Ebru Aksay, The Circle
Bir dahi aşk ile…
‘Yazı; cismani aletlerle meydana çıkan ruhani bir hendesedir.’ demiştik en son yazıda. Her güzel yazıda bu hendesenin kendine has bir misalini buluruz ki, tarifi zordur. Ve hattatların piri Hz. Ali’nin verdiği sır ile nokta koymuştuk: ‘Güzel yazı, hocanın öğretişinde gizlidir; kemale ermesi çok yazmakla, devamı da İslam dini üzerinde bulunmakla olur.’
Elbette her hattat, yazının cismani vücudunu meydana getirmek için benzer zorlu, çileli ve uzun yolları kateder,hocasının dizi dibinde diz çöker, boyun büker. Meşkler, mütalaalar, ‘Bir dahi aşk ile..’ diyen hocasının sesi kulaklarında, bitmeyen tekrarlar… Böyle böyle, tıpkı bir madencinin, en derindeki en kıymetli cevhere ulaşma çabası gibi, o maddi hendese içindeki ruhu ortaya çıkarma, ahenkle tecelli ettirme gayreti. Silmeler, yazmalar, tashihler…Ve nihayetinde maddi yazının, yani harflerin, noktaların, çizgilerin, bir benzeri olmayan ve maddi yazı içinde anlamını bulan ruhani güzellik ile birlikte güzel yazıyı meydana getirmesi.
Elbette kurallarınca, maddi kalıplar içinde, zahiren güzel yazı yazabiliyor olmak, bu ruhani hendeseyi ortaya çıkarabilmek anlamına da gelmiyor her zaman. Yani eli her kalem tutan, her ‘Hattatım’ diyen, yazının sırlarına, esrarına varamıyor; ancak nasibince, gayretince; aşkı, ihlası ve sadakati ölçüsünde…
Arap harfleri öylesine bu sanat için yaratılmış ki, birarada bulunmaya bu kadar elverişli, yerine göre esneklik gösterip, büyüyüp küçülebilen, her hal ve makama uygun vaziyetler alabilen, üstelik de bu denli estetik başka bir alfabe yok sanırım. Harflerin, sanatkara sınırsız ve bağımsızca tasarım yapma imkanı veren bu esneklik ve estetiğine rağmen, mahiyetlerindeki cevheri her hal ve konumda muhafaza edebilmesi de ayrı bir mucize. Hem zahiri hem de batıni güzelliklerle kuşanmış, karşısına geçip, bakmalara doyamadığımız, bizlere tarifsiz hazlar yaşatan o seyyaliyetin yani su gibi akıcı olmasının ardındaki sır, bu olsa gerek. Bu sır öyle bir iksir ki, hem maddi hem manevi, iç içe geçmiş tarifi imkansız, ancak ehlince duyulan misk u amber kokusu sanki. ‘Ne canlı, ne cana yakın, içe akan bir hal…’
Nazif Efendi, Sami Efendi, Şevki Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Halim Efendi, Mustafa Rakım, Hamit Aytaç ve daha adlarını sayamayacağımız niceleri, öyle enfes yazılar bırakmışlar ki arkalarında, ne seyre, ne seyrettikçe doymaya, ne bu doyumsuz güzelliği tarife ömür yetmez. Birkaç numune ile gözlerimiz şenlensin deyip, çekilelim: İlki, Şefik Efendi’ye ait İsm-i Nebi, ikincisi Sami Efendi’den bir istif, üçüncüsü de İsmail Hakkı Altunbezer’in enfes bir işçilikle mezar taşına hakkedilmiş muhtelem yazısından Sin dişleri detayı…
Yazarın Önceki Yazıları