Bila Sarımeşe, The Circle
-Bir Kutu Hurma Ardından-
Ramazan ayının sıcak günlerinden biri, hayli yorgunum onca
saat dersin ardından. Boğazımı suya hasret, damar damar çatlamış toprak gibi
hissediyorum. Aheste aheste ilerliyorum. Kafamda soru işaretleri var Ramazana
dair: “Kimi çağırsak; ya sahura kalkamazsak okulda ne hâle gelirim; çocukları
nasıl alıştırabiliriz? vs” “Nerede o eski Ramazanlar?” meselesine girecek
mecalim de yok. Ânı düşünüp sadece, isyanlarda olan midemi düşünüyorum derin
derin; fakat gizli kapaklı Ramazanı nasıl kolaylaştırabileceğime dair doneler
arıyorum. ‘Oruç tutmama’ gibi bir ihtimali hiç düşünmedim, bundan dolayı
sırtımı sıvazlıyorum gururla. Geçinip gidiyoruz Ramazan Efendi’yle; hani
kendisi de onbir ayın sultanı, edeple bahsediyorum kendisinden gördüğünüz
üzere. Tabi ki Türkiye’de ve dışarıda Ramazan havası ciddi farklılıklar arz
ediyor. Türkiye’de içinize çekiyorsunuz havayı oksijen, azotun yanına
ekleyerek; kulağınızı hızlıca “segâh nehri”nde akıp giden ezana emanet
ediyorsunuz, hele bir de Konya’nın geleneksel iftarındaysanız midenize sanki
‘dolu yağıyor’. Akabinde, dolu vurmuş midenizin sedalarıyla eda etmeye
çalıştığınız akşam namazında 20 saattir beklediğiniz yemekleri içeride tutmak
için seferberlik halinde kasılıyorsunuz. Ardından, kalbiniz “çay çay” diye
aritmiye girer, hele bir de teravihe az kalmışsa, ve mahallenizin hocası
herhangi bir hava yolu şirketiyle gizlice anlaşmak üzereyse teravih farklı bir
boyut kazanır. Arkada gülüşen çocuklara katılmak istersiniz ama nafile, en ön
safa düşmüşsünüzdür. Hocaya yetişmeye çalışan, camideki yaş ortalamasını hayli
yukarıya çeken hürmete müstehak amcaların koluna giresiniz gelir, zira hocayla
ciddi bir mücadele içindedirler. İşin izahı çok yapıldığından ben biraz
mizahına kaçtım olayın, fakat bunu lütfen o zamanlara olan özlemimle tevil
edin.
Sahur ise bambaşkadır; kaşık seslerine karışan beşerî
sessizlik ilginç sorularla ve ağız kaynaklı yansımalı seslerle inkıtaa uğrar.
Beklersiniz hocayı ki sabah ezanını da teravihteki nâmıyla okusun fakat makamda
ciddi ve mahmur bir değişme olur. Gözlerinizi açık tutabildiğiniz müddetçe
sabah ezanını dinlersiniz. Sabah namazına camiye gitmek yiğitlik gerektiriyor;
yapmadım değil ve hala özlerim. İşte böyle, Türkiye’mizde farklıdır Ramazan ve
çocuklarımın şimdilik o havayı alamamış olmalarını bir kayıp olarak görüyorum.
Gelelim gurbetin, ve artık “ikinci evimiz” olmuş bu güzel
ülkedeki atmosferin atkılarına sarılmış Ramazanının aklımıza düşürdüklerine.
“Kuru fasulyenin faydalarına geleceğim” gibi bir temayül sezdim kalemimde ama
durdum. Ramazan’ın güzelliğine kapılıp giden üslubumda sürç-i merâm etmişsem
açlığıma verin, lütfen affedip geçin ve Ramazan kazanımlarınıza boyut
kazandırın. Benim Kaliforniya’mdaki Ramazan nasıl ruhuma akıyor, paylaşmaya
çalışayım.
İlk geldiğim günlere gidiyorum hazırsanız. Okulda yeniyim,
ve tek “yabancı”yım hem kendime hem etrafımdaki insanlara. Duruşu, belki kılık
kıyafeti, “-t”lerin üzerine “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…” der gibi
bastıran aksanı, yalnızlığı, gelecek her hayra muhtaçlığıyla bir başımayım.
Arayış derin, buluş uzak duruyor. Bir ara, yanıma altmışlı yaşlarda, yüzündeki
kasların artık tamamen gülümsemeye kalibre olduğu Ms. Chabre geliyor ve diyor
ki: “Bilal, eşini gördüm ve tanıştığımıza çok mutlu oldum. Size helal et
alabileceğiniz bir yer tavsiye edeyim!” Başörtüsünden helal ete estetik ve
manidar bir geçiş yapıyor. Tabi bu, ailece bizim unutulmazlarımız arasına
girdi. Bu sözleriyle bizi sanki kucakladı sımsıkı. Bir başka mücevher gibi
parlayan köşe taşı şahsiyetse Dr. Suzanne oldu. Ailece yaşadığımız sıkıntı için
dertlendi, ve ertesi gün bana “dua etmek için tüm kiliseye haber verdiğini”
söyledi. Yine aynı insanlar benim bir göçmen olarak geldiğim şehirde kolayca ev
bulabilmem için tüm veli ve öğretmenleri seferber etmişlerdi. Dokunaklı. Annesi
geliyor Dr.Suzanne’in ve benim 3 yılı aşkındır annemi görmediğimi duyuyor.
Gözleri doluyor, hızlıca yanıma gelip sarılıyor nemli gözlerle. “Senin ve annen
için dua edeceğim!” diyor. Böyle geçiyor işte zaman; ve geliyoruz Ramazana ve
artık zaman geçmiyor. Zor. Çocuğumu almaya gidiyorum bir ara. Oğlumun
arkadaşının annesi geliyor ve “Bilal” diyor. Gözlerinin ışıl ışıl parlamasıyla
beraber, ağzından mahçup bir edayla “Ramadan Kareem” kelimeleri saçılıyor
inciler gibi. Dokunuyor bu sözler bana, ve ardından diyor ki: “Biliyorum, siz Ramazanda
hurma yiyorsunuz, o yüzden lütfen kabul et; başka bir şey bilemedim!” diyor ve
o küçük hurma kutusunu uzatıyor elime. Benden daha mutlu oluyor kendisi. O
hurmaları hala yemedim; arada dolaptan çıkarıp bakıyorum. Bana her zaman Ramazan
havası estiriyor. İlerleyen yıllarda “nerede o eski Ramazanlar” diyeceksem bu
hurmalara bakıp bakıp dururum. Fotoğrafını da çektim…
Son olarak, Heather’dan bahsedip bahsi kapatayım.
Öğretmenler odasında yemeğini açıyor, beni görüyor ve ânında toparlanmaya
koyuluyor. Özür diliyor, başka bir yere gitmek istiyor. Ben durduruyorum, ve
“sen gidersen ben çok üzülürüm!” diyorum. Oturuyor tekrar, ama konuşmalar devam
ederken benimle göz göze gelince usulca ekmeğini masanın aşağısına indiriyor
suçlu bir çocuk gibi. Evet, bunlar ufak tefek hatıralar zihnimde ama Ramazan
tüm büyüsüyle etraftan hatıralar topluyor heybesine ve hayran kıldırıyor
heybetine. Bu arada, hurmalar hala duruyor, bugün açmaya karar verdim. Dilerseniz buyrun gelin! Fotoğrafı var,
yazısı da çıkarsa artık bir nevi “ölümsüzleşmiş” olur. Umarım, Ramazan
tatlılığını hiç eksik etmez üzerimizden. Şiir şiir, şarkı şarkı yayılır
gönüllere ve gözler önüne “insanlığın güzelliği” pasajları döker! Bu vesileyle,
bu yazıyı göz gezdirmeyle dahi olsa okuyan herkesin Ramazanını tebrik ederim.