Nazende Bahar, The Circle
“Ölürsem, kardeşin sana emanet,” dedi bir gün karşımda kıvranırken. O anda, bir kardeş emanet alabilecek durumda değildim. Ölmek de nereden çıkmıştı? İnsanın annesi ölür müydü? Bu fikir afallattı beni. Ne diyeceğimi bilemedim.
Evet, sanırım o sıralar başladı doktor. Hikâyeme böyle başlama nedenim de bu. Yani, öncesinde de vardı bazı endişelerim ama her gece gördüğüm kâbusları o olayın tetiklediğini düşünüyorum.
Ne mi hissettim? Nasıl anlatsam bilmem ki. İzin verirseniz biraz düşüneyim… Bu cümleyi duyduğumda, olduğum yere çakılı kalmış olmalıyım. Belli belirsiz anılar gözümün önünde şekillendi. Annemden ayrılabileceğimi hayal bile edemiyordum. O, gerçekten ağır hastalanmıştı. Bir gün boyunca evde sayıkladı durdu. Akabinde günlerce hastanede yattı. Gidemedim ziyaretine, daha doğrusu gitmedim. Gidersem, rüyalarımın gerçek çıkacağından korktum.
Evet, tahmininiz doğru doktor. O günden beri hep aynı kâbusu görüyorum. Rüyalarımda kendimi sürekli aynı yerde görüyorum. Keskin ilaç kokusundan nerede olduğumu anlıyorum: Hastanede! Annemin kapısının önünde bekliyorum. Onun açık mavi bir odada, ancak aletlere bağlı olarak soluk alabildiğini biliyorum. İçerideki beyaz önlüklüler durumunu anlamak üzere tetkikler yapıyor. Üzerimdeki pembe montun beni gittikçe sıktığını hissediyorum. Kafamda da kışlık bir şapka var. Bir an, kapalı mekânda bu şekilde durmanın garip olduğu aklıma geliyor. Ama beklemeye devam ediyorum. Hastane bomboş, yanımda ailemden kimse yok. Bir büyüğüm varmış aslında ama onu göremiyorum. Yalnız, mahzun bir köpek bekliyor benimle. O da kapıya gözlerini dikmiş bakıyor. Sarı tüylü, sevimli bir köpek lâkin bana verdiği hissiyat sevinç değil, hüzünle karışık bir acı. Ona dokunmaya çekiniyorum. Yine de her şeyi göze alıp köpeği sevmek için eğildiğim sırada o feci an geliyor. Annemin odasından çıkan doktorun duyarsız suratıyla karşılaşıyorum. Diyeceklerini duymamak için kulaklarımı kapatıp, bağırmaya başlıyorum. O sırada çığlık çığlığa uyanıyorum.
Şey, hayır… Doğruyu söylemek gerekirse sonrasında dediğiniz gibi olmadı. Şaşıracaksınız belki ama hastaneden çıktıktan sonra annem eskisinden daha iyi oldu. Yaşlılığının etkisiyle bünyesi zayıf düştü tabi. İlaç tedavisine başladık. Çok geçmeden kıvranmaları geçti. Ayağa kalktı. Yemek pişirmeye, ev işlerini görmeye başladı. Bir süre sonra misafirliklere bile gidebiliyordu. Şimdilerde onun yaşındaki her insan ne kadar sağlıklı olabilirse o kadar iyi. Aslına bakarsanız, bana göre gayet mükemmel durumda.
Ama işte… Annem iyileşti iyileşmesine de, ben bir daha toparlanamadım. Ondan uzaktayken de onun yanındayken de sürekli tedirginim. Zihnimden bir türlü atamadığım düşünceler yer yer kalp çarpıntısına, nefesimin daralmasına neden oluyor. İnternetten araştırdım. Yaşadıklarıma en uygun tanı, ebeveyn kaybetme korkusuydu. Daha çok bebeklerde ve çocuklarda görüldüğünü bildiğim durumun, yetişkinlerde de nadiren ortaya çıktığını öğrendim. İlk başlarda, kendi kendime halledebileceğimi sandım. Sözüm meclisten dışarı, deli doktoruna gitmek istemedim. Aşabileceğimi telkin ettim kendime ama başaramadığımı görüyorsunuz işte. Bakın, bugün buradayım.
Evet, yani annemden uzun süre ayrı kaldığım bir dönem olmuş. O zamanları hatırlayamayacak kadar küçükmüşüm. Ben de merak ediyorum aslında. Hatıralarımda olmayan bir olayın etkilerini şimdi görüyor olabilir miyim?
Şey, bir dakika… Hatırlamaya çalışayım. Zannedersem üç, bilemediniz üç buçuk yaşlarındaymışım. Sadece annem değil, babam da yokmuş bir süre. Bana akrabalarım bakmış.
Aslına bakarsanız, ne kadar çabalarsam çabalayayım neredeyse hiçbir anım yok o günlere dair. Yakınlarım zaman zaman bir türlü unutamadıkları o zorlu günleri anlatırlar, ben de hayal ederim. Annem ve babam uzun yıllar, haksız yere tutuklu kalmış. Sonra pardon denilip, hiçbir şey olmamış gibi salıverilmişler.