Engin Sezen, The Circle

“Tarihe bakın. Kanada Yerlileri, Avrupa’dan gelen ilk göçmenlere kucak açtılar, beslediler onları. Bu sıcak karşılama, Kanada’da bir gelenek oldu. Sonradan, bu topraklara her gelen sıcak karşılandı ve imkanlar hep kendileriyle paylaşıldı.” Peter Stoffer

Kanada, kurucu değerlerini ‘birey’ etrafında biçimlendirmiş klasik bir batı ülkesi olmasına rağmen, ‘toplum’ (community) kavramına çok önem verir. Toplum ruhunu, bilincini güçlendiren yasalar, programlar önceliklidir. Bu yüzden kimi gözlemciler, Kanada’yı “Toplumlar Topluluğu” şeklinde adlandırmışlardır. Her geçen gün bir “millet olma yolunda yavaş da olsa bir mesafe kat eden” bu ülkeye yapılabilecek en iyi yakıştırmaladan biri Kaynaşmış Topluluklar (inregrated communities) ülkesi olsa gerek.

Böylesi renkli bir topluma adım atan her göçmenin hazmedeceği ilk erdem hoşgörü; değilse tahammül olmalıdır. Farklı olana hoşgörü, kendinden olmayana tahammül…

Kanada’nın, bunca büyük bir coğrafyayı, bunca farklı etnisitiyi tek bayrak altında toplayabileceği en temel değerdir hoşgörü, farklı olana saygı…

Bu topraklarda, müslümanı hristiyanından, budisti aborijininden, yahudisi hindusudan, herkes birbirinden öğrenecek, yeni’ye ve farklı’ya açık olacak, saygı gösterecek. Bu zengin malzemeden, çeşitli çeşnilerden, sofraya da tatlı mı tatlı bir Kanada aşuresi kotarılacak.

Nitekim, vaktiyle Ottawa’da tanıştığım devlet yetkilisi bir nüfus yönetimi uzmanının (population manegement specialist) dediği gibi, böylesine bir malzeme zenginliğinden mükemmel bir yemek pişirilemezse eğer, ortaya ya karın ya baş ağrıtacak bir bulamaç çıkar… ki eyvahlar ola!

Birlikte yaşama kültürü, Kanada’nın dünyaya sunabileceği en güzel hediye. Günümüz dünyasının da şiddetle, hararetle muhtaç olduğu bir değer bu. Farklı olana tahammülün neredeyse sıfırlandığı pek çok ülke var yaşlı dünyamızda bugün. Çeşitli düzeylerdeki Kanadalı devlet erkanı, Kanada’yı Kanada yapan, güçlü bireylerden oluşan küçük ve sağlıklı topluluklar olduğunun farkında ve ısrarla buraya yatırımlar yapıyor; projeler üretiyor, çeşitli maddi yardımlarla bu alanda çalışanları destekliyor. Hoşgörü, karşılıklı anlayış ve saygı ilkeleri doğrultusunda, farklı birey ve toplumların ortak ve uyumlu yaşama projesinin tatbik edilebileceği büyük bir laboratuvar Kanada. Ülkenin dünyaya ihraç edebileceği en önemli değer.

Kanada’da yakın bir zaman öncesine kadar, yerliler, İngilizler, Fransızlar, kısmen de Amerikanlardan başka bir millet yoktu. Yunanlılar, Çinliler, Ruslar, Japonlar, Araplar, Hindistanlılar, İrlandalılar yoktu. Sonraları popüler bir istikamet haline geldi ülke. Birbirine düşman milletlerin, kan davalılarının bile birlikte yaşadığı bir sokak, bir apartman oldu. Artık her yeni gelen, ister istemez bu kültüre ayak uydurmak zorunda.

Burda, özellikle muhafazakar kesim tarafından Kanada’ya yöneltilen pek çok eleştiri de var:

Dillere pelesenk olan şu çokkültürlülük, Kanada’nın sürüncemeye bırakılmış ( iflas etmiş demiyorum) bir politikası olmaktan çıkarılıp, milli bir kimliğe dönüşmeli. Çokkültürlülük ve Kanadalılık gibi en temel konseptler, artık zihinlerde netlik kazanmalı, hazmedilmelidir. Hakim bir kültürün, değerler sisteminin olmadığı yerde, çokkültürlülük olur mu! Çokkültürlülük, milli kimlik halini almadan, Kanada’nın kendini gerçekleştiremeyeceğini ileri süren bu eleştiriye göre, önümüzdeki 20 yıl içinde, Kanadalı kimliği yerine, ülkenin büyük şehirlerinde küçük Somaliler, küçük İtalyalar, küçük Kudüsler, Mekkeler, Çin mahalleleri, gettoları olacak.

Kanada için meşhur metafordan biri değirmendir. Geleni gideni öğütür, dönüştürür. Ya geldiğiniz ülkenin kültürüyle, Kanada kültürünün hoş ve makul bir bileşimi, uyumlu ortalaması olursunuz; ya da hiç bir şeye benzemez, zamanlar bambaşka bir şey olursunuz.

Göçmenler bu ülkeye, deyim yerindeyse, yontulmaya gelirler. Bu kadar farklı ve bazen de zıt kültürden insan, bir araya gelir; zaman içinde, birbirini yontar da yontar. Güzel olan şey ise, bu yontma ameliyesinin sessiz sedasız , çoğu kez de uzlaşmayla, hatta farkına bile varılmadan süregitmesi…

Fransa’dan sürülen müzmin muhalif Voltaire’ nin İngiltere için söylediği şu söz, aslında biraz da Kanada’yı tasvir eder: “Eğer İngiltere’de sadece bir din olsaydı, despotluk hüküm sürerdi; eğer iki din olsaydı, insanlar birbirinin boğazını keserlerdi. Ancak 30 farklı din var ve insanlar barış içinde yaşıyorlar”. Farklılıkların ahenk içinde varlığını sürdürdüğü Büyük Kanada Toplumu’nda, mozayigin renkleri ne kadar parıldasa da, çimentosunda barış, düzen ve hoşgörü var…

Kanada’yı bir pazıl olarak düşünün, rengarenk bir pazıl! Herkesin elinde bir parça var ve sadece ortak bir çalışma ve dayanışmayla bu pazıl tamamlanacaktır. Her faklı dil,din ve kültürden Kanadalı , kafa kafaya, yürek yüreğe vererek, var olarak var edecektir Kanada’yı.

Devlet kurumlarında başı sarıklı hindusu da, türbanlı müslüman bayanı, siyahisi, Çinilisi de çalışıyor. Bunca yıldır,medyadan izleyebildiğim ve kimi de ilk elden deneyimle gözleyebildiğim bir kaç münferit önyargı dışında herhangi bir uyumsuzluk, sorun yok. Ve bu konuda yasalar detaylı ve çok net.

Ne yazık ki dünyamızda ırkçılığın olmadığı bir yer de yok! Irkçılık, kavimcilik, toprakçılık evrensel bir illet ve her yerde… Şükür ki, Kanada diğer göçmen alan ülkeler gibi hırçın bir milliyetçiliğin, amansız bir ırkçılığın yaygınca görüldüğü bir yer değil.

Bununla beraber, özellikle bir kaç kuşaklık geçmişi olan, burada doğup büyümüş yaşlı Kanadalı’ların zaman zaman yerli yersiz nedenlerle göçmenleri suçladıkları, ve onlara memnuniyetsiz bakışlar savurdukları da bir vakıa. Bu huysuz azınlık , Otel Kanada’nın lobilerinde pinekleyip, giren çıkanı gözlemler, Otel’in yeni müşterilerini bazen lafla, bazen bakışla, tedirgin ederler.

Ilk kuşak göçmenler genelde çileli bir hayat yaşıyor. Yarım akılla, yarım kalple yaşanmış hayat sürüyor ilk gelenler. Bir muhacir ürkekliği ve kiracı psikilojisi… İçinde yaşadıkları toplumun meselelerine ilgisizlik, evden işe, işten eve bir kısır döngü…Hala geride bıraktıklarıyla derin bir hesaplaşma duygusu, zihinsel, zamansal ve mekansal kopmalar, bölünmeler, aidiyet krizleri…İşte kimileri için cennet, kimilerince de , içine hapsoldukları kayıp bir cennet…

Pek çok göçmen, Kanada’ya kalma, burada yaşama niyetiyle gelmiyor. Otel Kanada’nın bu mevsimlik işçileri, biraz para kazanıp, gün görüp, dil öğrenip geri dönebilme telaşındalar. Geri dönenler de var, ancak pek çoğu geriye dönmeye cesaret edemiyor belli bir zamandan sonra.

Bir gün dünyanın hemen her yerini gezmiş genç bir Kanadalı diplomatla Ottawa nehri kenarından geçiyorduk. Dışişlerinin bu gelecek vaad eden Fransız asıllı diplomatı, bir hafta içinde de Türkiye’ye gidecekti. Bir ara nehre bakarak:

“Ottawa benim evim, doğduğum büyüdüğüm yer” dedi.

Henüz ilkokul yıllarındayken nehrin kenarında ailesiyle yaşadığı günlerden söz etti, çocukluk anılarını anlattı. Kocama dişbudak ağacının önünden geçerken, ‘tam da burda işte, annem babam ve kardeşimle piknik yapmıştık’ dedi. Evet, bu topraklarda doğmuş bir kişinin duygularını benim anlamam, nehre baktığında onun gördüklerini görebilmem elbette mümkün değildi. Dostum, kelimenin tam anlamıyla, Otel Kanada’nın “permanent” bir sakiniydi. Bizler ise dışarıdan gelen, otelde kendine yer bulmaya, ayarlamaya çabalayan göçebeler…

Romancı Yani’nin otel metaforunu sevdim. Yetmişiki milletin biraradalığını üzerine oturtup anlamladırabileceğimiz hoş bir benzetme bu… Hatta Yakup Kadri’nin üç katlı Kiralık Konağıyla da hoş izahlar getirebiriz Kanada’ya. Ancak benim Kanada’yla ilgili favori benzetmem Faruk Nafizin Han Duvarları olacak…

Kim ne derse desin tüm göçmenler bir Maraşlı Şeyhoglu Satılmış’tır. Her deneyimli göçmen, yeni yetme bir göçmenin gözlerinde, hatta yürüyüşünde kendini görür, ben de oralarda bulunmuştum, bu yollardan geçmiştim hissini yaşar yeniden. Taze bir göçmen ise, Faruk Nafız gibi Kanada Hanı’nın duvarlarına işlenen geçmişin ve geleceğin gizli kodlarını çözmeye çalışır.

Hayal edelim ki Otel Kanadanın duvarlarında efsanevi Başbakan Baba Trudeo’un şu Kanada duası yazıyor olsun:

”Umutlarımız çok yüksek. İnsanımıza inancımız harika. Bu güzeller güzeli ülke için kurduğumuz hayaller asla solmayacak”