Engin Sezen, The Circle

Kulakları çınlasın Ali Fuat Bilkan, elime Mehmet Çavuşoglu’un Divanlar Arasında kitabını tutuşturuvermişti. Yıl 1994 olmalı. Ankara, Gazi.

Merhum Çavuşoğlu’nun o kitabı bana Divan Edebiyatını bir başka sevdirdi.


Klasik Edebiyatımızla ilgili Agah Sırrı Levent’in, Nihat Sami Banarlı’nın da bu türden, okunması doyumsuz kitapları vardır. Ve elbette sevgili hocam merhum Cem Dilçin’in o ölümsüz eseri: Şiir Bilgisi.

Ali Fuat Bey, “ömrünü divanlar arasında geçirmiş bir edebiyat insanıdır” diye takdim etti hocayı.

O kitabın tadı da yadı da damağımdadır hala.

Çavusoğlu hoca, Haydar Paşa Lisesinden Mahir İz ve Nihal Atsız’in talebesi olmuş. Üniversite yıllarında da Mehmet Genç, Erol Güngör ve Sezai Karakoç gibi muhafazakar aydınlarla yarenlik yapmış, hemhal olmuş. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ın nezaretinde “Yenişehirli Avni Bey Divanı” isimli lisans tezini tamamlayan hoca, öğrenciliğinde, Beyazıt’taki Küllük, Marmara Kıraathanesi ve Çınaraltı gibi kültür mekanlarında Muzaffer Ozak ve Fethi Gemuhluoğlu gibi isimlerin sohbetlerine de katılıyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Ali Nihat Tarlan’ın yanısıra, Ahmet Hamdi Tanpınar, Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Mükrimin Halil Yinanç, Mehmet Turhan gibi hocalardan ders alıyor. Çavuşoğlu, Divanlar Arasında isimli kitapta Divan şiiri hakkındaki görüşlerini sunar. Metin şerhi örnekleri sunar;, şerhi mütun alanında inkişaf etmek isteyenlerin nelere dikkat etmesi gerektiğini örnek beyitlerle ve açıklamalarla anlatır.

Ankara Üniversietsinde merhum Cem Dilçin hocamız da bana bitirme tezi olarak Nevadürül Asar türünden bir 19. Asır derlemesinin transkripsiyonunu vermişti. Alah kendisinden razı olsun, o gündenberi sevdiğim Divan şiirlerini kaydettiğim bir defterim hep olagelmiştir. Şimdi artık ikisi de Hakkın rahmetine vasıl olmuş Çavuşoğlu ve Dilçin hocalarımızı rahmetle yad edip, defterimden İntihabat-ı Sezen’den size örnekler sunmak isterim. Bunu zaman zaman yapacağım. Zira ki, şiir bir yana dünya bir yana, hele ki Osmanlı şiiri…

Nadan kelimesi… kulağa  ne hoş geliyor değil mi? Oysa ki kadim lisanımızda, cahil, görgüsüz, kabasaba, münasebetsiz, üstürupsuz demektir. Nitekim, sohbet-i canan baldan tatlıyken, sohbet-i nadan zehirden acıdır.

Bakın ne buyurmuş bilge şairimiz Ziya Paşa:

“Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz

Divanelerin hemdemi divane gerektir”

Şahi de hemfikir Paşa’mızla:

“Dil-i cahilde olmaz nur-i irfan

Ki nadanın olur kalbi de nadan”

Bu da Kul Himmet’ten:

“Nadana söz atıp dile getirme

Cahile uyup da kendini yitirme”

Kul Himmet’ten bahsedince Kul Nesimi’yi de hatırlayalım:

“Hakikat ilmini cana, sakın öğretme nadana

Ki sarraf olmayan vermez bahayı dürr ü mercana”

Usuli de nadanların yol yordam bilmeyişlerinden bizar:

“Seçer mi ademi hayvan olanlar

Ne bilsin hemdemi gevheri nadan olanlar”

Ömer Seyfettin’in Nadan hikayesine serlevha ettiği beyti hatırlayalım:

“Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene

Çünkü nadan ne gelirse söyler diline”

Baki de zamanının kadri bilinmeyenlerindendir. Şöyle diyor:

“Söz güherdir, ne bilir kadrini güherin nadan…”

Namık Kemal, her zamanki gibi eyvallahsızdır; zerre prim vermez nadanlara:

“Minnetle içmem ab-ı hayatı

Dil teşne olsam nadan elinden”

Bu berceste de mevlevi şairimiz Şef’i’den:

“Sükut etmek gibi alemde nadana cevap olmaz”

Nadanlar sanırım şairimiz Cevri Efendi’ye çok cevretmiş:

“Her ne mihnet çektirirse razıyım Cevri felek

Tek heman mihnet-keş-i nadan etmesin”

Defterime kaydettiğim en kıymetli beyitlerden, “müstesna güzellerden” biriyle bitireyim. Etrafınızdaki nadanlardan bizar iseniz, siz de şair Hezari’nin şu beytindeki gibi hezar edin onlardan:

“Terk-i dava ile davamızı ispat ederiz

Leb-i hamuş ile biz hasmımız ıskat ederiz”