KANADA HİKAYELERİ: Ah Vatan

Engin Sezen, The Circle

Çin mahallesinde lokanta işletiyor, iddialı da bir aşçı; eli pek çabuk, aynı anda bir kaç işle meşgul. Bir yandan da bana laf yetiştiriyor.

İçi vatan hasretiyle dolmuş.

“Babam kendi halinde bir çiftciydi, annem altı çocuk anası. Çocukluğum güzel bir köyde, mutlulukla geçti.  Babam,  bir iş bulunca, şehre taşındık. Annem de bir lokantada aşçı olarak işe başlamıştı. İlk başta, şehre gideceğimiz için sevinçliydik.”

Lu Hang Long, gelen siparişleri çabucak hazırlayıp garsonlara hazır ediyordu. İşinin ehli olduğu her halinden belliydi. İşyerinin sahibi olmasına rağmen, herkesten daha çalışkan ve daha canlı kanlıydı.

Bir telefon geldi.  Mutfaktan dışarı çıktı. On dakika kadar sonra geri geldi. Memleketten, Laos’tan…Kızkardeşiymis arayan. Bu telefon konuşmasıyla yüzünün daha da bir dinginleştiği söylenebilirdi Anlayma devam etti.

“Ülkemizde savaş vardı o zamanlar. Ne olacağı hiç belli değildi.” diye girdi yeniden söze…

“1975’te komünistler ülkemizi işgal ettiler. İki ablam, iki abim bizi bırakıp Thailand’a geçtiler. Küçük kız kardeşim, annem ve babamla kaldık. Küçüktüm, korku içindeydim. Abilerimin, ablamların bir kaç ay sonra geri geleceklerini sanıyordum. Bir daha hiç geri dönmediler. Komünistler, annemi ve babamı gözlerimin önünde öldürdüler. Beni ve kızkardeşimi de alıp, bir kampa götürdüler. Ben, bir zaman sonra yolunu bulup bir kaç arkadaşla, gerilla olarak savaşmak için dağlara kaçtım. Gözyaşları içinde, küçük kızkardeşimi arkada bıraktım…”

Gözleri doldu ama belli de etmemeye çalışıyordu.

“Üç yıl boyunca , dağlarda gece gündüz savaştım, çok aç susuz kaldığım olmuştur. Hayatın hiç bir anlamı yoktu artık. Babamı, annemi feci bir şekilde öldürdüler, kardeşlerim nerede hiç bir haberim yoktu. Tek emelim, gözyaşları içinde bıraktığım küçük kardeşimi tekrar görebilmek ve annemle babamın öcünü alabilmekti. Evet içimi çok kuvvetli bir intikam duygusu yitip bitiriyordu. Dağlarda, en yakın arkadaşlarımı kaybettim. Çok ihanetler görüp, türlü işkenceler çektim. Laos ile Thailand arasında uzun ve geniş bir nehir vardır. Kaç defa yeltendim, karşıya geçmeyi, ama cesaret edemedim. Nihayet bir gün gözümü karartıp, deli dolu akan nehrbırakıverdim kendimi. Elimde büyükçe bir tahta parcası vardı. Uzun bir ölüm kalım mücadelesi içinde karşı sahillerde buldum kendimi. Sahilde karşıya geçerken ölen cesetler gördüm. Kısa bir süre sonra da Thailandlı askerler beni yakaladılar ve bir kampa götürdüler. Iki yil da bu kampta geçirdim. Geceleri, aklıma hep küçük kızkardeşim gelirdi, ağlardım. Ne kadar da kimsesizdim!”

Dışarı çıktık, bir sigara yaktı. Kar, ince ince atıştırmaya devam ediyordu. Ottawa kışları da ne kadar çetindir! Esnaftan bir kaç kişiyle selamlaştı.

Long, anlatmaya devam etti:

“Gidecek hiç bir yerim yoktu. Hergün sabahtan akşama en ağır işlerde çalıştırılıyordum, akşam da bir kase yemekle idare ediyordum. Bir kaç defa intihara teşebbüs ettim, yapamadım, kıyamadım canıma. Bir gün, bir mektup geldi. Abimden. Tam on yıl sonra. İzimi sürüp, nerede olduğumu bulmuş. Zannediyorum, hayatımdaki en mesut günümdü bu, umutla dolduğum bir gün. Kısacık bir mektuptu, ama bin kez okudum desem yalan olmaz. Beni, Kanada’ya çağırıyordu abim. İyi de nasıl gidebilirdim ki!”

“Daha sonra, bir kaç mektup daha geldi. Davetiye, para falan gönderdiler. Ancak mektuptan, yaklasık üç yıl kadar sonra, Kanada’ya gidebildim. İlk Montreal’e indim. Abimler ve ablalarım; tanımadığım eşleri ve yeğenlerim beni karşıladılar. Sevinçle sarıldık birbirimize. Acı dolu günler, geride kalmıştı. Yine de hepimizde buruk bir sevinç vardı, küçük kardeşimiz kimbilir nerelerdeydi, yaşıyor muydu? Kimsenin hiç bir haberi yoktu. Hoş beş günleri bitince, ben hayatımı kazanmak için, Ottawa’ya taşındım. Evlendim, ayrıldım, bir kız çocuk sahibi oldum. Eşim de hala bu mahallede yaşar, başka biriyle evlenmiş galiba; neyse ki kızımı hemen hemen her gün görürüm. Dükkanın önünden geçerken uğrar, bir selam verir, günümü aydınlatır.”

“Hayır. Ülkeme hiç geri dönemedik. Gitsek, akibetimiz ne olur, onu da bilemem ya… Tam bes yıl sonra kardeşime ulasabildik. Halen Laos’ta yaşıyor. O da evlenmiş. İki erkek çocuğu var, hatta birine benim adımı vermiş. Az önce yine o aradı. Paraya ihtiyacı varmış, bugün öğleden sonra onu göndereceğim. Ailecek hep benim elime bakıyorlar. Aklımda, hala çocukluğumun geçtiği, o köy evimiz var. Babam, avlu kapısında, öküzlerle birlikte görüldüğünde, oyunu bırakıp koşar dizlerine sarılırdık. Ne mesut bir adamdı! Akşam yemeğinden sonra, altı kardeş, annemden en güzel masallları kimbilir kaçıncı kez dinlemek için lambanın etrafına toplanırdık.

Sükür ki şimdi halim vaktim yerimde. En önemlisi sağlığım yerinde. Ama içimdeki vatan hasretini söküp atamıyorum bir türlü,  çocukluğumun geçtigi o yerler, her daim gözümde tütüyor.”

Dükkana oniki yaşlarında genç bir kız girdi, Long’a sarıldı. Bu kızıymış.

Ben izin isteyip ayrılırken, akşamın ilk ışıklarıyla, Çin mahallesine lapa lapa bir kar yağıyordu