Engin Sezen

“Her renge bürün ama renk verme…”  Mevlana

Dün sabah Cem makamından dem vururken telvinden, televvünden, hani o kalbin renkten renge, halden hale bürünüşlerinden söz ettik kısaca. Bu sabah da Yunus’umuzun Telvin ilahisi üzerinde tefekküre duralım, gıdalanmaya çalışalım biraz. Yunus’un ayinesinden gelgitli insani hallerimize nazar kılalım. İçimizdeki zıtlıklara, iniş çıkışlara, zikzaklara bakalım.

Kudema-yı evvel, her şey zıddıyla bilinir der… İnsan da aynı anda, ruh-beden, hayır-şer, çirkinli- güzellik, varlık-yokluk, havf- reca, fena-beka, kabz-bast, gaybet-huzur… gibi zıtlıkları bünyesinde ihtiva eden bir varlık… Yunus’a göre, her dem, türlü zıtlıkların bağrında seyeran ve cevelan eden Hz. İnsan, kah serada, kah süreyyadadır… İç dünyasında renkten renge giren, aynı anda dört mevsimi yaşayabilen; bir yanıyla Allah’a kadar ulaşan büyüklüğü, diğer yandan da şeytanlara “oh!” dedirten küçüklüğü ile hâl’den hâle, yücelikten düşkünlüğe gidip gelen, ruhu ve zihni türlü telvinlerle dalgalanan acayip bir varlık insan.

Bu dünyada, daimi bir seyr-i süluk, bir seyahat halindeyiz; yolcuyuz….Yolculuk sürprizlere, harikuladeliklere de açık olduğundan, bu yürüyüşte zaman zaman bir halimiz diğerini tutmayabilir… Bu tebeddül ve televvün, beşeriyetimizin iktizası, terakkimizin de şiarıdır. Yunus da Telvin‘de, işte bu insani hallerimizi, bir demden bir deme, bir andan bir ana seyahat hallerimizi çok güzel tasvir ediyor; insaniyetimizin resmini çiziyor; aczimizle, fakrımızla, havlimizle, kuvvetimizle… Esma ve evsaf-i hüsnanın iç dünyamızdaki rengin ve zengin tecellileri, bu tecellilerin vücuda getirdiği çalkantıları, kalakları, inşirahları, mevcelenmeleri hayretle, hayranlıkla, ama herhangi bir kınama yoluna gitmeden söylüyor. Telvindeki nimeti, tel’indeki nikmetle zayi etmiyor; bilakis insan olmanın tüm hallerini sabırla kucaklıyor, bu kabulle Hz. İnsan’a giden bir yol arıyor.

Zaaflarımızla, faziletlerimizle insanız… Huzurda en teslimkar olduğumuz anlarda bile aklımızdan nice hamlıklar geçebilir, zihnimizde nice çirkinlikler hütur edebilir. En kavi olunan demlerde kendimizi şüphe ve tereddütlerin kucağında bulabiliriz. Yaşatma duygusuyla lebaleb olduğumuz demlerde, içimizde bir şeylerin ölmekte olduğunu farkedemeyecek hallere düçar da olabiliriz. Bir kutuptan diğer kutuba gelgitler içinde olabiliriz; insanız…

Ahmet Kaya:

“Yaprak döker bir yanımız
  Bir yanımız bahar bahçe…”
diyor.

Yunus Emre şöyle telvin buyuruyor:

Hak bir gönül verdi bana, ha! demeden hayran olur
Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur

Bir dem sanasın kış gibi, şol zemheri olmuş gibi
Bir dem beşaretten doğar, hoş bağ ile büstan olur

Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker, dertlilere derman olur

Bir dem div olur ya peri, viraneler olur yeri
Bir dem uçar Belkıs ile, sultan-ı ins ü can olur

Bir dem varır mescidlere, yüz sürer anda yerlere
Bir dem varır deyre girer, İncil okur ruhban olur

Bir dem gelir İsa gibi, ölmüşleri diri kılur
Bir dem girer kibr evine, Fir’avn ile Haman olur

Bir dem döner Cebraile, rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrah olur, miskin Yunus hayran olur
..”

Sözümüzü “dem bu demdir dem bu demdir dem bu demdir…” diye bizi her an hüşyar olmaya; yola, işe koyulmaya davet eden Fuzuli ile bitirelim…kendimizi her dem güzelliklere, iyiliklere, doğruluklara açık halde tutabilmek niyetiyle:

“Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül bülbüle,

Derde yok sabrı anın her lahza bin feryâd eder…”