Orhan Aslan, The Circle

Son bir yıldır, şimdilerde gençler arasında hızla yayılan, deizm vakalarına sıklıkla rastlar olduk. Her birinin kendine has nedenleri ve hikayeleri var. Gençliği ve gençler arasındaki akımların oluşturduğu sinerjiyi iyi bildiğimi düşündüğümden olsa gerek Hizmet Hareketi’nden veya başka gruplardan da bu tür vakaların gelmesi beni şaşırtmadı. Ancak bir çok insan bu cenahtan gelen vakaları duyduğunda “nasıl olur” gibisinden şaşkınlıklarını izhar ediyorlar. Ve ilginçtir cemaatler içinden bu akıma (ekserisi 14-20 yaş aralığındaki) gençlerin eğilim gösterdiğine şahitlik ediyorum.

Bir arkadaşımızdan gelen mail ile konuyu biraz daha açmak istiyorum.

Hocam Merhaba. Hatırlarsınız umarım, ben Hollanda’dan Hakan Öztürk. (Not: İsim ve ülke değiştirilmiştir)

15 Temmuz 2016’dan beri 3 ülke değiştirdim. Ailemle tekrar bir araya gelebilmemiz 2.5 yıldan fazla sürdü ve çok yıprandık. İkili ilişkilerimiz de çok zarar gördü. Neyse artık hep birlikteyiz ama şimdi bir baba olarak beni kahreden, daha önce aklımın ucundan bile geçmeyen, bambaşka bir problemle karşı karşıyayım. Uzun bir ayrılık döneminden sonra bir araya geldiğimiz oğlumla artık daha sık konuşabiliyoruz. Bu konuşmalarımızın birinde oğlumun deist olduğunu söylemesi ile dünyam allak-bullak oldu. Düşünüyorum, düşünüyorum ve işin içinden çıkamıyorum. Öğrendiğimden beri kendimi toparlayamıyorum. Henüz annesine de söylemedim çünkü nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Bunu kaldırabileceğine de ihtimal vermiyorum. Bu duruma nasıl gelindi ve bundan sonra ne yapmalıyım? Bir fikriniz varsa, yardımcı olursanız minnettar olurum hocam.

Okuduğumda bir baba olarak beni de derin düşüncelere sevk eden arkadaşımızın bu sıkıntısı hisleri ölmemiş her mü’min için çok zor bir durum. Bu mevzudaki ilmi yetersizliğim / tecrübesizliğim ile haddim de olmayarak cevap aramaya çalıştığım bu sorun için işin erbabı olan insanların beni mâzur görmelerini istirham ediyor ve değerli fikirlerini paylaşmalarını temenni ediyorum.

Konu bütünlüğünün sağlanması ve mevzunun travma ile olan bağlantısının daha rahat anlaşılması adına travma hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

Psikoloji bilimi açısından travma, kişi üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantı olarak tanımlanır. Bu yaşantı deprem, sel, yangın benzeri doğal bir afet olabileceği gibi, savaş, trafik kazası, tecavüz, yakın birinin ani kaybı, hatta 15 yıllık evlilikte atılmış ilk tokat gibi ruh ve bedende derin yaralar açan trajik durumlar da olabilir. Olay anında bünyeyi korumakla görevli savunma mekanizmaları devreye girer ve en az zararla bu travmatik durum atlatılmaya çalışılır. Bir çok insan aldıkları yardımla travmayı tamamen de atlatır. Hatta bazı insanlar ilk zamanlarda “bu zor durumu nasıl atlatabildim? Meğer zannettiğimden çok daha güçlüymüşüm” diyerek o zor durumu tamamen çözdüğünü ve iyileştiğini düşünür. Fakat tehdit unsuru ortadan kalkıp normal hayat şartları hakim olduğunda, bilinçaltı süreçlerimizin de katkısıyla arşivlenmiş olan, travmatik olay anındaki yoğun kaygı ve korku duyguları yeniden bilinç düzeyine çıkar. Hayatımız tam normalleşmeye başlamışken bünyemiz olay anındakine benzer tepkiler vermeye başlar. Savunma sistemimiz adeta bize der ki; “Bak, o zor zamanda müthiş bir destekle seni büyük bir zarardan korudum. Ama o an ile ilgili arşivlediğim ve artık baş etmekte zorlandığım bazı yaşantılar/problemler var. Al şimdi sen uğraş ve bunları çöz.” Bu durum yaygın adıyla Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olarak bilinir. Normalde savunma mekanizmaları tehdit anında kaçınma veya mücadele etme şeklinde tercihlerde bulunarak ruh ve beden bütünlüğünü korumaya çalışır. TSSB bu tepkinin değişmesine, bozulmasına ya da işlememesine yol açar ve TSSB’si olan insanlar, kaygı, stres ve tehlikenin olmadığı durumlarda bile korku duyarlar. Şok anında absorbe edilen negatif bir çok tepki ve duygu yeniden açığa çıkar. Travmaya neden olabilecek bir “savaş ya da kaç” durumunda kalmış çoğu kişi bu durumdan faklı bir şekilde etkilenir. Geçmişinde kök travma bulunan insanlarda ise bu durum daha kronik bir hal alabilir, yaşam kalitesini daha uzun süreli ve derinden sarsabilir.

Hizmet Hareketi ile alakalı olarak da, kökleri daha öncelere dayanmasına rağmen Aralık 2013’ten sonra gün yüzüne çıkan “hased eksenli bir nefret” söz konusu. Camiayı kamu nezdinde itibarsızlaştırmayı amaçlayan bu nefret, sistematik bir şekilde;  ötekileştirme, düşmanlaştırma, kafirleştirme ve şeytanlaştırma basamakları ile devam etti. “Neticeleri fâilini ihya eden” 15 Temmuz 2016 tarihindeki menfur olay ile görünürde camiaya ama hakikatte Türkiye’ye bir balyoz darbesi indirildi ve bu olay camiada kitlesel düzeyde büyük bir travmaya neden oldu.

Günümüze kadar ki 2 yıldan fazla bu zaman diliminde olayın şokunu atlatma çabaları ile beraber bir otokritik ve yeniden yapılanma sürecinin başladığı gözlemleniyor. “Çok zor da olsa” yaralar sarılmaya, hayatın idamesi için yeni iş ve yaşam imkanları araştırılmaya başlanmış. Temenni ve dualarımız o ki; bu metamorfozdan, daha evrensel ve daha güçlü bir solukla çıkabilmek ve insanlığa yeniden bir umut ışığı olabilmektir.

Travma kısmen atlatılmış gibi gözükse de bir uzman olarak gözlemlediğim; travma sonrası stres bozukluğu nevinden sorunların artış gösterdiğidir. Sürecin zorluğu ve belirsizliği çıldırtıcı bir hal alarak kişisel ve aile içi ilişkilerimizin yıpranmasına neden oluyor. Anadan-babadan, vatandan-yârdan uzak kalan, ihanete uğrayıp üstelik ihanetle suçlanan insanlar üzgün, gergin, kırılgan ve savunma mekanizmaları tetikte bekler bir ruh halindeler. Bu negatif duygular birbirimizi kırmalara, üzmelere ve sonrasında pişmanlıklara neden olabiliyor. Bireysel danışmanlıklarda ve aile terapilerinde bu ruh hali çok sık karşıma çıkmaya başladı. Şöyle ki aslında eşler arasında gözle görülür net bir problem olmamasına, sakin düşününce birbirilerine hak vermelerine rağmen sürecin getirdiği bu gergin ruh halinin etkisiyle ilişkilerin kopma noktasına gelişine sıklıkla rastlar oldum. Terapi eşler arası ilişkiyi tamirden çıkıp bireysel duygudurum bozukluklarına yönelik tedavilere doğru yön değiştiriyor.

Bu arada çocuklara gösterilmesi  beklenen hoşgörü ve müsamaha da düşük dozlarda kalıyor. Ailedeki bu atmosfer çocukları etkisi altına alıp anormal davranışlara sebebiyet veriyor. Belki de ilk defa bu kadar çaresiz, çözümsüz ve gergin gördükleri anne-babalarının bu halleri onları  şaşırtıp gelecek adına endişe ve ümitsizliğe sevk ediyor.

Çocuklara nazaran muhakeme yeteneği daha iyi oluşmuş ergenlik dönemindeki gençlerde ise bu travma ve belirsizlik hali, hayatı ve değerleri yeniden sorgulamaya neden oluyor. Bu sorgulamada yanlarında olmaları gereken biz yetişkinler (kendimizce) daha mühim sorunlarla meşgul olduğumuzdan onların bu çırpınma ve arayışlarını göremez olduk. Büyüklerinin hayatlarını adadığı, yıllarca ve gece-gündüz uğraşıp ağır çilelerle bir noktaya taşıdıkları davaları/kurumları büyük bir yıkım tehdidi ile karşı karşıya kalıyor. Belki en yakınlarının ihanetlerine şahitlik ediyor belki de anne-babalarının ümitsizlik ve çaresizlik kokan cümlelerini işitip iç dünyalarında bir yıkım daha yaşıyorlar. Tahminlerin çok ötesinde travmatik olaylarla yüz yüze gelmeleri ve destek görememeleri onları büyük irdelemelere sevk ediyor. Bugüne kadar üzerinde ciddiyetle durulan ama bu hengâmede ihmal edilen manevi yaşantılarından da haz almamaya ve zamanla terketmeye doğru bir yola giriyorlar.

Son zamanlarda artan deizme yöneliş de bu bağlamda incelenmesi gereken sosyolojik bir durumdur.

Bu minvalde danışmanlık hizmeti almaya gelen vakalar incelendiğinde ise karşımıza, bazıları geçmişe de uzanan, bir çok etken unsur çıkabiliyor. Muhtemel bazı etkenleri sıralamaya çalışalım.

Gençler;

  • İslamı temsilden uzak bir toplum/dönem içinde bulunulduğundan,

  • Kendi toplumlarında artan şiddet ve ahlak dışı suçlara şahit olunduğundan,

  • Kader inancını ve imtihan sırrını kavrayamadığından,

  • Beslenme kaynaklarına uzak/mesafeli durduğundan,

  • Maddi sıkıntıların getirdiği çıkmazlarla baş edemediğinden,

  • Yoğun tempoyla çalışan anne babaya doymadığından/duygusal doyuma ulaşamadığından

  • Çocukluktan beridir iş, toplantı, program gerekçe gösterilerek ihmal edildiğinden,

  • Kimisi eski bir öğretmeninin sebep olduğu enkazı kaldıramadığından,

  • Arkadaş ortamındaki özendirmelerden veya grup atmosferinden,

  • Medya organlarının kasıtlı olarak inanç değerlerini yıpratmasından.

Bu liste daha da uzatılabilir ancak kapsayıcı bir bakışla incelendiğinde temelde dört ana maddede yoğunlaştığını görürüz.

  • İnanç konusunda donanım yetersizliği nedeniyle derinleşememe,

  • Negatif örneklerin ve travmatik olayların artmasından,

  • Kişilik ve karakter gelişiminin istenen kalitede olmamasından,

  • Sosyal ve duygusal doyuma ulaşılamamasından.

Tüm bunlar sürecin ve ihmalin getirdiği boşluklarla da birleşince çocuklarda kararsız bir duyguduruma sebebiyet veriyor. Çünkü fıtrat boşluk kabul etmez ve iyi bir rehber olmazsa o boşluklar nefsi hezeyanların sevki ile popüler gündemlerin, bedeni hazların peşinde koşmalarla dolar. Masum görünümlü hatalar zamanla yerini sık tekrarlanan daha koyu renkli hatalara/günahlara bırakır.

Süreçle beraber zayıflayan iradenin tetikte bekleyen nefis mekanizmasına yenilmesiyle kendi inancına olan itimadı sarsılıyor ve gençler, inancın gereği olarak yerine getirilen sorumlulukların olmadığı deizm, agnostisizm, panteizm, panenteizm gibi akımların etkisine kapılıyor.

Deist olduğunu belirten üniversiteli bir gencin şu ifadeleri ağlanacak halimizin röntgen filmi gibi adeta. “Hocam ne kadar kötü hal ve muamele, yalan ve dolan, haram ve pis işler varsa hep müslümanlarda gördüm. Hal böyleyken ben insanlık adına kime ne vâdedeceğim?”

İnanç bütünlüğü henüz oturmamış birinin bir arayış ve araştırma içine girmesi gayet tabiidir. Ancak tepki ve nefretten beslenen bir arayış içinde, inat ve intikam hisleri ile bilenmiş bir gencin iknası ve yeniden kazanılması çok zordur.

Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 11. ve 12. Sınıf İmam Hatip öğrencilerine uygulanan, “Gençleri Deizme Yönelten 100 Soru” başlıklı anketin sonunda şöyle bir ifade kullanılmaktadır.

“ …Deizm bilinçli bir felsefi seçim gibi görünmemektedir. Daha çok bir tepki, bir arayışın ifadesidir. Bu bir yönüyle iyiyken diğer yönüyle kötüdür. Kötü olan yönü şu ki, bilinçli bir felsefi seçim olmaması nedeniyle inanç tartışmalarına herhangi bir katkı sağlamaktan uzaktır. İyi olan yönü ise bir zaman sonra müslümanları yeni bir itikadi ve fıkhi anlayışa zorlayacağı kesin gibidir. Yani artık muhafazakar ve geleneksel İslam bu uyumsuzluğa karşı koyamayabilir.”

Bu konuda daha fazla araştırma yapılması gerekir elbette. Ancak anne-baba olarak bizlere düşen çocuklarımızla daha bilinçli ve yakından ilgilenmektir. Onların nazarında daima ümit kaleleri olarak kalmayı başarabilmektir. Her zaman sığınacakları bir liman olduğumuzu bilmelerini sağlayarak güven içinde büyümelerine yardımcı olmaktır. “Hayatın akışı içinde bir şekilde yetişirler” diyerek değil, derinlemesine bir analizle onları dinleyerek/anlayarak yetiştirmektir.

Bu tespit ve tavsiyeler önleyici hekimlik mantığı çerçevesinde yardımcı olunması, bir fikir vermesi ve en önemlisi de farkındalık oluşturması amacıyla yapılmıştır. Vâki olmuş durumlarla alakalı tedavi nevinden nelerin yapılabileceğine dair tavsiyeleri bir sonraki yazımızda paylaşmayı ümit ediyoruz. Sağlıcakla kalın.


Yazarın Önceki Yazıları

Hizmet Hareketi Neden Eskisi Kadar Genç ve Kaliteli Bireyler Yetiştir(e)miyor? – 2

Hizmet Hareketi Neden Eskisi Kadar Genç ve Kaliteli Bireyler Yetiştir(e)miyor? – 1

Maneviyat Depresyonu Tedavi Eder mi?

1 COMMENT

  1. Koca bir balonu şişirmişler şişirmişler bizim dönemimizde patladı. Geçmişi hiç sorgulamadan o doğru bu doğru o evliya bu veli bu gavs diye diye millet bu döneme geldi ve pislikler ayyuka çıkınca neye inanacağını şaşırdı. Şeyh gavs kutup olupta bir tane düzgün olan insan var mı? Ve bu insanlar ısrarlala hala geleneksel fıkıhı , tarihteki önemli! kişileri savunuyorsa , sürekli ufacık bilgisiyle evrim teorisine falan saldırıp, kendilerinin bu dünyada her şeyi çözdüğünü kafalarında hiç bir şüphe olmadığını vs idda ediyorlarsa napardınız ? Hadisler ile fıkıh ile ilgili her şey 1000 sene önce çözüldü tvdekilere bakamayın diyorlar, 1000 sendir aslında hiç bir halt yapmamışlar, oradaki eksikliklerini 3-7-40lar gavslar şeyhler hocaefendiler davalar vs ile doldurmuşlar işte. Türkiye’de müslümanım diyen adamlar türkçe dini kitap okuyor tarikata bağlıysa ya da bir hizbe ordaki hocalarını okuyor, onlar ne derse o diyor, ee o kişilerde sonuç olarak tutarlı bir şey koyuyor , etli sütlüye girmeden yazıyorlar , törpülüyorlar göze güzel göstermeye çalışıyorlar vs vs. Başka bir taraf, akla yatmayan konularda geleneksel fıkhı bir kenara atmış akla yatan yorumları yapıyor öyle oluncada akla yatmayan hiç bir sıkıntı olmuyor ama o kişilere zaten dinden çıkmış hoca diyorlar. Öbür taraftan hoca dedin tipler paranızı tl yatırmak farzdır diyor ki türkiyede sürüsüne bereket böyle tipler var, en temizi akp oy verdiği için kirlidir. Ve bu adamlar hiç sorgulamadıkları için bir şeyi kafalarınada bir şey takılmıyor, hristiyan şeyhi prof olsalar o yoldan da dönmezlerdi. Sonuç olarak türkiyede din cemaatte nurcular da dahil, birine tutun onu takip et şeklindeydi bu da bu dönemde çöktü, şimdi kendi yolunu kendin bul dönemi.

Comments are closed.