Engin Sezen, The Circle

2011’de, Cemaat ve AKP arasından su sızmadığı o mesudane günlerde,  Hepimiz 28 Şubatçıyız başlıklı bir yazım yayınlandı Rotahaber.com’da.

Kişisel deneyimimden hareketle, İslamcısından, Cemaatçisine, solcusuna sağcısına verip veriştirdiğim bir yazıydı o. Çünkü hepimiz çok kötü bir sınav vermiştik o günlerde…Samimiyetsizdik. Türk demokrasinin en büyük yol kazalarından biriydi ve evet milletçe sınıfta kalmıştık.

O yazı, biraz da birilerinin o dönem yere göğe sığdıramadığı, ‘’Necip Millet’’e karşı bir veryansın yazısıydı.

Hani, İstiklal Mücadelesi’nin hemen ertesinde binlerce öz evladını İstiklal Mahkemeleri’nde  yargılayan, hatta yargısız infazlarla Ulucanlar’da asan, kesen “necip millet”in ahfadına seslenen sitemkar bir yazı!

Anlamaya çalıştığım şuydu:

Şefkatli, merhametli  bir milletin içinde, o caniler, o zorbalar, o katiller nasıl  barınabilmişti ve kendi çocuklarına nasıl bu kadar hunharca kıyabilmişlerdi!

28 Şubat faturasını sadece bir kaç paşaya, bazı müzevir gazetecilere, siyasetçi esnafına, bürokratlara…. kesip  işin içinden çıkıvermek işimize geliyor. Böylelikle, müptelası olduğumuz müşterek  günahımızdan  (collective guilt), utancımızdan… kurtulduğumuzu sanıyoruz belki de!

Oysa, bu  günah, 28 Şubat’ta pusup kalarak geçiştirivereceğimizi sandığımız seyyiatımız, gelecek nesillerin de ibret alabilecekleri bir  tevbe-i  nasuh gerektiriyor!…

Yakın tarihimizin bu meşum vakası, bu acı tecrübe, toplumumuzun demokrasi bilincini içselleştirmesine, birlikte yaşama anlayışının yerleşmesine vesile kılınmalı!…

Heyhat,  toplum olarak, bu bilinçten hala ne kadar da uzağız!

28 Şubat’ın müsebbipleri, sonrasında da 1000 yıl sürecek diyen müdafiileri, öyle görünüyor ki bu toplumu, kendisini yerli yersiz Necip Millet hamasetiyle övenlerden daha iyi tanıyor olmalıydı!
Hatta, bu cehalet ve duyarsızlıkla, 1000 yıldan da fazla sürer 28 Şubat zihniyeti.

Güce  tapılan, kuvvete yahşi çekilen bu topraklarda, 28 Şubat ruhunun her an hortlayabilme ihtimali sürekli sözkonusu olacak,  28  Şubat  farklı  şekil ve şemaillerde belki bin yıl değil, ebediyen  sürecek.

Eğer, 28 Şubatçıları yargılamak için bir Nurnberg Mahkemesi kurulacaksa, topyekün bir millet olarak sanık sandalyesine oturmamız gerekiyor.  Evet, ne yazık ki suçlular aramızda:  sen ben o siz biz onlar…

28 Şubat döneminde ben de İstanbul Fatih Koleji’nde idealist bir  muallimdim.

Daha çok gençlere mahsus uçarı hallerle isyan duyguları içindeydim. Belki, kendi çapımda verdiğim bir mücadele vardı;  ama  henüz hayatının baharını yaşayan biri olarak kendimi ne kadar yorgun hissediyordu. Derin bir  ümitsizlik içindeydim.  O dönemlerde yapılabilecek en iyi şeylerden biri askere gitmekti, ben de gittim. Haziran fırtınasının ortalığı  kasıp kavurduğu o günlerde askerdim. Zor mu zor bir 8 aydı benim için Denizlili günler.

Asker sonrası daha da zordu. Çok yakın aile efradımın hayatını doğrudan, çok büyük biçimde etkileyen zulümlere maruz kaldık. Binlerce memur işinden oldu o günlerde. Milyonların bu zulümden haberi yoktu. Çoğu ocakta ölüm sesizliğinin hüküm sürdüğü 2000 yılının Temmuz’unda pek çok kişi tatlı tatlı tatil hayalleri kuruyordu.  Derdimizi anlatmaya çalıştığımız pek çok büyüğümüzden duyduğumuz sadece bir kuru nasihatti.

Onbinlerce  özbeöz vatan evladının  hayatı karartıldı.

Ellerindeki master  ve doktora diplomalarıyla ortada kalakaldılar,  sekreter bile olamadılar; onların hikayeleri yazılmadı henüz…bugün sadece siyaseten kullanıldılar, mağduriytlerinin ekmeğini bugün siyaseten yiyenler yiyor. Evet, net bilgi: Bugün, 28 Şubat’ı adeta bir zafer bayramı neşvesiyle kutlayanların çoğu o günlerin mağdurlarından  değildi.

Binlerce gariban avukat, doktor, mühendisin canına okundu. Sonradan da ağızlarına bir parmak bal çalındı, geçildi.

Neme lazımcı, hepbanacı tutumlar ve hamsofta kaba yobaz bir din anlayışı, kafatası milliyetçiliği,  bağnaz laiklik… her zaman 28  Şubatlara zemin hazırlayacak…Bugün de, yarın da.

Bu meyanda, isterseniz o  dönemin perde arkasındaki  bazı  aktörlerine kısaca bir  göz  atalım:

Bölüğünü, taburunu,  tugayını  fişleyerek terfi- rütbe peşinde koşan komutan  ne kadar  28 Şubatçıysa,  mangasındaki erleri, silah ve kader arkadaşlarını  üstlerine   gammazlamak için açık  kollayan Tokatlı onbaşı,  Çankırılı  yazıcı,  kısa dönem asker arkadaşlarının fişlemelerini  maharet  ve şevkle  bilgisayara  geçiren ilahiyatçı  yedek  subay da  o  kadar 28  Şubatçıydı. Kendileri belki askerliklerini rahatlık içinde yapıp  tamamladılar, terhis  olunca da gerektiğinde  hortlatmak  üzere 28  Şubatçı ruhlarını  da yanlarında  alıp memleketlerine  döndüler.

Yegane vazifesi okulundaki öğretmenlerini gammazlamak ve raporlamak olan gölgesinden korkan ülkücü, mukaddesatçı, muhafazakar, dinidar  bilumum okul müdürleri, müfettişleri de dönemin gaddar  28 Şubatçı Maarif Nazırı kadar 28  Şubatçıydı! Bugün, sadece kabuki değiştirerek AKPli bürokrat oldular.

Bütün işten atılma ve ihraç davalarına  hiç geciktirmeden cevab-ı red veren siyasetle malul olmuş o Danıştaydaki devletlüler de, az 28 Şubatçı değildir.

Başıörtülülüleri Milli  Eğitim Müdürlüğü binalarına sokmayan kapıdaki görevli, itiraz dilekçesini bile almayarak çöpe  atan kraldan fazla kralcı evrak  kabul memuru  da 28  Şubatçıydı!

Kararlara imza çakan muhterem siyasiler…

Cumaları kürsüde ellerine  tutuşturulan hutbeleri  harfi harfine  okuyan, imani meseleler bir  yana,  her biri  bitki çiçek  börtü  böcek  vaizi olan resmi hizmete mahsus imamlar…

Neylersin viran olası  hanede evlad u iyal var…değil mi!

Üniversitedeki odasında pısırık pısırık oturup da dua hakkını,  inşallah  sıra  bana gelmez diye  kullanan miskin akademisyenler…Evet, o her dönemin  adamı ve idare-i maslahatçısı akademisyen bozuntusu…hala orada…

Bugün mağduriyet edebiyatı yapan ve İslamcı analizleriyle mangalda kül  bırakmayan korkak mı korkak, pısırık mı pısırık muhafazakar köşe  yazarları…bugün sadece iktidar nimetleriyle mesrur.
Ellerinde çetele, halkı sokak  sokak ev  ev fişleyen mahalle  muhtarları…bugün elleri avuçları çatlayasıya birilerini alkışlıyor. Yarın kime temenna çekeceklerini Allah bilir!

Sadece vicdanlarımızı değil,  ceplerimizi  de  kurutan 28  Şubat’ın siz sayın banka memurları,  ultra çağdaş memureleri…ihlaslı  kazanç  kurumlarının  genel müdürleri…Ben, bu tiplerin hepsini gördüm cinayet mahallinde…Ne yazık ki yarın da göreceğim.

28  Şubat  şahs-ı manevisinin  prototipi  ve mümessil- i azamı Demirel’i 40 yıldır  bu memleketin başına musallat  eden siz bilumum sağcı,  muhafazakar,  mukadesatçı halk  kitleleri…
Muhafazakar dergilere,  gazeteler  vs.  reklam vermekten korkan muhafazakar işadamları…
‘’Bana dokunmayan yılan yaşasın’’ diyen cemaatçisi, tarikatçısı…

Liste o kadar uzun ki!…

Ve ben… ya ben!

Her gün çalıştığı okulun öğretmenler odasına gelip üniformalarıyla  oturan, keyfine göre derslere girip okulu  teftiş eden Albay’a  “komutanım siz  niye  kışlanızda  değilsiniz, burada ne işiniz var” bile diyemeyen ben….Ülkenin günbegün kararan havasında nefes alamayan ve nihayetinde terk-i diyar eden ben, evet ben de öyle sütten çıkmış ak kaşık falan değilim, evet benim de o toprakların çocuğu olarak içimde bir 28 Şubatçı zorba ruhu var.

Milletin iradesini  darbe ve sadmelerle mefluç  eden gizli komitaların  heveskar  gönüllüleri aramızda oldukça… işimiz  zor. Biri gidip bir diğeri gelecek!

Dün mağdurlar başkaydı, bugün başka…böyle giderse yarın da başka mağdurlarımız olacak. Belki bugünün zalimleri, yarının mağdurları olacak. Bu kez de başka çocukların boynu bükülecek, anaların bağrı yanacak, bu kez başka babalar gizli gizli ağlayacak…başka ocaklara ateş düşücek.
Oysa, ayrılığa gayrılığa dur, yeter artık, demek bu kadar zor olmamalıydı! 28 Şubatlar 1000 yıl sürmemeliydi! Sürmemeli…

Ama duam şudur:

Allah bir daha bu millete  ebediyete kadar 28 Şubat  zulümleri göstermesin; ve bundan böyle Allah aşkına 28 Şubatçılara ilk taşı 29 Şubatta doğanlar, yani gençler, masumlar atsın.

Not: Bu yazı,  http://munferitmusluman.blogspot.com/ adlı sitede yayınlandı.