Güler Orhan, The Circle

“Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan,
Gözetme yolları, gel deyi yazmış
Sivralan köyünden bizim diyardan
Dağlar mor menevşe, gül deyi yazmış”

Kâğıt üzerindeki kalemin iradi şekilde dans ettirilmesi ile oluşan nameler, uzun yıllar insanların haberleşme ihtiyacını karşılamıştır. Bugün, gelişen iletişim araçları, duyguların içtenlikle ifade edilmesine yardımcı olmuş ve kalpten kalbe uzanan manevi yollar inşa etmiştir. Bazen, yüz yüze söylenemeyenleri barındırmış, bazen de kişiler arasındaki mesafeyi kaldırmıştır. Kalp süzgecinden akan her damla, sosyal hayatın o kadar içerisindedir ki; şarkılara, şiirlere, resimlere ve kitaplara ilham olmuştur.

“Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan” ifadelerini, Aşık Veysel’e söyleten işte bu hasrettir. Yıllar yılı, yüreklerimize hüzün salan “Kara Tren” türküsü de misafir eder sözlerine, iki satır yazılmış bir vefasız mektubunu.

Mektup, sanat için bir malzemedir adeta. Mozart, üç bin kadar mektup yazıp anlatmış sanatının inceliklerini. Kendilerine gelen mektubu okuyan iki genç, Picasso‘nun ünlü resimlerinden birine konu olmuş.

Kitaplarımızda her yazı türüne konuk etmişizdir, gönülden gönüle yazılan bu cümleleri. Romanlara da girmiştir, hikâyelere de.  Sait Faik de kullanmıştır, Reşat Nuri de.

Balkan Savaşlarının hazin hikâyelerini, askerlerin, ailelerine yolladığı mektuplardan öğreniriz. Evlerinden sefer niyetiyle çıkan kınalı kuzuları…Cepheye ulaşanları, ulaşamayanları… Düşmanla savaşanları, kolerayla mücadele edenleri… Binlerce çiçeği burnunda genç, yaşadıkları zorluklardan bir kalem yardımı ile sıyrılır ve sevdiklerine son durumu iletir. Aileler, mektupların kesilmesiyle yüzleşir acı gerçeklerle…

Çanakkale Cephesi’ne katılanların da memleketlerine yolladığı mektuplar, yürek burkar. Okurken gözyaşlarına boğulduğumuz da olur, halimize şükrettiğimiz de.

Bir de kadınlara yazılan mektuplar var ki, kelimeler aşk ile ilmek ilmek dokunmuştur. Sözcüklerin hassas teraziden geçtiği bellidir. Bunlardan biri, hiç şüphesiz Kafka’nın Milena‘ya yazdıklarıdır. “Milena’ya Mektuplar” adı ile kitaplaştırılan mektuplar, gençler arasında talep görmektedir. Yakın tarihte yaşamış Ahmet Arif ile Leyla Erbil arasındaki mektuplar da kitaplaşma sürecindedir. Yılmaz Güney ile eşi Fatoş Güney‘in mektupları bir değil birkaç kitap halinde yayınlanmıştır. Nazım ile Piraye arasında yazılanlar da edebiyat dünyamızın aşk, hasret ve hicran kokan incileri şeklindedir.

Ne kadar derdimizi çekmiştir nameler… Hasret, gurbet, sevda, aşk, veda, ayrılık ve daha nice duygularımızın dert ortağı olmuştur da hiç sesi çıkmamıştır. “Ne olursan ol, gel” misali, ” Her yazdığınla seni kabul ediyorum” demektedir neredeyse.

Bir kâğıda dökülen duygular ile nice savaşların başlamasına mukabil, iki satır arasında sıkışmış misk-i amber dizelerle, uzun yıllar süregelen kavgaların sona erdiği olmuştur.

Kıymet biçilecek olursa, altın zümrüt değeri veren de çıkar, bir kâğıt parçası deyip yırtan da. Yüksek güvenlikli kale surlarını, bir güvercin bacağında aşmıştır da fethedilmemiş bir gönül karşısında çaresiz kalmıştır.

Farklı bir bakış açısı ile bakacak olursak, Peygamberler, imana davet ederken, elçi vasıtası ile kendi namelerini yollamışlardır. Kabul edildikleri de olmuştur, reddedildikleri de.

Alimler de anlatacağı hakikatleri talebelerine mektup yoluyla ifade ettikleri için, “Mektubat” adında ciltler dolusu kitap karşımıza çıkmıştır. Yakın örneği ise Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinin mektupları ile başlayan “Risale-i Nur Külliyatı” dır.

Kısacası mektup;
sıradan bir kâğıt parçasını anlamlı kılan,
gönül gergefinden işlenen sanata ev sahipliği yapan,
vatansız kalmış sürgünlere memleket kokusu sunan,
gönülden gönüle köprü kuran,
hayat yolunda, hatıra istasyonlarına uğramamızı sağlayan en önemli vasıtadır.

Gelin, mektubu bir de bu yönüyle değerlendirelim.

1 COMMENT

Comments are closed.