha bir dikkat edilmesi gereken aydır. Hassaten gözün harama uzak kalması bu ayda daha bir önem arzeder. Günahların seylâplar halinde gözden gönle akmasını, kalp şehrinin günah seylâplarıyla istilaya maruz kalmasının önüne geçilmelidir. Bu hem kalpleri incitir, hem öteleri mahveder, hem de ümmetiyle çok irtibatlı Hz. Rûh-ı Seyyidü’l-enâm’ı rahatsız eder. Allah Rasûlü, bizim günaha girmemizle rahatsız olur. Bunu hisseden bir kalbe sahip olmak o kadar önemlidir ki, Efe Hazretleri bir şiirlerinde şöyle der:
Bulaşma çirk-i dünyaya vücûdun pâk ü tâhirken Güvenme mâl ü mülk ü mansîbın ifnâsı zâhirken Nic’oldu malı Karun’un felek bağında vâfirken Nedir bu sendeki etvâr ü dert gönlün misâfirken
Felekte hâsılı insân isen bir cânı incitme Günahkâr olma Fahr-ı Âlem-i Zîşân’ı incitme.
İncinsek bile incitmemeli, kalp kırmaktan, gönül yıkmaktan uzak durmalıyız.
En özel manasıyla “oruç” yılda bir kere bir aylığına tutulur. Hâlbuki Müslümanın yol azığı her daim arkadaşı olmalıdır. Senenin sâir günlerinde de (Pazartesi, Perşembe gibi) vücudun ve ruhun alıştırılması adına bu oruca alışılmalıdır. Orucu sadece mideyle de sınırlandırmamalı; yalana-dolana, sû-i zanna, gıybete, dedikoduya karşı da oruç tutmalıyız. Belki bu gibi günahlara karşı korunmak adına en güzel egzersizi de bize Ramazan orucu verecektir. Zîrâ sene içerisinde sürekli yiyen bir insan ramazana geldiğinde çok zorluk çekiyor, belki de sırf bu yüzden orucu her yönüyle içselleştiremiyordur. Zor olan da birden bir aylık oruca başlamak, vücuda birden yüklenmektir. Vücuda yekden yüklenmenin ruha da ağır geleceği muhakkak olduğundan ve de kalp ve mide dengesi tam sağlanamadığından manevî füyûzât hislerinden fazlasıyla nasiplenmemiz söz konusu olamıyor. Farklı bir mevzu olsa da (Namazla ilgili) konumuzu tam olarak şerh edecek bir misâl arz edelim.
Naklederler ki adamın biri Ebû Yakub İshak Nehrecûrî hazretlerine (ks) gelerek; “-Namaz kılıyorum, ancak kıldığım namazın hazzını, tadını gönlümde bulamıyorum.” der. O da şu cevabı verir; “-Gönül Rabbini sadece namazda talep ederse elbette tat bulmaz. Nitekim meşhur bir söz vardır; ‘Merkebe yokuşun dibinde arpa verirsen yokuşu çıkamaz.’” Namazdaki bu hikmet ne ise, oruçtaki de aynıdır.
Jacob Riis’ın şu enfes yaklaşımı da, aslında konumuza ışık tutma adına güzel bir düşüncedir; “Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa; ama değil kırmak, küçücük bir çatlama bile oluşturamaz onda. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir…”
Öyleyse şairin;
Yâ sâhibe’z-zenbi la taknaten min rahmetillâh Fe inne’r-Rabbe Raûfun Raûfun Velâ terhalen bilâ ‘uddetin Fe inne’t-tarîka ba‘îdün ba‘îdün / mahûfun mahûfun
[Ey günah yüküyle düşe kalka yürüyen insan Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden ümidini kesme O (çok şefkatle ve merhametli) Raûf mu Raûf! Zinhâr azıksız da yola çıkma, çünkü yol çok korkunç, mahûf mu mahûf!]
sözleri bizim için de bir yol gösterici beyan olmalı, halimizi ve tavırlarımızı bu yönde bir eğitime tabi tutmalıyız.
Ramazanda salâtin camilerimizin çehresi de bir başka olur. Her taraf ışıklandırılmış, âdetâ nur huzmesi haline gelmiş camilerimizin gece karanlığında insan ruhuna üfleyeceği ilhamlar ve ibâdet ü taate karşı duyduracağı iştiyak ayrı bir bahistir. Göklere doğru sanki dua dua yalvarırcasına ellerini açmış minareler ve onların aralarına yazılmış mahyalar da geçmiş medeniyetimizden bugüne kalan ışıklı yâdigârlardır. Ramazanda minareler ve aralarına çekilen mahyalar bende hep farklı duygular ihsas etmiştir; bana göre iki minare iki dünyayı temsil eder; aralarına açılan mahyada yazılanlar da buradaki hakîkati.
Nasıl ki iki kara parçasını birbirine bağlayan köprüler vardır, iki ayaklı; Ramazan bayramı ile Kurban bayramı da aynen öyledir; kötü günleri iyi günlere, kötü geçen ayları güzel geçen aylara, huzursuz geçen mevsimleri huzurlu mevsimlere, cehennem-vârî yaşanan hayatı cennet-âsâ bir bahara çeviren, dünyayı âhirete bağlayan köprünün iki güzel ayağı.
Bizi iyiye, güzele, doğruya ve dahi cennete götürecek köprünün ayakları mesabesindeki bayramlarımız…