Hakan Sarıbaşak, The Circle

 

“Maçın bitimine 10 dakika vardı. Liverpool hocası Klopp bana bakıp gülümsüyordu. Nedenini anlamadım ve sordum neden gülüyorsun? Bana eğlenmiyor musun diye sordu. Ben de çok eğlendiğimi söyledim. O da ben de dedi. Maç hala devam ediyordu ve biz 1-0 öndeydik.”

Maurizio Sarri Chelsea hocası. Yukarıdaki olay EPL yani İngiltere Premier Ligi’nde Chelsea ile Liverpool arasında oynanan maçta geçiyor. Bu ligin izlenme oranı bütün dünyada ise 700 milyona yakın hane ve 3 milyar civarında insan.

Ne var bunda diyeceksiniz?

Bir maç düşünün ve izleyici sayısı oranlarını yukarıdaki orana göre hesaplayın. Aradaki rekabet, endüstrinin getirdiği büyüklük ve buna bağlı stres ve baskı. Maçın bitimine 10 dk kala yenilen takımın hocasının durumu. Yaptığı işten keyif alıyor. Ve bütün bu şartlarda bunu da herkese gösterebiliyor.

Ne diyor bize burada Jurgen Klopp? İşinizi yaparken neticeye odaklanmadan yapın, neticesi ne olursa olsun yaptığınız isten keyif alın ve çevrenize de keyif verin. Çünkü yenilseniz bile oradan çıkaracağınız sonuçlarla gelişiminize devam edersiniz. Ve hayatınıza devam edersiniz. Peki nedir bu insanları bu derece alçak gönüllü yapan, pozitif davrandıran? Ya da nedir bizi bu kadar saldırgan, kibirli ve negatif yapan?

Bilinçaltımıza atılan “vur kır parçala bu maçı kazan”, ” ölmeye ölmeye ölmeye geldik…” diye uzayıp giden tezahüratlar mı yoksa “Top geçer adam geçmez?” ( Halbuki gol top geçince oluyor adam geçince değil). Bırakın yukarıdaki kadar büyük bir organizasyonu kendi aramızda bile oynadığımız maçlarda kimi zaman öğretmen kimi zaman veli kimi zaman idareci ve kimi zaman da oyuncu olarak kırdığımız kalp sayısı ne kadardır? Halbuki o maçları hep keyif almak/aldırmak arkadaşlıklar dostluklar kurmak için oynamışızdır. Yada öğrencimize/çocuğumuza sosyal ilişkileri/yetenekleri gelişsin diye yaptırmışızdır. Ama maalesef bilinç altındaki o saldırgan, kavgacı ve hırslı tarafı saha içine hep önce atmışızdır.

O halde, hoca/oyuncu/taraftar  olarak enerjimizi rakip takım oyuncusuna saldırmak için değil, topu kazanmak için kullanalım. Rakip takım oyuncusuna ve hatta kendi takım arkadaşımıza karşı hırslı olmayı bırakıp, azmimizi topu kazanmaya ve topla oynamaya kullanalım. Yani kısacası sahadaki bütün kavgamız, uğraşımız topla olmalı rakiple değil. Rakiple değil topla oynamalıyız. Adı üstünde bu oyunu adı, ayaktopu.

Bu mantaliteyi kazanmak için de yaptığımız işi severek yapmalıyız. Yada seveceğimiz işleri yapmalıyız. İnsanları sevdikleri mesleklere yönlendirmeliyiz ki bu mantaliteyi kazandıracak hocalarımız olsun.Bence bu mesele bu kadar önemli. Bir hocanın etkilediği oyuncuları ve o oyuncuların etkilediği insanları ve o insanların oynadığı  oyunu milyarlar izliyor. Bunu düşündüğümüzde bu mesleğe ve eğitimine daha çok önem verilmesi gerekmez mi? Bu kadar geniş kitlelere hitap eden bir mesleğe karşı daha hassas olunması gerekmez mi?

Son olarak bir röportajında da diyor ki “şu an pronounciation çalışıyorum. Oyuncularımın isimlerini bir harf bile olsa yanlışsız söyleyememeye çalışıyorum” Bir futbol adamı bile olsa! işine, oyuncusuna verdiği değer.

Bu hikayeden futbol hocası değilim ne alakası var diye bir sonuç çıkarmayın.

Hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.

Yaptığınız işten keyif almanız ve aldırmanız dileğiyle…