Bera Baha, The Circle

Sırtını duvara yaslamış, ayaklarını yere paralel uzatmış öylesine boşluğa bakıyordu Baha. Dert ve çilenin yüzlercesi yüzünde kavisler çiziyor, bazen kaşını bazen gözünü oynatıp başını sağa sola sallayarak hayretler içinde kalmış bir insan görünümünü resmediyordu. Ellerini kaldırıp iki yana açıyor gibi yapıyor, yeniden dua eder gibi kaldırıp yeniden indiriyor ve yine kaldırıyor.. Aynı şeyi defalarca tekrar ettikten sonra bir süre sessiz ve hareketsiz bekliyordu. Ne yaptığını bilmez, kendisi de dahil herşeyden habersiz sessiz bir savrulmayla bir girdaba kapılmış gidiyor, sürüklendikçe sürükleniyor dibe doğru batıyordu. Biraz önce bilgisayarından açtığı bir mûsiki icrasının etkisinden midir uyuklar gibi oluyor başı düşünce de ayılıp yine aynı dalgınlık ile boşluğa bakıyordu.

Birden ensesinde sıcak bir nefesin varlığını hissetti. Arkasına bakmak isterken yüzüne bir tokat geldi şimşek gibi. Ne oluyor diye söylemeye kalmadan yüzünün diğer tarafında da şimşek gibi tokat patladı. Sen de kimsin ne oluyor dedi Baha.

Arkada siyah bir karartı gibi duran kişi, yüzünde binlerce muştunun gamzelendiği bir tebessümle pırıl pırıl, güleç ve gökçek yüzle neredeyse ışık hızıyla Baha’nın karşısına geçti o tokadı vuran kişi.

Ben senin ÜMİD’inim Baha. Seni yeis bataklığından çekip almaya geldim. Öyle hızlı batıyordun ki biraz daha gecikseydim dönüşü olmayan bir yola girecektin. O sebeple ayılman için sert ama ayıktıracak bir tokat aşk ettim. Dedi.

Baha şaşkınlık içerisinde hala olan biteni anlamaya çalışıyor, bunun bir rüya olduğunu düşünüyordu. Konuşmaya başladı, henüz ne olduğunu anlayamadım ancak anlaşılan ben de sen de bir hayalin içerisindeyiz. Yoksa boş bir odada benden başka kimse yokken birden bire senin odada belirmen olanaksız. Ama madem hayaller içerisinde bizler de birer aktörüz rollerimiz ne ise oynayalım o zaman.

Sen bana yeis içerisinde olduğumdan bahsettin. Pekala sana yaşadıklarımın bir kısmını anlatayım bak bakalım sen de benim derdime derman var mı?

Ben 5 kişilik bir ailenin en küçük ferdiyim. Ailemiz orta halli ekonomik olarak kendini idare edebilen bir aile. Babam memur emeklisi, annem ev hanımı, ablam bir üniversitede öğretim üyesi, abim kamu görevlisi ben de özel bir kurumda öğretmendim. Evliyim ve bir de kızımız var. Yıllarca yaşadığımız topluma hizmet etme aşk ve vecdi ile çalışıp durduk. Ne gece bildik ne gündüz. Karşılık bedel istemedik. Teşekkürden bile meccanen yaptıklarımızın bir tarafına dokunur diye uzak durduk. Kendimizi ve ailemizi ihmal ettik. Başta her şey yedi veren başaklar gibi çok hızlı büyüyüp gelişti. Emekler boşa gitmemiş, küçük sızıntılar koca çağlayanlar gibi çağlamaya başlamıştı. Ardından bir muhalif rüzgar esti. Bir asırlık semere heba edildi. Bütün varidi yedi bitirdi bu toplum. Önce küçük ve tehlikesiz bir enfeksiyon kapan ülke, sonra kansere yakalandı. Kısa bir sürede de metastaz oldu kanser bütün ülkeye yayıldı. Sonra tarihte eşine ender rastlanan bir tecrit ve ardından da korkunç bir tenkil süreci başladı. Arkadaşlarımız ve bizler neyimiz varsa kaybettik. Kimi evladından ayrıldı kimi eşinden. Kimi anne babaya hasret kimi abi, abla, kardeşe. Kimi aşını kaybetti kimi eşini, evladını. Hemen herkes bu zalim çarkın dişleri arasında öğütüldü ve öğütülmeye devam ediyor. Elimizde bir canımız kaldı. Onu da bazılarımız verdi. Ne hal’e ne istikbale nazar edemiyoruz. Geçmişimiz de geleceğimiz de çalındı. Şu durumda bana nasıl ümit der yeise kapılmamamı salıklarsın. Böyle bir zemherinin bahara, böyle bir gecenin de nehara dönüşmesi imkansız. Diyerek yine umutsuzca boşluğa baktı. Umumi resmi ve yaşadığı hayatın fezlekesini ÜMİD’in idrakine sunarken gözleri dolmuş, gözyaşları aşağıya doğru süzülmeye başlamıştı.

Tatlı bir tebessümle gülümsedi ÜMİD, güzel bir başlangıç yaptın Baha. Gördüğün hayal olsa dahi içinde hakikate kapı aralayan gerçeklikler mevcuttur. Açıkçası bu haldeyken bu kadar ayık bir gönle sahip olmana sevindim. Pekala başlayalım.

Sana mümkün ile gayrı mümkünü anlatayım. Bir şeyin mümkün olup olmaması sana bana göredir. Halbuki kainatın Halık’ı için muhal yoktur. Mümkün olanı mümkün kılan o olduğu gibi imkan dahilinde olmayan nice şeyler vardır ki dilemesiyle onları da mümkün kılar ya da mümkün olmaya müsait hale getirir.

Bunu bir misalle anlatmaya çalışayım. Haydi tut elimden seninle kısacık bir seyre çıkalım. Asırlar devranlar geçerek Yunus Peygamber dönemine gidelim. Kulaklarını dört aç. Kur’an Yunus Peygamberi anlatırken sen de vakayı zihin sinemasında seyret.

Bak Kur’an söylemeye başladı, sende seyre başla.

“Doğrusu Yûnus da, gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye binmişti. Gemi de olanlarla karşılıklı kur’a çektiler de yenilenlerden oldu.” (Saffât: 37/139-141 )

“Zünnûn (Yûnus) ‘a gelince, o öfkeli bir halde (halkını bırakıp) gitmişti. Bizim, kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içerisinde: ‘Senden başka hiçbir İlah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben, zalimlerden oldum.’ diye niyaz etti.”(Enbiyâ: 21/87-88) Kur’an meseleyi tavzih ederken sen de temaşaya devam et.

İşte Yunus aleyhisselam kavminden uzaklaşıyor. Şimdi de bir gemide. Hava Yunus aleyhisselam gemiye bindikten sonra bozuyor. Gemide bir günahkarın olduğu düşünülüyor. Öyleyse kura çekelim kim çıkarsa onu denize atalım diyorlar. Derken kurada Yunus Peygamber çıkıyor. Ancak gemidekiler razı olmuyor ve suya değil sahile bırakmak istediklerini söylüyorlar . Ancak Allah’ın gazabının dinmesi için suya bırakılmasını istiyor Yunus Peygamber. Bak işte denize bırakıldı şimdi. Koca bir balık yuttu Yunus Aleyhisselam’ı. Allah balığa emretti ona zarar verme diye. Şimdi karanlık bir yerde, dalgalı bir denizde çıkış yolu yok. Sebepler tükenmiş. Dinle Yunus Aleyhisselam’ı ne der, ‘la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin’ der. (Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. Enbiyâ Sûresi, 21:87)

Ağzında tesbih sebeplerin tükendiği, imkanların kalmadığı, ölümün sebepler yönüyle kesin olduğu bir anda O bütün bunlarla ufkunu karartmamış, ümidini yitirmemiş, bütün sebeplere meydan okurcasına sebeplerin de sonuçların da asla kendi icraatının haricinde bir netice oluşturmayacağı Müsebbib ül Esbaba iltica etmiş. Balığın karnını bir mescid gibi kullanıp orada zikirlerle arz ı ubudiyette bulunmuş. O kapkaranlık geceyi gündüze, o şedid nikmeti nimete ve o ağır zahmeti rahmete çevirmiş.

Bak Kardeşim elbette yaşadıklarınız tahfif edilecek, küçümsenecek, az bir teselli ile savılacak şeyler değil. Ancak bütün çabanın, gayretin merkezinde yatan şey hayatın idamesidir. Hayy ile hayat bulur, Hazreti Hayy u Kayyum’dan emanet olarak aldığımız bedenin muhafazası ve cesedin hayatiyetini devamiyeti adına çalışır, gayret sarf eder, rızık temini için de bir ömür boyu uğraşırız.

Yunus aleyhisselam için belki de herkes için değişmez olan âyat- tekviniye kanunları onun için geçmiyor, o kanunları ikame eden O’na işletmiyor, hayatının El-Mümît (Öldüren, Can Alan) esması ile noktalanması an meselesiyken birden Hafiz, Hayy, Rahmân, Rahim, Muin esmaları üzerinde tecelli ediyor. Sebepler planında ölüm muhakkakken, Allah adetini değiştirerek. Suyu boğmaz, balığı öldürmez hale getiriyor. Balık emniyetli bir gemi, su da munis bir dost haline gelip Yûnus aleyhisselam’ı sahil-i selamete çıkarıyor.

Şimdi Size dönecek olursak kıymetli kardeşim, henüz yaşamaktasınız. Hayatınızın sonlanması sebepler planında kesin olabilecek bir imtihan ile karşı karşıya bırakılmamışsınız. Onlarca badireler atlatmış ve şimdi de yüzlercesi ile hayatınızı idame ettirmekteyken bile yüzlerce medar-ı teselli ya da ümidinize payanda olacak binlerce örnekler bulabilir, bu zâd ü zahîre ile yeniden silkelenip, o badireleri de izn-i İlahiye ile atlatabilirsiniz. Hem vazife-yi asliyemiz taallümle tekemmül değil midir? Bu acı tecrübeler bir nevi taallüm değil midir? Yaşadıklarımız bizlere bir şeyler öğretmiyor mu? Öğrendiklerimiz bizleri olgunlaştırıp, tekemmül ettirmiyor kemâle erdirmiyor mu? Kemâl noktası bir mazhariyet-i kurbiye değil mi? Zaten biz de böylesi için yaşamıyor muyuz? Hayatımızın da en yüksek gayesi, en hakikatli payesi, en tatlı semeresi marifet-i ilahiye ile muhabbet-i İlahiyeyi celbetmek değil midir? Yaşanılan onca şeyleri savma adına yakarışa geçme, bu kevnü mekanın mutlak Sahibiyle kontak kurmaya vesile olmuyor mu? Bu da O’nunla olan irtibatımızın kuvvetli kılma, O’na yaklaşma, O’nunla daha fazla birlikte olma mânalarını muhtevi değil mi? Pekala bu ağır imtihanları, bu aşılması güç eşiği, bu çok sarp yokuşu, bu gibi mânaları gaye edinerek aşmaya çalışmak değil mi? Her kemâlin zehri yeis ateşini söndürüp, Hakka kurbiyetin huzuzatıyla aşk ateşinin şûlesini yakmak değil de ya nedir? Evet, evet.. Bunlar birer vesile-yi necat, birer vâsıta-yı felahdır. Bu günler geçecek ve herkes neler kaybedip neler kazandığını bu ilahi yarışma bitince anlayacak. Kazananda sevinç neşidesi, kaybeden de kaçırılanın âh u efgânı. Sen sabırla, ama bir o kadar da gayretle, azimle ve hatta şevkle o neşidelerin nağmelerine dinleyerek yoluna devam et. Zira aşılacak çok tepe, varılacak çok menzil var. Çünkü sen Hakikat yolcususun. Bu yolun erkanı böyledir. Kazmanı eline al, vur hakikat toprağına, endişe etme eline elmastan başkası düşmez.

Bak Bediüzzaman’a ne söyler:

(İnsanın) vazife-yi fıtriyesi taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu’l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır.”

Artık ibret gözüyle bak, hikmet eliyle tut.

Kemalâtın arşına yükselmek isteyenler bilirler ki mihnet pazarında çile alınıp satılırken şikayet edilip yeise düşülmez. Hem korkma hayatın idamesi onun elinde o çağırmadıkça gidemezsin. Yaşayacağım diye uğraşma ecelsiz ölüm yoktur. “ Ecelse birdir tegayyur etmez.” Yüklerini hafiflet ruhunla pervaz et ve cesedini O’na sat. O’na satılmamış cesed leştir. Unutma bizler Cemâl yolcusuyuz.

Bak Aşık Yunus ne söyler:

Erenler dertliyiz Derman isteriz,

Himmet pîrimizden Ferman isteriz,

Cemâle yolcuyuz Rahmân isteriz,

Destûr niyâzımız Hemrâz isteriz,

Tapduk eşiğinde Pervâz isteriz.

*

Yolcuyuz katremiz ummana akar,

Nur-ı Hak sivayı nar olup yakar,

Hizmetimiz Hakk’a, Dost bir Allah yâr,

Destûr niyâzımız Hemrâz isteriz,

Tapduk eşiğinde Pervâz isteriz.

O Tapduk eşiğini Hakka götüren bir koridor olarak görür. Sen de tohumunu Bediüzzaman’ın attığı sonra da gelen Bahçıvan’ın göz yaşlarıyla yeşerttiği Hizmeti, öyle bir koridor olarak görürsün.

Bu sözlerin ardından ayıkan Baha, kendini, ağlayarak şu sözü terennüm ederken bulur, “Cemâle yolcuyuz Rahmân isteriz.”


Yazarın önceki Yazıları

Nikmet Aleminde Hikmet Gemisiyle Seyahat – 1

2 COMMENTS

  1. Okuru güzel bir yolculuğa çıkarmış yazar. Dili biraz ağır olsa da alıntıları ve bağlantıları çok güzel ve yerinde. İlk yazı da aynı şekilde. Herkesin girdiği muhasebeler belki de bunlar. Işık tutması açısından önemli. Tebrikler..

Comments are closed.