Orhan Aslan, The Circle
“Yıllar var ki, gözlerimiz yollarda ve geleceğin hülyâlı mâvilikleri içinde varlığı en temiz ruhlardan daha temiz, düşüncesi çağın bütün problemlerini çözecek kadar güçlü, sînesi meleklerin gönülleri kadar yumuşak ve iradesi cehennemler karşısında dahi “pes” etmeyecek kadar sağlam, ideal bir nesil bekleyip durduk.”
M.Fethullah Gülen
Topyekün bir insanlığı kurtarma davasıydı derdimiz her gün şiddetlenen bir yangından. Bu işin hakiki temsilcileri soğuk ve karanlık gecelerin ardından, tıpkı bir çocuk yüreği ile özlenen bayram sabahı gibi beklendi. Bu ulvi beklenti yakıp durdu sinelerimizi ve bu ümitlerle kucakladık dayanılmaz acıları. Fakat gel gör ki gözyaşları ile sulanmış güller ve dillerde dualarla beklenen o nurefşân çehreli nesil gelmez oldu. Tali’ mi zebun, seneler mi vefasız yoksa ardımızda bıraktığımız izlerde mi sorun?
İki asırdır ağlayan dünyaya soluk aldırma gayreti içinde olan Gönüllüler Hareketi 3-5 yıl öncesine kadar hem yurt içinde hem de yurtdışında parlak, yetişmiş ve genç kadrolarıyla bilinip kabul görmüştür. Günümüze kadar devam edegelen bu durum şimdilerde yerini orta yaş üzeri kadrolara bırakarak yaşlanmaya doğru ilerliyor. Peki ama neden alttan 90’lı yıllardakine benzer, bize aşk ve şevk veren, geleceğe dair ümitlerimizi şahlandıran, “bu çocuklar bu işi koparacak” diyebileceğimiz genç ve dinamik bir jenerasyon gelmiyor?
Yeniliğe ve değişime aşina bu aksiyoner hareket gençlikten uzaklaşıp her sosyal yapı gibi yaşlanarak fonksiyonunu eda edemez hale mi gelecek? İliklerimize buz kestiren ve nefes alma ritmimizi bozan asıl endişemiz işte budur.
Kanaatimce zamanın ve gençliğin ruhunu okuma konusunda ciddi eksikliklerimiz var. Temel evrensel değerleri pedagoji ile harmanlayıp özümsemede ve yeni nesillere aktaramada yetersiz kalıyor neticede birbirimizi anlama konusunda ciddi iletişim sorunları yaşıyoruz. Gençler kendilerini tanıyıp anlamadığımızdan dem vururken büyükler de gençlerin davayı anlamadıklarından ve istenilen düzeyde sahip çıkmadıklarından yakınıyor. Kurumlarımızda yetişip mezun olanlar muhip olsalar da aksiyon dairesi içinde bulunmak istemiyorlar.
Şu anda râşit halifelerden hangisini söylesem en ziyade hangi vasfı ile bilindiğini hemen herkes söyleyebilir. Hz Ebubekir deyince sadakatine hayranlık duyarız. Hz Ömer derken daha kelime bitmeden herkesin yüreği “adalet” diye nida eder. Hz Osman akla geldiğinde hâyâdan otuduğumuz yerde toparlanma ihtiyacı duyarız. Hz. Ali ummanları kıskandıran ilmi ve şecâatiyle dillere destandır.
Bana sorarsanız M.Fethullah Gülen deyince onu tanıyan herkes “Hoşgörü” diyecek ve derken de yüzünde tebessüm belirecek. Malumu ilam sebebim şu ki hoşgörüsüyle bilinen büyüğümüzün çizdiği yoldan gittiğini iddia eden bizler bu hasletten yeterince nasibimizi alamamışız gibime geliyor. Öyle ki bir öğrenci, kurumlarımızda veya evlerimizde kaldığında onun doğruluk, dürüstlük, sadakat, hayâ gibi ahlâki değerlerine odaklanmamız gerekirken çocukluğun ve gençliğin fıtratından kaynaklanan çok basit hatalarına takılıp keskin çizgilerle, basiretten uzak katı kurallarla onu kendimizden uzaklaştırdık ve harekete olan bakışını negatif etkiledik. Hasbelkader sigaraya bulaşan bir çocuğun gönlüne girip sigarayı uzun vadede terketmesine yardımcı olmak yerine onu bu haliyle kabul edemeyeceğimizi belirtip sigarasıyla başbaşa bıraktık. Bir kere gönlü kırılanın tamiri zor olduğu gibi onu başka problemlerin de kucağına itiverdik. Burada sigara örneğini basitçe kullanarak yeni nesli anlama ve kabul etme konusunda nasıl hatalara düştüğümüzü izah etmeye çalıştım. Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Kimi öğrencimiz teknolojiyle çok vakit harcadığı için, kimisinin giyim kuşamına takıldığımız için bir başkası gönlünü birine kaptırdığı için ama hemen hemen hepsinde aceleci davranarak, peygamberâne bir metod olan “muhatabı kendi konumunda kabul etmeyi” lâyıkıyla öğrenemedik ve gençleri kendi dünyamızdan soğumaya sevkettik.
İhtiyaçlar hiyerarşisinde özgürlük ihtiyacı çok mühim bir yere sahiptir. Gençlerimiz özgürlükleri ile ilgili kaygılarından ötürü rahat olacağını düşündüğü başka ortamları tercih ettiler. Halbuki bizim temel davamız ne sigara bıraktırma ne adam gibi giyindirme ne de bir başka meseleydi. Üstelik dairemiz içine girecek olanların mükemmel olmasını beklemek pek de mantıklı görünmüyor. Dört dörtlük bir insan ise zaten ona verebileceğimiz extra bir değer yok demektir. Yukarıda sıraladığımız ve tamir etme çabası içinde olduğumuz bir takım durumlar da, gençliğin gönlünde bamteline dokunarak, uzun vadede ancak çözülebilir.
Teknoloji ve sosyal medyanın hakim olduğu bir ortamda neş’et eden bu neslin kendi değerlerini görebilmesi elbette zaman alacaktır. Gençliğe karşı alabildiğine sabırlı olmak ve uzun vadeli planlar yapmak gerekir. Örneğin; 9. Sınıfta size emanet edilen bir gencin 12. Sınıfa geldiğinde hangi hasletleri taşımasını beklersiniz. O yaşa geldiğinde namazlarını dört dörtlük kılmasını mı istiyorsunuz? Gayet makul bir beklenti gibi gelebilir. Ancak o yaşına kadar namazla çok hemhal olmayan birinden bunu 9. Sınıfta başarmasını beklemek sizi yıpratacağı gibi o öğrencinin de kendisini baskı altında hissetmesine yol açar. Sizi sevse de beklentilerinizi karşılayamadığı için suçluluk duymasına belki dini değerlerden soğumasına neden olur. Sizden de kazandırmaya çalıştığınız hasletlerden de duygusal bağını koparmaya başlar. Gencin çocukluğu, karakteri ve büyüdüğü aile ortamı göz önünde bulundurularak, amacınızı stratejik bir şekilde sevdirerek, aklen ikna ederek 3-4 yıla yaymak gerekir. Ne siz kendinizi yiyip bitirirsiniz ne de kısa vadede amaca ulaşmaya çalışıp muhatabı bıktırırsınız.
İzaha muhtaç başka bir durumu da burada açmak gerektiğini düşünüyorum. Her toplumsal harekette olduğu gibi Hizmet Hareketi’nde de gençler kendilerine güvenilmesini, yeri geldiğinde fikirlerine müracaat edilmesini bekler. Velev ki “öndekiler henüz pişmesi gerektiğini düşünse de” gençliğin yetişmesi adına buna ihtiyaç var. Önünde sonunda bu işi devralacak neslin yetişmediğinden şikayette bulunmak aslında farkında olmadan kendimizin eksik kalan bir yanını itiraf etmiş olmuyor muyuz? Hiç güvenmeden, inisiyatif vermeden, fikir ve kararlarını uygulama fırsatı tanımadan çırağın yetişmesinden şikayet eden ustanın içine düştüğü paradoksal duruma kendimizi düşürüyoruz. Gençlerden gelen eleştiri veya tenkitlerin önemli bir kısmı bu eksende yoğunlaştığından bunu da burada belirtmiş olalım.
“Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp gitmişlerdi.”(1)
Ayeti Kerimesi ile de Rabbimiz kaba ve katı yürekli olmamayı bizlere hatırlatmakta hoşgörülü ve nazik olmanın işlerimizi, bilhassa insani ilişkilerimizi yoluna koymakta daha etkili olacağını buyurmaktadır. Konumuzla ilgili başka bir Ayeti Ketime de şu şekildedir.
“Mümin kullarıma söyle, (daima) güzel sözler söylesinler.” (2)
“Allah’tan başkasını (tanrı edinerek) çağıranlara sövmeyin. Zira onlar da haddi aşarak Allah’a söverler.” (3) Ayeti Kerimesinde ise Rabbimiz kendisine şirk koşanlara dahi hoşgörülü ve güzel muamele etmeyi emretmektedir. Burada verilen bir mesaj hemen dikkatimizi çekiyor. Şöyle ki şirk koşana bile sövmeyin denildiği yerde mü’min kardeşlerimize göstermemiz gereken tolerans, kullanmamız gereken tatlı dil ve müsamahanın ne derecede engin olması gerektiğidir.
Unutmayın ki karşınızda haz ilkesine dayalı çalışan çok profesyonel bir rakip var. Nefis! Evet nefis mekanizması, mantıklı bulsa da kendisine zor gelen her şeyi reddeder ve sinsi planlarla sahibini kendi ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirir.
Hayatü-s Sahabe’den bir misal hoşgörü mevzusunda bizlere ışık tutuyor.
Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye yeni müslüman olmuştur. Namazda konuşulmayacağını bilmemektedir ve bir gün Efendimiz(SAV)’in arkasında cemaatle namaz kılarken konuşur. Hapşıran birine:
“Allah sana merhamet etsin.” der.
Namazın bozulacağından ötürü telaşlanan diğer sahabeler el işaretleri uyarıp susturmak isterler. Bu durum Muaviye’yi daha da heyecanlandırır ve konuşmaya devam eder.
“Ne var, ne bakıyorsunuz, hiçbir şey anlamadım.”
Müslümanlar bu kez de elleriyle bacaklarına vurarak Muaviye’yi sustururlar. En sonunda namaz biter. Fakat Muaviye heyecan ve suçluluk duygusundan ter içinde kalmıştır. Efendimiz (SAV) yanına sokulur.
“Namaz kılarken, dünya ile ilgili konuşulmaz. namaz, tesbih, tekbir ve kur’an okumaktan oluşmuştur.” der.
Muaviye bu olayı yıllar sonra “O’ndan (asm) daha güzel öğreten birini görmedim. Beni ne azarladı, ne de kınadı.” diyerek anlatır.
Hoşgörülü ve sabırlı olmalı gençliğe karşı. Bunu tavizkarlık olarak algılamamalı. Tam aksine Çağımızın Hizmet İnsanı için maksada ulaşma yolunda sabır, müsamaha ve hoşgörü en etkili argümanlardır.
1.Âl-i İmran, 159
2.İsrâ, 53
3.Nisâ, 148
Yazarın Önceki Yazıları
Maneviyat Depresyonu Tedavi Eder mi?
Yanlış asıl hizmet eskiden kötü abiler yetiştirmiş bizi bu duruma sokaklar yeniler değil katıldı Nurettin Kemalettin adili kim yetiştirdi gizli tanık colorado imamı, garson, bunlar hizmetin üstündeki kişiler
aynen öyle, başlık çok saçma, eskileri tam olarak ne iyi yapıyormuş belli değil,
Yanlış asıl hizmet eskiden kötü abiler yetiştirmiş bizi bu duruma sokaklar yeniler değil katıldı Nurettin Kemalettin adili kim yetiştirdi gizli tanık colorado imamı, garson, bunlar hizmetin üstündeki kişiler
Yazının içeriği doğru yanlış bir bilgi yok makul şeyler, ama 9. sınıf 12. sınıf öğrencisi vs asker polis olsun diye geliyordu, artık öyle bir sorunu kalmadı hizmetin kökten çözüldü, sigarayı geç gözlüğü olan şişko çocuk bile alınmıyordu onu sormak lazım niye alınmıyor diye. Yani böyle yazılar yazmadan önce mevzunun köküne bir bakmak lazım, hastalıklı bir kökten doğan bir ağacın yaprağıyla ilgili bir yazı gibi olmuş.
Aslında herkes biliyor bu sorunun cevabını amma söylemiyor. 17-25 ten önce hizmeti erdoğanın emrine verdiler, 17-25 ten sonra da akıllarını “sırf ve sadece” erdoğan düşmanlığına teslim edip, başka bir şey düşünemez oldular.
Onun için ayağa kalkamıyor. Misyonunu yapamıyor, vizyonunu da kaybetti. Dünyanın niyeti İran Irak Suriye ve Türkiyedeki kürtlerden bir devlet kurmakken, hizmet hareketini cebine koymuş türk hükümetine kim söz geçirebilirdi! Bütün dünyada etkili hizmet hareketini, çaldıkları sebebiyle yavruları tehlikedeki bir………… (ister gülen’in rüyasındaki mahluku yazın isyerse en sevdiğinizi yazınız) mahluka parçalattırıp, zaten uluslararası suçlarla ve parayı betona gömmüş batmakta olan ekonomisi ile kıçı çırılçıplak kalmış erdoğan’a herşeyi kabul ettirmek artık çocuk oyuncağıdır. Haklı olduğumuz; mavimarmarada bile israil’den, haklı olduğumuz halde rusyadan, haksız olduğu için zaten yarın kardeşi esattan özür dileyecek bir ruh haline sahip. Amma maçasını kurtaramayacak ve türkiyeyi de ateşe atacak. Hizmet hareketi erdoğan hırsızlık örgütünün (EHÖ) hırsızlığını 10 yıl gizledi, gizledi sonra hırsız ayağına basınca aaaaaa vay seni gidi 40 harami hırsız dedi. O gazetenin başında bulunan abi dediğimiz kişilere kaç yüz defa söyledik şu ihale soygunlarını yazın diye. Şimdi tarzanın uçağında biblo gibi, tuzluk gibi gezenlerin yerinde oturan, tarzana bi tane adam gibi soru sormayan ve zindana tıkılmış o zavallı gazeteciler (abilerimiz), yurt dışına kaçmış amma halen yalan yazan, gerçekleri hala söyleyemeyen ister biliciler, ister bilmeyiciler hep beraber cemaati alıp buraya getirdiler. Bakıyorum da, halimize acıyorum, ağlıyorum. Gece rüyalarında bile sırtlarında fakire yiyecek taşıyan, 3 kuruşluk maaşından çocuğunun rızkını kesip allah yolunda harcayan o melekleri kimler idare etmiş ve şimdi neyin peşindeler ve ne söylüyorlar, hala da konuşuyorlar, yazıyorlar, hayret ediyorum. Hala Tarzanı eleştiriyorlar ve bununla diri kalacaklarını sanıyorlar. Sizin misyonunuz bu mu? Vizyonunuz bu mu? Siz bununla aklınızı yemişsiniz. Şakirtlerin kimine kayış attırdınız, kimine de kafayı yedirdiniz. Diğerleri de sizden maaş alan, düşündüğünü söylese işsiz kalacak bir zümre, maaş almayanlar da “yaw he he” deyip elinden bişey gelmeyen ya dışlanmamak için susan yada dışlanmış kişiler. Bu cemaatte akıl fikir olur mu?
Tarzana yol göründü.
Hizmet hareketinin yetişmiş elemanlarını yedi. Ailesini kurtarmak için türkiyeyi ateşe attı. Hizmet hareketi hala batıdan medet umuyorki türkiyeye baskı yapsın da DEMOKRASİ gelsin.
Cemaat resmin büyüğünü görmek İSTEMİYOR. İşine gelmiyor. Masum soru: Sormazlar mı adama sen ne kadar DEMOKRATSIN Kİ?
İşin aslı Türkiye büyüyor. Büyütmeden ortadoğu’yu halledelim dediler. Sizin erdoğan’a olan düşmanlığınız kendinize zarar veriyor ve BATININ DA İŞİNE GELİYOR.
Abilerim, canlarım benim. 1989 dan beri gazetelerimizin hepsine aboneydim. Emin Çölaşan’ı sevmezdim. Bugün hapishanede zulüm altında inleyen hepsi masum zavallı olan bebeklerimiz, annelerimiz, hastalarımız için yazdığı yazıları görünce ERGENEKON DAVALARINDA benzer olaylar yaşanırken “şakirt” (!) gazetecilerimizin kaç tanesinin sırf hasta veya mağduriyeti için “ısrarla” yazdığını merak ediyorum. Bize yakışan bu gün Çölaşan’ın yaptığıydı. Sınıfta kaldık. Çölaşan: geçmişte bana ve bize ne kadar hakaret ettiysen de ABİMSİN. Biz biraz da “insanlıktan” çıkmışız. NE YAZIKKİ HAPİSHANEDEKİLER BUNU HAKETMİYOR. %99.9 u masum.
Hizmet bunun için adam yetiştiremiyor.
Herşeyde yenilenmek lazım
https://mfatihgezer.wordpress.com/2018/02/06/fatih-terim-taktigi-ile-imtihan-ve-fetihler/
Comments are closed.