Erkin Ozan, The Circle

Allah, insanı diğer bütün mahlukattan farklı olarak yaratmış. Aslında birçok bakımından diğer canlılarla benzeşen yönü bulunsa da aklı, zekâsı, iradesi, vicdanı, şuuru vb. bakımından diğer mahlukattan farklı bir yaratılışa sahiptir insan.

Akıl, zekâ, irade, vicdan, şuur gibi melekeleri bakımından diğer varlıklardan üstün yaratılan, böyle nimetlerle serfiraz kılınan insan elbette başıboş bırakılmamış, Yüce Yaratıcı tarafından ona birtakım sorumluluk yüklenmiş ve “emanet” tevdi edilmiştir. Nedir bu emanet? Bu emanet, esasen aklının, iradesinin hakkını vererek nefsine, insana ve diğer yaratıklara değil sadece ve sadece Allah’a kulluk etmesidir.

Aklının ve iradesinin hakkını verememek, insanı türlü türlü garipliklere, gülünç ve acınası durumlara düşürür. Elaleme rezil rüsvay olur. Bu durum, meşhur bir hikâyede şöyle anlatılır:

Bir zamanlar, çok uzak bir köyde, aksakallı ihtiyar bir çiftçi ve oğlu yaşarmış. Bir gün ihtiyar çiftçi ve oğlu, alışveriş yapmak için pazara doğru, oğlu ile birlikte eşeğine binmiş vaziyette yola koyulmuşlar. O gün hava çok güzelmiş, çiçeklerle dolu olan kırlarda ve her yerde kuşlar cıvıl cıvıl ötüyormuş. Baba oğul neşe içinde pazara giderlerken, yolda bazı köylülerle karşılaşmışlar. Köylüler onları görünce şaşkınlıklarını gizleyememişler ve birbirlerine “Aaa, şunlara bakın! İki kişi birlikte eşeğe binmişler. Zavallı eşek ikisini birden nasıl taşısın? Bu insanlarda hiç insaf yok mu?” demişler. Çiftçi de konuşulanları üzüntüyle duymuş. Sonra kendince şöyle karar vermiş: “Hakikaten eşek çok yoruluyor. Bari ben ineyim, sadece oğlum binsin!”.

İhtiyar adam aşağı inmiş. Eşeğin yularından tutmuş, yürümeye başlamış. Oğlu da eşeğin sırtında gidiyormuş. Bir süre sonra yolda bir başka grupla karşılaşmışlar. Bu topluluk da  “Aaa, ne ayıp şey, gencecik delikanlı eşeğin üstünde gidiyor, aksakallı ihtiyar adam aşağıda yürüyor. Olacak şey değil? İhtiyarlar dururken gençler eşeğe biner mi?” diye aralarında başkaları duyacak şekilde konuşmaya başlamışlar. Bu sefer genç oğul dayanamamış: “Baba bu adamların konuştuklarını duyuyorsun değil mi? Herhalde doğru söylüyorlar. Haydi, ben ineyim de eşeğe sen bin.” demiş. Delikanlı eşekten inmiş yerine babası binmiş. Pazara doğru gitmeye devam etmişler. Derken yol kenarında oturmakta olan birkaç yaşlı adamla karşılaşmışlar. Yaşlı adamlar bu kez “Ey ihtiyar! Yazık değil mi şu ufacık çocuğa; kendin eşeğe binmişsin de onu yürütüyorsun!” diye çıkışmışlar.

İhtiyar kendi kendine “Adamlar haklı. Fakat ne yapıp ne etmeli acaba?” diye düşünmüş taşınmış. Sonra da “İyisi mi ben de oğlumda eşeğe binmeyelim, ikimiz birlikte yürüyelim.” demiş. Yaşlı adama eşekten inmiş. Baba oğul eşeğin yanında pazara doğru yürüye yürüye yola devam etmişler. Çok geçmeden yolda birkaç gençle karşılaşmışlar. İhtiyar adamı, oğlunu ve yanlarındaki eşeğini birlikte yürüdüklerini gören gençlerden biri gülmeye başlamış… Hem gülüyor, hem de gülünç bulduğu bu manzarayı arkadaşlarına gösteriyormuş. Sonra gülmekten kendini alamayan genç, ihtiyar çiftçi ile oğluna yaklaşarak: “Hi, hi, hi! Siz ikiniz çok komik görünüyorsunuz. Eşeğiniz var ve ona ikiniz de binmemişsiniz! Binmeyecektiniz de neden onu yanınızda gezdiriyorsunuz?” demiş ve geçip gitmiş.

İhtiyar yaşadıkları bunca durum karşısında artık dayanamamış. “Oğlum, eşeğe ikimiz bindik. Bize “insafsız” dediler. Yalnızca sen bindin, ayıpladılar. Tek başıma ben bindim, kızdılar. İkimiz de binmedik, güldüler. İyisi mi biz bu eşeği sırtımız da taşıyalım!” demiş. Olmayacak bir biçimde aldıkları bu kararı uygulamaya koyulmuşlar. İhtiyar adam, yakınlarındaki ağacın kuru ve sağlam bir dalını kesip eşeği yere yatırmış ve ayaklarından bu sopaya bağlamış. Baba oğul sopayı omuzlarına almışlar ve eşeği pazara doğru böyle taşımaya başlamışlar. Yolda karşılaştıkları bir grup köylü onları görünce de pek şaşırmış. İçlerinden biri, “Bu ne hâl çiftçi amca?” demiş. “Eşek sizi taşıyacağına siz eşeği taşıyorsunuz! Baba oğul, ikiniz de kan ter içinde kalmışsınız! Size yazık değil mi?” Bir diğeri de “İnsanların eşeği taşıdığını kim görmüş? Onu böyle sırtınızda taşımaktan vazgeçin de ona binin, rahat rahat gidin!” diye eklemiş. Pazara gelinceye kadar birçok insanla karşılaşan ve her defasında farklı tepkiler alan baba oğul, şaşkın şaşkın birbirlerine bakmışlar. Birbirlerine “Ne yapsak insanlara beğendiremedik!” demişler.

Yaşlı adam,  eşeğin ayaklarını çözmüş. İşin doğası gereği davranmaya karar vererek oğluna “Oğlum, iyisi mi biz bundan sonra her söylenene aldırmayalım. Aklımız, bilgimiz, tecrübemiz doğrultusunda doğru olan neyse onu yapalım. İnsanlar ister beğensinler, ister beğenmesinler!” demiş. O günden sonra yaşlı adam ve oğlu bir iş yapacakları zaman düşünmüşler, işi bilen kişilere danışmışlar, en doğru kararı verdikten sonra da uygulamaya koyulmuşlar.

***

Bugün türlü türlü eza ve cefaya muhatap kılınanlar, maddi ve manevi mahrumiyet yaşayanlar, dünyayı bir barış adası hâline getirme, İslam’ın evrensel mesajlarını bütün insanlığa duyurma,  İki Cihan Güneşi’nin(sallallahu aleyhi vesellem) “Benim mesajım güneşin doğup-battığı her yere ulaşacaktır.” müjdesini gerçekleştirebilme ve buna nail olabilme düşüncesinde olanlar, hak ve doğru bildiklerini yaparak iradelerinin hakkını vermişler, başkalarının aklına asla teslim olmamışlardır. Böylelikle, asla hikâyedeki gibi gülünç durumlara düşmemiştir. Onlar sadece aklını kullanmanın, iradelerinin hakkını vermenin bedelini ödeme durmlarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Bu da düşünen insan için önemli bir payedir. Anlayıp görebilene…


Yazarın Önceki Yazıları

Ötelere Havalanan ‘Bir Çift Beyaz Kartal’

Bizi Nereye Bırakıp Gittiniz?