Osmanlı-Cumhuriyet romanının ‘Modernleşme’ sorunsalını temellük edişinin ne kertede ‘sahih’ karakterler üzerinden inşa ettiğini sorgulamak gerekiyor. Daha önce de işaret etmiştim, Tanzimat ‘Modernleşmesi’nin neredeyse tümüyle, ‘Alafranga Züppe’ karakterlere atıfta bulunularak ‘Aşırı Batılılaşma’ biçiminde ortaya konulması, bizi Tanzimat romanlarının Tanzimat Modernleşmesini ‘sahih’likle temsil edip etmediği üzerinde düşünmeye götürmelidir.
Tanzimat modernleşmesini taşıyan özneleri Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Fuad Paşa, Ali Paşa gibi ‘entelektüel kimlikler’ mi, yoksa Bihruz Bey, Felatun Bey, Ali Bey gibi ‘Alafranga züppeler’ mi temsil etmeliydi (etmelidir)? Nasıl olmuştur da Namık Kemal, ‘İntibah’ romanında ‘Modernleşme’yi, kendi biyografisi üzerinden değil de, ‘Ali Bey’ gibi bir ‘Alafranga Züppe’ karakter üzerinden okumaya kalkışmıştır?
Bu durumda, iki ihtimalin sözkonusu olduğunu öne sürmüştüm: Tanzimat ‘modernleşmesi’nde ya (i) bu modernleşme’yi temellük etmiş gibi gösterilen Bihruz, Felatun ve Ali beyler gibi özneler başat (hakim; dominant) kimliklerdir, dolayısıyla, Tanzimat ‘modernleşmesi’ bir ‘Aşırı Batılılaşma’dan başka bir şey değildir; ya da (ii) Tanzimat romancıları, gerçeklikte ‘aşırı’ olmayan bir Modernleşmeyi, aşırı bir Batılılaşma olarak göstermişlerdir: İlk ihtimal doğruysa, Tanzimat Modernleşmesinin bir ‘Aşırı Batılılaşma’ olduğu ve bu ‘aşırı’ Batılılaşmayı Bihruz, Felatun, Ali beyler gibi karakterler üzerinden okumakla Tanzimat romanlarının, gerçekliği ‘sahih’ bir biçimde temsil ettikleri söylenmelidir. Yok, şayet ikinci ihtimal doğruysa, o takdirde de Tanzimat romanları, ‘aşırı’ olmayan bir ‘Modernleşme’yi, ‘Alafranga Züppe’ler üzerinden okumakla gerçekliği ‘sahih olmayan’ bir biçimde temsil etmişler, demektir.Bu ikilemin ortaya koyduğu sorunsal nasıl çözülecektir? Cevap, Türk romanının Cumhuriyet döneminde ‘modernleşme’ episteme’sini taşıyan roman karakterlerinde aranmalıdır. Bu karakterler arasında, şu ya da bu bağlamda ‘Bihruz Bey Sendromu’ gösteren kimlikler varsa eğer, ‘aşırı Batılılaşma’nın Tanzimat sonrasında bir dönüşüme uğrayarak devam ettiği söylenebilir. Söylenmelidir;- çünkü ‘Bihruz Bey Sendromu’, Osmanlı Modernleşmesi’nin ‘Aşırı Batılılaşma’ oluşunu gösterdiği gibi, Cumhuriyet modernleşmesinin de, Oryantalizme dönüşen bir ‘Aşırı Batılılaşma’ olduğunu gösterir.
Burada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tanıklığı gerekiyor. Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler’de ‘insanı realiteye, realiteyi altındaki kökleşmiş meseleye irca etmeden bu memleketin edebiyatının yazılacağına (…) kani değil[dir].’ Öyleyse ne yapmak, daha doğrusu ne yapmamak gerekiyor: Tanpınar’ın cevabı şöyledir: ‘Bu cemiyetin insanı[nı] (…) yabancı adeselerin tuttuğu ışıklar altında görmekle, yahut realitesine hiç bakmadan sadece zihnin bir mahsulü gibi yaratmakla hiçbir şey elde edilemez.
Cumhuriyet romanında Tanpınar ve Oğuz Atay dışında, Modernlik episteme’sini ‘insanı realiteye, realiteyi altındaki kökleşmiş meseleye irca’ ederek sorunsallaştıran bir tek romancı yoktur. Bu yargımı, ‘aşırı’ bulacaklar olabilir; ne var ki, tipik örneğinin Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ında temsil edildiğini gördüğümüz ‘C’, Tanzimat’ın ‘aşırı Batılılaşmış ‘Alafranga züppe’lerinin Oryantalist Cumhuriyet Modernleşmesindeki devamıdır.
Aylak Adam C, adının ima ettiği gibi bir ‘aylak’sa eğer bu aylaklık, sahih bir flaneur (‘düşünü-gezer’) kimliğine tekabül etmez. Zira flaneur, kalabalıkların adamıdır ve Benjamin’in belirttiği gibi,’Bu kalabalığa bir ruh kazandırmak, flaneur’ün asıl dileğidir.’ C ise, kalabalığa, tanıdık bir yüz bulabilmekten öte bir anlam atfetmez. Dahası ve asıl önemlisi, flaneur kimliği, her şeyden önce, meta üretiminin bir alegorisidir. Flaneur’ün yalnızlığı Terry Eagleton gibi söylersem, metaın kendi içindeki çelişkili biçimidir: ‘Onun yalnızlığı metaın fragmanter varoluşunu yansıtır.’ Eagleton, ‘Benjamin’[in], metadan, kalabalıkta “terk edilmiş” olarak söz ettiğini’ bildirir bize. Flaneur’ün [kalabalıkta] bir iz bırakmadan özgürce aylaklık yapması, ‘metaın üretimin izlerinden soyutlanmış olarak’ dolaşıma girmesidir.
Kısaca, flaneur, burjuva mülkiyet ilişkilerinin ürettiği bir kimliktir. Atılgan’ın aylak adamı C.’nin 1940’lar Türkiye’sinde bir flaneur olarak kendisine bir ‘kimlik’ inşa etmesini imkanlı kılacak tarihsel ve toplumsal koşullar sözkonusu olamayacağına göre, onun bir ‘flaneur özentisi’ olduğunu söylemek gerekecektir. ‘Aylak Adam’ C, yani,1940’lar ve 50’ler Türkiye’sinde bir Oryantalizm olarak temellük edilmiş olan Modernleşmenin ürettiği ‘aydın’ tipi! Flaneur olamayan, ama flaneur olmaya özenen; bunalmayan ama bunalmaya özenen; Avrupalı değil ama, Avrupalı gibi olmaya özenen genç ‘aydın’lar! ‘Cumhuriyet tipi Alafranga züppeler’!Bu kuşak, bizim kuşağımızdır ve artık aradan uzun yıllar geçmişken, bir özeleştiri yapma zamanımız gelmiştir…