KENDİNİZDEN KISACA BAHSEDER MİSİNİZ?

14 Aralık 1972 Kırşehir doğumluyum. Okuma yazma bilmeyen fedakar bir annenin ve 1965-1976 yıllarında Almanya’da çalışmış daha sonraki yaşamını Kırşehir’de Tornacılık yaparak geçirmiş 2000 yılından itibaren emekli esnaf bir babanın dört çocuğundan ikincisiyim. Tüm çocuklarına üniversite okutacak kadar eğitime düşkün bir anne-babanın evladı olmaktan onur duyuyorum. İlk-orta ve lise eğitimimi Kırşehir’de tamamladım. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. 1999-2009 yıllarında yerel gazetecilik yaptım. 2011 yılından itibaren İstanbul Baro’suna kayıtlı olarak serbest Avukatlık yapmaktayım.

DÜNYA ADALET PROJESİ(WJP) TARAFINDAN HAZIRLANAN VE ÜLKELERDEKİ HUKUK SİSTEMLERİNİ DEGERLENDİREN “2017 HUKUKUN ÜSTÜNLÜGÜ ENDEKSİ” VERİLERİNE GÖRE TÜRKİYE’NİN 113 ÜLKE ARASINDA 101. SIRADA YER ALDIGI AÇIKLANDI. TURKİYE’NİN, 2014 TARİHLİ AYNI ENDEKS SIRALAMASINDA İSE 59. SIRADA BULUNDUĞU AÇIKLANMISTI. ÖNCELİKLE KISA SÜRE İÇİNDE BU BÜYÜK DEĞİŞİKLİĞİ NASIL DEGERLENDİRİYORSUNUZ?

 

Cumhuriyet tarihimizde 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 olmak üzere iki fiili askeri darbe, 12 Mart 1971 askeri muhtıra, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbe olarak adlandırılan askeri muhtıra sonrası YARGI daima siyasi iktidarı ele geçiren HAYDUTLARIN emrine girmiştir. Maalesef bu emre giriş çoğu zaman gönüllü olmuş ve bunun sonucunda da 1960’da Adnan MENDERES ve arkadaşları, 1971’de Deniz GEZMİŞ ve arkadaşları, 1980’de 18’i sol, 8’i sağ görüşlü kişiler idam edilmiştir. Yine 28 şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu’nda brifing alan yargı mensuplarınca yüzlerce kişi hakkında İrtica-Anayasal düzeni yıkmak suçlarından soruşturma ve kovuşturma açılmıştır. Tüm bu dönemlerde zaten sorunlu bir yapısı olan yargı daha da UTANILACAK soruşturma-kovuşturmalara ve kararlara imza atmıştır.

Esasında 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü (siyasi pozisyonlara göre sahibi-azmettirircisi ve tarafları değişen önümüzdeki yıllarda netlik kazanacağını umduğum darbe teşebbüsü) sonrasında da farklı bir durum olmamıştır. Özellikle 1999 yılı Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak gösterilmesiyle başlayan ve 2010 referanduma kadar süren ülkemizdeki reformist AB süreci ve diğer dinamiklerden kaynaklı iyileşmeyle Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 113 ülke arasında 2014 yılında 59.sırada olan TÜRK YARGISI 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yine haydut bir siyasi iktidarın emrine girmiş ve tüm kazanımlarını kaybederek 2017 yılında 101.sıraya gerilemiştir.

 SİZE GÖRE TÜRKİYE’DE ‘HUKUKUN ÜSTÜNLÜGÜ’ HANGİ SEVİYEDE?

Seviyeyi avukatlar, hakimler, savcılar, siyasi iktidar ve halk değil uluslararası hukuk standartları belirler. Bulunduğumuz yer geri kalmış 3.dünya ülke devletleri seviyesidir ve her sağduyulu kişinin utanacağı bir seviyedir.

 YİNE BUNA BAĞLI OLARAK, SİZCE YARGININ BAGIMSIZ VE TARAFSIZ OLMASI NE ANLAMA GELİYOR?

Bu sorunuzun akademik ve entelektüel cevabını bir tarafa bırakarak bana göre tarifi sudur ; Sıradan bir vatandaş, sıfatı ve konumu ne olursa olsun bir kişiyle yahut devletle bir sorunu olduğu zaman HAKKINI YARGI ELİYLE ALABİLECEĞİNE İNANIYORSA yargı vatandaş yönüyle tarafsız ve bağımsız demektir. Ayrıca yargının tarafları olan avukatlar, hakimler ve savcılar mesleklerini icra ederken VİCDANLARINDAN BAŞKA BİR GÜCE BAKARAK KARAR VERMİYORLARSA yargı bağımsız ve tarafsız demektir.

 YARGIDAKI KADROLASMA İDDİALARİNİ DA GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURURSAK, ‘’AKP YARGISI’’, ‘’CEMAAT YARGISI’’ GİBİ KAVRAMLAR NE ANLAMA GELMEKTEDİR?

 

Öncelikle bu tanımı kim veya kimler yapıyor ona bakalım. 1923 yılından itibaren kendilerini devletin sahibi gören Dindarlar-Kürtler ve Alevilerle sorunlu katı Kemalist-Laik resmi ideoloji sahibi kişilerin tanımı üzerinden izahlar yapmamız meseleyi baştan yanlış anladığımızı gösterir.

Şunu açıkça kabul edelim ki, 1923’de M.Kemal ATATÜRK ve arkadaşları yeni bir Cumhuriyet rejimi kurdu ve rejimde herhangi bir kişinin ne kadar Müslüman, ne kadar  Kürt ve kadar Alevi olabileceği hatta ne kadar muhalif olabileceğinin sınırları çizildi.

Bu rejimin zihniyeti taşıyan kişiler YARGININ, ASKERİYENİN, AKADEMYANIN ve DIŞİŞLERİ v.s gibi önemli bürokrasinin kendilerine ait olduğu düşünüyor ve kendileri harici her kim buralarda bulunmak istiyorsa onlara konjonktüre göre–devletin içine sızmaya çalışan gericiler veya bölücüler veya dış mihraklar-tanımını yaparak bu kişileri tasfiye etmeye çalışmışlardır. Cemaat ve AKP yargısı gibi tanımlar resmi ideolojinin tanımlarıdır ve 1923 yılından itibaren aşama aşama elde ettikleri darbelerle de pekiştirdikleri konumlarını kaybeden resmi ideoloji zihniyet sahiplerinin başarılı bir karşı propagandasından başka bir şey değildir.

Şu anki yargı AKP YARGISI değildir, olsa olsa yukarda bahsini yaptığımız AKP’nin siyasi zaaflarından çok iyi yararlanan ve 2000’lere kadar hakimiyetini korumuş ve her darbe sonrası gerçek kimliklerini ve yüzlerine aşina olduğumuz MENDERES’İ, DENİZ GEZMİŞ’İ ve 1980 darbesinden sonra sağcı ve solcu gençleri asan AKP destekli katı Kemalist-Laik kişilerin yargısıdır. Bu anlayış geçmişte yaptığı tasfiyeleri gericilik, bölücülük ve dış mihrak gibi kullanışlı kelimelerle yapmıştır ve şimdi de FETÖ/PDY gerekçesiyle yapmaktadır. Dünün tasfiye gerekçeleri ne kadar haksız-hukuksuz ve temelsizse bugünün tasfiyeleri de o kadar haksız hukuksuz ve temelsizdir.

Bu resmi ideolojinin sahipleri 1999-2016 arasında diğer kamu bürokrasisinde olduğu gibi kendilerince çok önemli gördükleri YARGIDA da bir şekilde belli hakimiyetini kaybetmiş yada geçmişteki kadar etkin olamamışlardır. Yapacakları tasfiyeye kamuoyu desteğini alabilmek için tartışma konusu yapılan Ergenekon, Balyoz v.d. mahkemelerin hakim ve savcılarına dikkati çekerek kendisinden görmedikleri hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına inanan 4500 hakim ve savcıyı CEMAAT YARGISI gerekçesiyle FETÖ/PDY iftirasıyla tasfiye etmişlerdi.

ADALET BAKANLIĞI’NIN YAYINLADİGİ VERİLERE GÖRE, 15 TEMMUZ SONRASİ, 2300’Ü ASKIN HAKİM VE SAVCI, 700 CİVARINDA DA AVUKAT TUTUKLANDI. AYRICA 2000’İN ÜZERİNDE HAKİM, SAVCI VE 1000’İN ÜZERİNDE AVUKAT HAKKINDA DA SORUSTURMA YÜRÜTÜLDÜGÜ BİLİNMEKTEDİR. BUNLAR RESMİ RAKAMLAR. TÜRKİYE YARGISININ GEÇMİSİ DE GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULDUGUNDA HAL-İ HAZIRDA GELİNEN NOKTAYI NASIL DEGERLENDİRİYORSUNUZ?

 

Yukarda izahını yapmaya çalıştığım katı Kemalist-Laik duruşu olan resmi ideoloji sahibi kişiler rejimin çizdiği sınırların aşıldığını düşündüğü anda darbe yapmaktan ve yapılan darbeye destek olmaktan çekinmemişlerdir.

27 Mayıs 1960 darbesinden itibaren tüm darbeciler siyasi iktidarı ele geçirdikten sonra hedefindeki rejim sınırını aştığını düşündüğü kadroları ve kendi düşüncelerine yakın olsa dahi kendilerini desteklemeyenleri tasfiye etmiştir. Her darbe sonrası askeriyede, yargıda, üniversitelerde ve bürokraside bu anlamda ciddi tasfiyeler olmuştur.

27 Mayıs 1960 darbesinden yapan cuntacılar CHP desteğini de alarak muhalif veya demokrat gördükleri askeriyede 275 general, 7.000 Albay, yarbay ve binbaşı, üniversitelerde 147’ler olarak adlandırılan üniversite hocalarını ihraç etmişlerdir.

12 Eylül 19080 darbesini yapan Kenan EVREN ve darbeci ekibi kamuoyunda 1402’likler olarak bilinen sıkıyönetim yasasıyla 148’i üniversite hocası olmak üzere 5000 kamu görevlisinin işine son vermiştir. Darbeciler yine YARGI ELİYLE 650 bin kişiye gözaltı yapılmış, 230 bin kişiye terör davası açılmış, 388 bin kişiye pasaport verilemez kaydı düşülmüş yaklaşık bin kişi 1000 kişi de işkence ve kötü muameleden hayatını kaybetmiştir.

12 Mart 1971’de askeri muhtıra vererek Demirel Hükümeti istifa ettiren darbeciler Balyoz hareket planıyla Kominizm gerekçesiyle solcuları, irtica gerekçesiyle de dindarları zindanlara doldurarak ezip geçmişlerdir. Bu tablo 28 Şubat 1997’de Post modern askeri muhtırayı vererek Refah-Yol hükümetini istifaya zorlayan darbeciler yargı brifingleriyle ve  kurdurmuş oldukları kukla hükümet Mesut YILMAZ eliyle hedeflerindeki kişi ve muhaliflerin hayatını zindana çevirdiklerinde değişmediğini şimdi 35 yaş üstü olan herkesin hatıralarında canlıdır.

15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki planlayıcı itici zihniyet ve güç, katı Kemalist-Laik duruşu olan resmi ideoloji sahibi kişilerdir. 27 Mayıs 1960’ta başlayan darbeler ve muhtıralardan bağımsız değildir. 15 Temmuz’un diğer darbelerden farkı darbecilerin planladıkları tasfiyeleri bizzat kendileri değil iktidarda kalmak uğruna tüm demokratik değerlere ihanet ederek darbecilerle anlaşan AKP’ye yaptırmış olmasıdır.

Her darbe sonrası darbeciler 27 Mayıs’ta Milli Birlik Komitesi, 12 Eylül’de Milli Güvenlik Konseyi’ni kurmuş muhtıralardan sonrada 12 Mart’ta Nihat ERİM Başbakanlığı’nda Partiler Üstü Reform Hükümeti, 28 Şubat’ta Mesut YILMAZ Başbakanlığı’ndaki ANAP AZINLIK HÜKÜMETİ adı altında tetikçi ve kukla hükümetler kurdurmuştur. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası AKP’nin durumu da budur.

Bu darbecilerde diğer darbecilerden farklı davranmamış bu darbede hedefledikleri kitle olan öncelikli olarak HİZMET HAREKETİ olarak bilinen cemaate ve diğer kontrolünde olmayan muhaliflere karşı DARBE HUKUKU’nu işleterek askeriyede, yargıda, üniversitelerde, bürokraside ve iş dünyasında tasfiyeleri gerçekleştirmişlerdir. Kısaca siyasi tarihimizde başarılı her darbe sonrası tasfiyeler olmuştur 15 Temmuz sonrası olanda bundan farklı değildir.

 YİNE BUNA BAĞLI OLARAK, DARBEYİ GERÇEKLEŞTİRDİGİ İDDİA EDİLEN ASKERLERDEN ÖNCE HUKUKÇULARA OPERASYON YAPILMASINI NASIL AÇIKLIYORSUNUZ?

15 Temmuz darbe girişimini düzenleyen aklın darbe sonrası bir eylem planının olmadığını düşünmek safdillik olur. Kendi eylem planlarına göre ilk operasyon yapacakları kesimin hakim ve savcılar olduğunu yaptıkları uygulamalardan anlıyoruz.

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİN HEMEN AKABİNDE, ON BİNLERCE KAMU PERSONELİ, ÖGRETMEN, DOKTOR, HEMSİRE, İSÇİ, HAKİM, SAVCI VS. –DARBEDE YER ALDIKLARI, DARBECİ OLDUKLARI- GEREKÇESİYLE BİR ANDA GÖREVDEN ALINDILAR, İHRAÇ OLDULAR, MALLARINA EL KONDU VE BİRÇOGU DA HAPSE ATILDI. HEM İHRAÇ HEM DE GÖZALTİ İSLEMLERİNİ DİKKATE ALDİGİNİZDA BU İNSANLARLA DARBE ARASİNDA NASIL BİR BAGLANTI KURULDU?

Bahsettiğiniz meslek gruplarındaki kişilerin darbeyle hiçbir bağlantısı yok ancak darbecilerin hedefinde HİZMET HAREKETİ olarak bilinen cemaat ve diğer kontrol dışı muhalifler olduğundan MİT’in 2011 yılından itibaren Cemaat fişleme listesinde olanlar ve diğer muhalif fişleme listesinde olan kişilerin tamamı hakkında adli ve idari işlem yapılmıştır.

GERÇEKTEN BU İNSANLAR DARBECİMİYDİ, DARBENİN NERESİNDE YER ALDILAR?

Haklarında işlem yapılan 120 bin kamu görevlisinin tek suçu darbecilerin fişleme listesinde olmalarıdır.

 SON OLARAK SİZİN 15 TEMMUZ DARBE GİRİSİMİ HAKKINDAKI GÖRÜSÜNÜZÜ MERAK EDİYORUM?

15 Temmuz darbe girişimi 28 Şubat 1997 tarihinde muhafazakar camiaya karşı başlatılan darbe sürecinin acımasız ve kanlı bir finalidir. Arkasındaki planlayıcı itici zihniyetin ve gücün, katı Kemalist-Laik duruşu olan resmi ideoloji sahibi kişiler ve askerler olduğunu düşünüyorum.

2007 E-Muhtıra sonrası planlanan darbenin o günün siyasi direnci ve bu direncin yanında olan demokrat ve liberal kesimlerin desteği ve en önemlisi de cemaatin bu dirence toplumsal ve bürokratik destek vermesiyle yapılamayarak ertelenen darbenin 9 yıl içinde rüşvet,yolsuzluk ve diğer siyasi zaaflar nedeniyle kırılan siyasi direncin kendini kurtarmak adına saf değiştirmesi sonucunda eksik kalan işin tamamlanması olarak değerlendiriyorum.

AKP ve ERDOGAN’ın siyasi geleceklerini kurtarmak adına zaten pek de özümsemedikleri tüm demokratik değerlere ihanet ederek bu darbenin gönüllü tetikçisi olmaktan başka bir işlevlerinin olmadığı kanaatini taşıyorum. 28 Şubat sürecinde Mesut YILMAZ, 12 Mart muhtırasında Nihat ERİM neyse 15 Temmuz sonrasında da Recep Tayyip ERDOGAN odur.

Türkiye’nin makus talihi olan 1960 yılından itibaren her 10 yılda bir olan darbe ve muhtıra geleneği maalesef 15 Temmuz darbe girişimiyle değişmemiştir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi 28 Şubat 1997 askeri muhtırasının muhafazakar kesime karşı yapılmak istenen eksik kalan işlerinin 19 yıl sonra tamamlanmasından başka bir şey değildir.

28 Haziran 1996-30 Haziran 1997 tarihlerinde görev yapan REFAHYOL hükümeti 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı sonrasında muhafazakar kesimleri hedef alan çok ağır aleyhe kararlara imza atarak askerlerin muhtıra sürecini kabul etmesine rağmen iktidarını en fazla 4 ay koruyabilmiş ve istifa etmek zorunda kalmıştı. 16 Ocak 1998’de de Refah Partisi kapatılmıştır. 28 Şubat süreci denilen muhtıranın ağır etkisi 5 yıl sürdü ve 3 Kasım 2002 seçimleri sonrası iktidar AKP geldi ki darbe iddiaları 2008 yılı Ergenekon-Balyoz davalarına kadar hep sürdü.

AKP ve ERDOĞAN’ında ERBAKAN’dan farklı davranmayarak 25 Ağustos 2004 tarihli “Türkiye’de Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen” konu başlıklı Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararı olan yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanmasına dair tavsiyelerin altına imza attığını görüyoruz. 15 Temmuz 2016 darbe girişimini 25 Ağustos 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararının ete kemiğe bürünmüş hali olarak görüyorum.

Erdoğan 25 Ağustos 2004 tarihli MGK kararından 15 Temmuz darbe girişimi de dahil olmak üzere her zaman iktidarını korumak uğruna konjonkturel olarak güçlü gördüğü yurt içi ve yurt dışı güç merkezleriyle hiçbir değer gözetmeksizin ittifak yapmaktan çekinmemiştir.

2004-2007 tarihleri arasında AB sürecini gündemine alması, ülkedeki tüm liberal kesimlerle ittifak kurması ve cemaatin  toplumsal ve bürokratik desteğini talep etmesi darbe ihtimaline karşı askerin siyasetteki etkisini kırmak ve iktidarını korumak için yaptığını doğru stratejik hamlelerdi.

Bu reform sürecinden sonra 28 Şubat 1997 askeri muhtırasından tam 10 yıl sonra 12 Nisan 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçiminden kaynaklı dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT E-Muhtıraya imza atmış ve sonrasında 5 Mayıs 2007 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN arasında gerçekleşen ve içeriği hakkında şimdiye kadar taraflarca açıklaması yapılmayan DOLMABAHÇE görüşmenin önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum.

Bu devletçi/darbeci gelenek E-Muhtıranın ardından ne kadar ileriye gidebileceğini tıpkı 28 Şubat sürecinde Refah Partisini kapatma davası gibi AKP’ye karşıda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 2007 yılında soruşturma açmış 14 Mart 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesine kapatma davası açarak işin ciddiyetini Erdoğan’a hissettirmiştir.

Herkes biliyor ki parti Cemaatin yoğun desteği ve diğer demokratik dinamiklerle zor bela bir oy farkla 30 Temmuz 2008 tarihinde kapatılmaktan Erdoğan’da 5 yıl siyasi yasaklı olmaktan kurtulmuştur.

2004 MGK kararı ve 2007 BÜYÜKANIT-ERDOĞAN görüşmesiyle darbenin hedefindeki AKP-CEMAAT ikilisinden AKP’nin çıkartılarak sadece cemaatin hedefe alınma pazarlığının yapıldığı kanaatini taşıyorum.

Erdoğan’ın katı Kemalist-Laik darbeci geleneğe sahip askerlere karşı 2002 parti kuruluşu aşamalarından itibaren iktidara gelmek ve sonrasında da  iktidarda kalmak için bir şekilde ittifak kurduğu ve 2004 -2010 tarihlerinde belirgin olarak beraber hareket ettiği liberaller, cemaat ve AB süreçli güç merkezleriyle yollarını 2010 Anayasa referandumun kazanılmasıyla ayırmıştır.

Erdoğan referandumunun kazanılmasıyla kendisinin artık hem iktidar hem muktedir olduğunu hem de darbe tehlikesinin tamamen bertaraf olduğunu düşündü. Bunun yanında Erdoğan kendisinin özel bir kişi ve Sünni İslam aleminin lideri olduğuna inanmaya/inandırılmaya başlamış ve ülkedeki tüm sağ ve muhafazakar yapılarda mutlak itaat ve teslimiyet beklediğini muhataplarına açıkça iletmiştir. Cemaat bu süreçte Erdoğan’ın tüm taleplerini ret ettiğini bizzat sayın Fethullah GÜLEN’in açıklamalarından anlıyoruz.

Erdoğan’ın kendisi, ailesi ve hükümetindeki bazı bakanlarında adlarının karıştığı 2010-2014 yılları arasındaki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ve radikal cihadist silahlı örgütlere destek iddiaları gereği yargılanması hatta iktidarı kaybetme tehlikesi karşısında yurt dışında İngiltere, Rusya ve İran ve yurt içinde katı Kemalist-Laik darbeci geleneğe sahip kişi ve askerlerle yeni ittifaklar yapmaktan çekinmemiştir. Yeni ittifakı sonrası eski müttefikleriyle ortak imzası olan olumlu-olumsuz tüm icraatlarını inkar etmiş ve yeni müttefiklerinden özür dileyerek eski müttefiklerini cezaevlerine doldurmuştur.

Hürriyet Gazetesi yazarlarından Ahmet HAKAN’ın 23 Mart 2016 tarihli Genelkurmay Psikolojik Hareket Başkanlığında 2000-2007 tarihleri arasında görev yapan Dursun ÇİÇEK ile yapılan röportajda ÇİÇEK “İrtica, bizim için %80 cemaat’ti. Onun dışındaki gruplar ufak-tefek gruplardı” demesi bugün ortaya çıkan tabloyu daha net anlaşılır kılmaktadır.

Erdoğan’ın yeni ittifaklarının neticesi olan 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ;

  • Erdoğan yurt içinde yargılanmaktan kurtulmuştur.

  • Kendisine biat etmeyen Cemaati yok etme, ezme ve parçalama hedeflerine yürüme fırsatı elde etmiştir.

  • Yurt içinde kendisine muhalif kişi ve gruplara Cemaat üzerinden sert bir mesaj vermiştir.

  • Katı Kemalist-Laik resmi ideoloji sahibi kişiler ve askerler, muhafazakar kesimin 1950 yılından itibaren 70 yıllık kazanımlarını Cemaat özelinde 28 Şubat sürecinde yarım kalan hesaplarını dindar insanları tekrar tüm önemli toplumsal ve kamusal hayatta kazıyarak tasfiye etmek hedeflerine ulaşmıştır.

  • 2008-2013 yılları arasında darbe ve darbecilerle mücadele adı altında Ergenekon-Balyoz ve diğer davalarla toplamda 1200 kişiye operasyon yapılmışken, kendilerini devletin sahibi gören darbeci Kemalist-Laik resmi ideoloji sahibi kişiler ve askerlerle uğraşanlara ne kadar ağır bir bedel ödeteceklerini 1200 kişiye karşılık kadın-çocuk-bebek-ihtiyar-yaşlı-hasta demeden 400 bin kişiye operasyon çekerek tüm toplumsal kesimlere kendilerince had bildirmişlerdir.

5 Mayıs 2007-17/25 Aralık 2013 tarihleri arasında Cemaatin kendisi ve demokrasi adına direnç hareketleri ile 17/25 Aralık 2013-15 Temmuz 2016 tarihlerindeki AKP-CEMAAT-MİT-ORDU arasındaki olaylar silsilesinin uzun bir başlıkta ayrıca ele alınması gerektiği kanaatini taşıyorum.

Nasıl ki rahmetli Mehmet Ali BİRAND 27 Mayıs 1960 darbesinin KIRAT belgeselini 1950 yılından itibaren sebep-sonuç ilişkisi içinde çekmişse önümüzdeki yıllarda bir gazetecide 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin belgeselini 2004 MGK kararından itibaren sebep-sonuç ilişkisi içinde 12 yıllık sürecin belgeselini çekecektir.

BYLOCK KONUSU ÇOK TARTIŞILIYOR BUNU BİRAZ AÇAR MISINIZ ?

Her darbeci ve onun militan yargısı darbenin ruhuna uygun suçlar uydurmakta mahirdir. 27 Mayıs 1960’da darbe yapanlar Menderes ve arkadaşlarına ANAYASAYI İHLAL, BEBEK DAVASI, KÖPEK DAVASI, BARBARA DAVASI v.s 27 başlıkta utanç davaları açmışlardı ve zaman gösterdi ki bu davaların hepsi yalan, iftira ve sahte evraklarla oluşturulmuş siyasi davalardı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Erbakan ve arkadaşları İRTİCADAN, Türkeş ve arkadaşları FASİT DEVLET KURMA safsatalarından yargılanmışlardır.

15 Temmuz sonrası siyasi iktidarda basit bir akıllı telefon uygulamasından konjonktürel bir suç uydurmuştur. Bylock kullanmak suçunun ömrü bu siyasi iktidarın ömrü kadardır.

BYLOCK’UN ÖZELLİKLE VURGULANMASİNİN SEBEBİ NE?

15 Temmuz sonrası 120 bin kamu personeli ve 40 bin sivil kişi hakkında adli ve idari işlem yapılırken siyasi iktidara kullanışlı uyduruk bir suç aparatı lazımdı ve o aparatın adını da Bylock koydular. Olay bundan ibarettir.

 BYLOCK KULLANILMASI BİR HATAMIYDI ?

Bu sorunun cevabından önce ünlü Bylock yalanlarını bilmemiz gerekir.

Bylock cemaate münhasır bir uygulamadır. HAYIR.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bylock soruşturma dosyasında mevcut MİT TEKNİK RAPORU sayfa 79-84 arasında yazılı Bylock ID numaralarına göre 493.512 kayıtlı kullanıcı var iken savcılık 215.092 kişi hakkında soruşturma başlatmıştır. Savcılık Bylock akıllı telefon uygulamasının sırf cemaate ait gizli haberleşme programı algısını oluşturmak için 278.420 kişiyi Bylock kullanıcı listesinden çıkarmıştır.

Bylock indirmek ve kullanmak için uygulama telefona özel olarak yüklenilmeli ve bir merkezden onay alınarak uygulama aktif olmaktadır.HAYIR.

Bylock 26 Mart 2014-02 Nisan 2016 tarihleri arasında aktif olarak kullanılan bir uygulamadır. Mart 2014-Eylül 2014 arasında Appstore/ Mart 2014-Nisan 2016 arasında Google Play’de dileyen herkesin indirebildiği ve bir merkezden onay almadan aktif olan bir uygulama.

Bylock kullanıcı listeleri MİT’in ele geçirdiği Bylock server’ından elde edilmiştir.HAYIR

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/180056 soruşturma numarasıyla yürüttüğü Bylock soruşturma dosyası gereği önce 215.092 kişilik Bylock kullanıcı listesi oluşturmuş ardından da iki yıllık süreçte çeşitli gerekçelerle listeden 124 bin kişiyi listeden çıkartarak 91 bin kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma yürütülmektedir. Bu listeler üzerinde kişiler hakkında 200 Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılamalar devam etmektedir. Ankara savcılık dosyasında bulunduğu iddia edilen diğer tüm deliller ve Bylock server’ı geçen iki yıllık süreçte 200 Ağır Ceza Mahkemesine, avukatlara ve 91 bin sanığa verilmemiştir. İddia edilen server var mı, varsa veri bütünlüğü korunduğuna dair adli imajlar usulüne uygun alındı mı, kullanıcı listelerinde ekleme-çıkartılma yapıldı mı bunların hiçbiri bilinmiyor. Deliller mahkemelerden, avukatlardan ve sanıklardan saklanırken BYLOCK EN KESİN VE SAĞLAM DELİLDİR DİYEN BİR KİŞİNİN BIRAKIN HUKUKÇULUĞUNU AKIL SAGLIĞINI SORGULAMAK GEREKİR.

Velev ki tüm iddialar doğru ve Bylock sadece cemaatin kullandığı bir uygulama olsun ve tüm veriler usulüne uygun elde edilmiş olsun burada dahi AHİM ve 15 Temmuz öncesi Yargıtay ve AYM içtihatlarına göre bir dijital materyalden elde elden delillerde içeriklerde suça konu yazışmalar ve bu yazışmalar gereği icrai hareketlere girişilmesi şartıyla kişiler cezalandırılabilir. BİZZAT UYGULAMANIN KENDİSİNİ İNDİRMEK VE KULLANMAK HİÇBİR ZAMAN SUÇ OLARAK KABUL EDİLEMEZ. Ayrıca dijital materyaller her zaman ikincil nitelikte delillerdir ve yan delillerle desteklenmedikçe hükme esas alınamaz.

Tüm bu açıklamalardan sonrası Bylock kullanmak hatamıdır diye sorarsanız bu sorunun yanlış olduğunu sorunun muhatabının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı olduğunu ve savcılığa basit bir akıllı telefon uygulamasından suç uydurarak 91 bin kişiye terör iftirası atmak için nasıl bu kadar militanlaştıklarını sormanızı beklerim.

İnsanların hangi akıllı telefon uygulamasını kullanıp kullanmayacağının devlet tarafından belirlenemeyeceğini bu tercihin Anayasal hak olan Özel Hayatın Gizlliği olduğunu ağır bedel ödenerek de olsa öğrenmiş ve öğretmiş olmakta bu sürecin hukuki anlamda bir başka kazanımıdır.

CEMAAT, ERGENEKON VE BALYOZ DAVALARI SEBEBİYLE DE ÇOK ELEŞTİRİLDİ. BU DAVALARDA BİR HUKUKSUZLUK YAPILDI MI SİZCE?

Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat darbe muhtırası davalarında ve Ahmet ŞIK-Nedim ŞENER-Türkan SAYLAN’ın tutuklanması konularında cemaatin yayın organlarının soruşturmaların kolluk kuvvetlerini ve yargılamayı yapan hakim ve savcıları açıkça koşulsuz desteklemesi kamuoyunun bir kesimince hep eleştirildi.

Cemaat yayın organlarına yapılacak bir eleştiri varsa bence şu denmelidir. Bir yargılamayla ilgili haber yapıyorsan kolluk kuvvetlerinin muhabirlere verdiği bilgilerle değil tüm tarafların görüş ve düşüncelerini ve itirazlarını habere yansıtman gerekir. Kısaca gazetecilik nasıl yapılması gerekiyorsa onu yap eleştirisi yapılmalıdır.

Benim kanaatim ilgi soruşturmalarda kolluk görevini yapan polislerin, yargılamayı yapan hakim ve savcıların dosyalardaki usulsüzlük iddialarına karşı kamuoyunda açıkça konuşmaları ve davaları hem Türkiye’ye hem de yurtdışındaki mahfillere varsa ellerinde belgeleriyle anlatmaları gerekmektedir. Bu polislerin, savcıların ve hakimlerin hangileri tutuklu hangileri yurtdışında bilmiyorum ancak bu izah meslek onurları açısından da zaruret halini almıştır. Dışarıdan bizlerin dosya içeriğini bilmeden usulsüzlük vardır veya yoktur demek sübjektif bir yaklaşım olur.

Şu da bir gerçektir ki dosyalarda hukuka aykırı delil var diyenler hem yurt içinde hem de yurt dışında kendi tezlerini kamuoyuna inandırmışlardır.

Yine üzücü bir durumdur ki dolaylı-dolaysız şu anda iki milyon kişinin mağdur edildiği bu süreçte dahi milyonlarca insanın mağduriyeti bir tarafa sen ilk önce Ergenekon-Balyoz davalarında usulsüzlük yapıldı mı sorusuna bir cevap ver bakalım yaklaşımına maruz kalıyorsam burası sözün bittiği yerdir.

Toplam 1200 kişinin yargılandığı Ergenekon-Balyoz ve diğer benzer davalarda usulsüzlük yapıldı mı gerçekten bilmiyorum. Acılar ve mağduriyetler yarıştırılamaz ve böyle bir usulsüzlük yapılmışsa müsebbipler yargılanmalı varsa kusurları cezalandırılmalıdır.

Diğer taraftan bildiğim ve sahtecilik yapıldığından emin olduğum ve yasak delillerle 91 bin kişi hakkında terör örgütü iftirasıyla 200 Ağır Ceza Mahkemesi’nde adı BYLOCK olan ahlaksız  yargılamalar yapılmaktadır. Bu kişiler mesleklerinden atıldı, cezaevine kondu, gözaltında hakaret ve küfürlere maruz kaldı,önemli bir kısmı işkence ve kötü muamele gördü, malları gasp edildi, pasaportları iptal edildi. Eş ve çocukları açlığa ve yokluğa mahkum edildi. 1200 kişiyi sürekli gündeme getirenler 91 bin kişiyi yok kabul ederek hesap sormaya devam ediyorsa o kişilere verilecek tek cevap utanmazlığı ve ahlaksızlığı karşısında yüzlerine tükürmek olmalıdır.

Bu sadece Bylock yargılamalarındaki tablo. Tartışma konusu davalarda 1200 kişinin yaklaşık 700 kişisi muvazzaf askerdi ve belli kesimler her gün ORDU ÇOKERTİLDİ derken 15.000 subay-astsubayın ordudan atılmasını ORDUDA TERÖRİST TEMİZLİĞİ şeklinde izah yapıyorlarsa bu insan müsveddelerine üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle dense dense aydın değil ancak fikrin fahişesi denir.

 SORUN NEYDİ O DAVALARDA?

Usul esastan önce gelir temel prensibinin üzerinde gerekli hassasiyette durulmadığını düşünüyorum.

 NE OLMALIYDI ?

Geçmişteki yargılamalarda, bugünkü yargılamalarda ve gelecekteki tüm yargılamalarda ne olmalı sorusunun cevabı basittir. Kanun devletine göre değil hukuk devleti ilkesine göre kişileri yargılamaktır.

CEMAAT İLE İLGİLİ OLARAK PARALEL DEVLET YAPILANMASI VE ‘TERÖR ÖRGÜTÜ’ İDDİASI VAR. ÖNCELİKLE TÜRKİYE’DEKİ YASALARA GÖRE TERÖR ÖRGÜTÜ OLMANİN KOSULLARİ NELERDİR?

Bu konularda diğer meslektaşlarım epeyce konuştu bende tekrar yazarak zamanınızı almak istemem. Normal bir kişi EL-KAİDE, PKK, IRA, DHKP-C,ETA v.s gibi Türkiye’de ve dünyada genel kabul görmüş terör örgütlerinin yapısı, eylemleri, hedefleri ve uğraş alanlarına bakarak HİZMET HAREKETİ olarak bilinen Cemaatin terör örgütü olup olmadığına karar verilebilir. Anormal kişilere de ne kadar kanun-mevzuat anlatsan anlamayacağına göre kanun maddeleriyle anlatarak okuyucularımızı yormayalım.

 GÖRÜLMEKTE OLAN DAVALARDA TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇLAMASİNA DAYANAK OLARAK GÖSTERİLEN EYLEMLER NELERDİR?

Teorik olarak legal faaliyet gösteren dini bir hareket zaman içinde evrilerek terör örgütüne dönüştüğü iddia ediliyorsa iddia sahiplerinin evrilmenin başlangıcı olan ilk eylem tarihini belirlemesi hukuk tekniği bakımından zarurettir. Cemaat zaman içinde terör örgütüne evrilmiştir diyenler aradan geçen 4 yıllık yargılama sürecinde halen net bir ilk eylem tarihini belirleyememiştir.

İddianamelerde iddia edilen örgütün kuruluş tarihinin 1967 olduğu yazılıyor ve tüm dosyalara Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan matbu 40 sayfalık bilgi notu örgüt tarihçesi olarak konuluyor. Halbuki 18 Haziran 1999 yılında sayın Fethullah Gülen hakkında tek kişilik terör örgütü davası açılmış ve dava 2007 yılında beraat ile sonuçlanarak kesinleşmiştir.

Teknik olarak KESİN HÜKÜM gereği cemaate  18 Haziran 1999 tarihi öncesi faaliyetleri için terör soruşturması yapılamaz. Cemaate terör örgütü isnadı yapan savcıların 18 Haziran 1999-15 Temmuz 2016 bir ilk eylem tarihi belirlemesi gerekir.

FETÖ/PDY isnatlarıyla açılan davalara baktığımızda en eski suç tarihi olarak 06.04.2009 tarihli Tahşiye davasının olduğunu görüyoruz. Bu dosya yerel mahkemede karara bağlandı Yargıtay incelemesi bekleniyor. Yargıtay’ın onası halinde bir Cumhuriyet Savcısının çıkıp madem bu yapı 2009 yılından itibaren terör örgütü öyleyse  06.04.2009-17 Aralık 2013 tarihleri arasındaki AKP yetkililerinin ve ERDOĞAN hükümetlerinin ve kamu bürokrasisinin hukuki sorumluluğu vardır diyerek hepsi hakkında TCKmd:39 suça iştirak ve TCK md:220/7 terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan soruşturma yapılması hukuki bir zorunluluktur.

Cemaat hakkında TCK md:314 gereği silahlı terör örgütü soruşturması yapılacaksa teknik olarak ancak 15 Temmuz 2016 tarihi esas alınabilir. Sadece Adil ÖKSÜZ gibi bir figürün dahi girişim günü askeri bir kışlada bulunması hukuken basit şüpheyi karşılar. Bu soruşturmada da ancak fiilen darbe girişimine katılan asker ve siviller hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılabilir. Bu isnatlarda soruşturmaya tabi tutulacak kişi sayısı 2000’i bulur mu bilmem.

Diğer yüz binlerce kişi hakkında yapılan silahlı terör örgütü soruşturma ve kovuşturmaları DARBE HUKUKU çerçevesinde rövanşist duygularla yapılan yüzkarası utanç yargılamalarıdır.

 TEK MERKEZDEN EMİRLER ALINDIGI VE BUROKRATLARIN ‘PARALEL DEVLET’ GİBİ DAVRANDİGİ İDDİALARİNİN DELİLLERİ NELERDİR? ‘

Cemaat hakkında usulsüz dinleme, sahte delil oluşturma, soru çalma, darbe teşebbüsü, adam öldürme ve kamuda çalışan taraftarlarının kamu hiyerarşisinin dışındaki sivil kişilerden emir ve talimat alma ve bu sivil kişilere kamunun bilgilerini sızdırma gibi ağır isnatlar dile getirilmektedir. Tüm bu isnatların muhatabı toplasan 5000 kişidir. Diğer yüz binlerce insanı neden yargıladıklarının hukuki, İslami ve insani hiçbir izahı yoktur.

Benim kanaatim evet bu isnatlar bir şekilde doğru veya yanlış dile getiriliyor varsa bir delil soruşturma dosyasına konulur adil bir yargılanma şartıyla tüm bu iddialar sonuna kadar araştırılmalıdır. Öyle ki bu yargılamalar canlı yayınlanarak yapılmalıdır ki herkes gerçeği görsün. Tarafsız ve bağımsız Cumhuriyetin hakim ve savcıları olmak kaydıyla benim 10 farklı şehirdeki cezaevlerinde ömür tüketen 30’a yakın rütbeli-rütbesiz polis müvekkillerim yargılanmaya hazırdır. BU İDDİALARI DİLE GETİREN SİYASİ İKTİDARIN VE YARGIDAKİ UZANTILARININ BUNA CESARET EDEBİLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM.

Ben 22 Temmuz 2014-15 Temmuz 2016 tarihleri arasında 162 bin sayfalık Selam-Tevhit, 30 bin sayfalık Tahşiye ve 5000 sayfalık Kırklareli İstihbarat Usulsüz Dinleme ve Haydar Meriç’in öldürülmesi dosyalarında 20’ye yakın rütbeli-rütbesiz polislerin vekilliğini yaptım. Tüm dosyaları sayfa sayfa bilirim ve yüz binlerce sayfa evrak arasında siyasi iktidarın, basının ve kamuoyunda dile getirilen casusluk, usulsüz dinleme, paralel devlet iddiaların karşılığı olan bir tek sayfa evrak okumadım ve delil görmedim. Aksine bu dosyalarda bolca siyasi iktidarın ve savcılıkların yalan, ,iftira ve sahte evraklarının tespitini yaptım. 44 yaşında, çevresinde iyi, çalışkan ve başarılı olarak tanınan bir avukat olarak mesleki kariyerimi bir yanlışı savunarak heba etmeyeceğimi bilinmesini isterim.

 DEVLETE SIZMAK MESELESİNİN HUKUKI KARŞILIGI VAR MIDIR?

Her Türk vatandaşı şartlarını yerine getirmişse devlette istediği makama talip olabilir. Bulunduğu makamın mevzuatına aykırı davranmışsa da cezalandırılır. Bunun dışında söz söyleyen kişi hastalıklı zihin yapısına sahip faşist bir kafadır bundan sonra yapılacak her açıklama laf-ı güzaftır.

 BU İDDİALARLA İLGİLİ SİZ NE DÜSÜNÜYORSUNUZ?

Cemaatin kamuda çalışan taraftarlarının kamu hiyerarşisinin dışındaki sivil kişilerden emir ve talimat alma ve bu sivil kişilere kamunun bilgilerini sızdırma gibi ağır isnatlar taraftarları 170 ülkeye yayılmış Cemaat için ciddi bir sorundur ve flu alanın ivedi netliğe kazandırılması şarttır.

170 ülkenin bir çoğunda cemaat okullarında mezun olan binlerce o ülkenin çocuklarından bir kısmı cemaati seven yada en azından yakınlık duyan kişi olarak mezun oluyor. Bu çocukların yine bir kısmı o ülkenin kamu bürokrasisinde yada üst düzey özel şirketlerinde görev alıyor. Türkiye’de dahil hiçbir devlet haklı olarak böyle bir şüpheyi kabul etmez.

Bu nedenle Cemaat kamuda veya özel sektörde çalışan taraftarlarıyla ilişkisinin ne olduğunu, bu konudaki prensibini kamuoyuna net olarak deklare etmesinde yarar değil zaruret vardır. Bu prensibini açıklaması gerekir derken benim prensibim bu derken fiiliyatta ayrı davranmak değil söz ve eylem birlikteliği şeklinde anlamamız gerekmektedir.

15 TEMMUZ SÜRECİNDEN HEMEN SONRA YAPILAN YAKALAMA VE GÖZALTI UYGULAMALARINDA CİDDİ İSKENCE VE KÖTÜ MUAMELE İDDİALARİ GÜNDEME GELDİ. BASİNA VE SOSYAL MEDYAYA YANSİYAN HABERLER VE GÖRÜNTÜLERDEN DE AZ ÇOK OLAYİN VAHAMETİNİ GÖRÜLEBİLİYOR. GÖZALTINDA VE DAHA SONRA CEZAEVLERİNDE HAYATLARINI KAYBEDENLER DE OLDU. BU VEFATLARIN BİR KISMI DA KAYITLARA İNTİHAR OLARAK GEÇTİ.  YİNE AYNI ŞEKİLDE GÜN ORTASINDA ADAM KAÇIRMALAR DA IİLLAR SONRA TEKRAR GÜNDEME GELDİ. HAKEZA, YURTDISINDA MIT TARAFINDAN KAÇIRILIP TÜRKİYE’YE GETİRİLEN İNSANLAR OLDU. TÜM BU YASANANLARIN HUKUKSUZ OLDUGU DEGİSİK KESİMLERDEN HUKUKÇULAR VE İNSAN HAKLARİ AKTİVİSTLERİ TARAFİNDAN SÖYLENMESİNE, AYRICA AB VE BM GİBİ KURUMLARIN BU YASANANLARIN HUKUKSUZ OLDUGUNA DAİR HAZIRLADIKLARİ RAPORLARA RAGMEN NASIL OLUYOR DA BU TÜR HUKUKSUZLUKLAR  YAPILABİLİYOR/ YAPTIRILABİLİYOR?

Tüm darbeciler işkence ve kötü muamele yapmış ve yüzlerce kişinin canına kast etmiştir çünkü darbeciler kendileri gibi hastalıklı bir kafa yapısına sahip tüm insani değerlerden uzaklaşmış kolluk kuvvetleriyle ve yargı mensuplarıyla çalışır. İşkence bireysel işlenen bir suç değildir ve hiyerarşi bilgisi dahilinde işlenen bir suçtur. Bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla işkence iddiaları ciddi şekilde çeşitli STK’lar tarafından kayıt altına alınıyor. Bu siyasi iklim değiştiğinde işkencecilerin yüzlerine tükürülerek yargılandıklarına tüm ülke şahit olacağından eminim.

ANAYASA MAHKEMESİ, OHAL DÖNEMİ SÜRDÜGÜ MÜDDETÇE KHK’LARLA İLGİLİ BİR İSLEM YAPMAYACAGINI İLAN ETTİ. PEKİ, OHAL DÖNEMİ BİTERSE, BU SÜREÇTE ÇIKARILAN KHK’LAR, HEM İÇERDİGİ YASALAR HEM DE İŞTEN ATMALAR OLARAK AYM’YE GÖTÜRÜLEBİLECEK Mİ?

Bildiğim kadarıyla CHP KHK yasalarını Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı ancak yargıya bu siyasi baskı devam ettiği sürece iç hukukta olumlu bir karar beklemek fazlaca iyimser bir yaklaşım olur.

 ŞU ANKİ UYGULAMALARIN ‘GERİ DÖNDÜRÜLME’ İMKANI VAR MI?

15 Temmuz 2016 sonrası yayınlanan 32 KHK geçersizdir şeklinde bir maddelik yasa yeterlidir.

 MAĞDURİYETLER GİDERİLEBİLECEK Mİ? GASIPLAR İADE EDİLEBİLECEK Mİ?

İnsanların haksızca cezaevlerinde geçirdikleri günlerin, ayların, yılların ve yaşadıkları psikolojik hadiselerin telafisi hiçbir zaman olamaz ancak hukuki anlamda tüm haklarını ve maddi anlamda kayıplarını alacağından hiçbir şüphem yok.

ŞU AN TÜRKİYE’DE YARGILAMANIN SAVUNMA AYAGININ ÇÖKERTİLDİGİNE DAİR CİDDİ İDDİALAR SÖZ KONUSU. YUKARIDA DA BELİRTTİGİM GİBİ, ÇOK SAYIDA AVUKAT HAPİSTE YA DA FİRARİ. SAVUNMASIZ VEYA AVUKAT TUTACAK PARASI OLMAYAN MAGDURLARA BU SÜREÇTE NELER YAPMALARINI TAVSİYE EDERSİNİZ?

Mağdurlara dilekçe desteği verilmesi adına çeşitli internet siteleri sürekli güncelleniyor ilgi sitelerden imkanlar ölçüsünde yararlanılıyor diye biliyorum.

TÜRKİYE’DE YA DA DÜNYADA HAKLARINI ARAMA ADINA BASVURULABİLECEK NE GİBİ MERCİLER BULUNUYOR?

Kısa vadede sonuç vermese de AHİM ve BM gibi kuruluşlara usulüne uygun hem soruşturma-kovuşturma aşamasında hem de hüküm kesinleştiğinde AYM sonrası başvurular yapılabilir. Bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla epeyce bir başvuru yapıldı ancak henüz bir karar çıkmadı.

 BU NOKTADA YARDIMCI OLABİLECEK İNSAN HAKLARI KURULUŞLARI YA DA HUKUK DERNEKLERİ VAR MI?

Mağdurlar bireysel olarak gönüllü avukatlara özellikle sosyal medyada bir şekilde ulaştıklarında imkanlar ölçüsünde yardımcı oluyor diye duyuyorum ve bu iki yıllık süreçte şahsıma ulaşan hukuki destek taleplerine imkanım ve zamanımın elverdiği ölçüde yardımcı olmaya çalıştım.

TÜRKİYE’DEKİ MEVCUT HUKUKSUZLUKLARIN GİDERİLMESİ VE ÜLKENİN YENİDEN ADALETİN RAYINA OTURTULABİLMESİ İÇİN MESLEK KURULUSLARI YADA ULUSLARARASİ KURULUSLAR NEZDİNDE GİRİSİMLER VAR Mİ? BU GİRİSİMLER KARSILIK BULUYOR MU? DAHA NELER YAPILABİLİR?

Hukuki mücadelelerde kısa vadede hemen sonuç almak mümkün değildir. BM ve AHİM’de ciddi başvurular yapıldığını biliyorum ancak buralarda yakın zamanda sonuç beklemek çok iyimser bir yaklaşım olur.

SON OLARAK EKLEMEK İSTEDİKLERİNİZ NELERDİR?

15 Temmuz darbe girişimi sonrası HİZMET HAREKETİ olarak bilinen cemaat mensupları bir şekilde mahkemelik olmuştur. 160 bin kişinin yargılandığı cemaat davalarında yüz binlerce insanı gözaltına aldılar tutukladılar, bu kişileri savunanları tutukladılar, tutuklanan ve savunanı tutuklayanlar bunların dışarıdaki eş ve çocuklarına yardım edeni tutukladılar. Mallarını, mesleklerini gasp ettiler. Bir şekilde tahliye olanları özel sektörde dahi çalışmasına engel olarak açlığa mahkum ettiler.Tüm bu militanlıklarına, aşırılıklarına ve kanunsuzluklarına terörle mücadele adını verdiler

Biz savunma avukatları olarak zindanlarda ömür tüketen müvekkillerimizi darbecilerin yargıdaki militanlarının değil Cumhuriyetin hakim ve savcılarının yargılamasını bekliyoruz. Silivri başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanındaki zindanlarda çile çeken yüz binler yaptıklarının değil yapmadıklarının hesabını veriyor. Türkiye çok yakın bir tarihte bu hukuksuzluklara imza atanların yaptıklarının hesabını yargıda tek tek verdiğine şahit olacağından şüphem yoktur.

Tüm bunları söylerken Cemaatin özellikle 2002-2016 yıllarına dair kendi özeleştirisini yapması, karar alma mekanizmalarındaki manipülasyona açık anormallikleri tartışması, eleştiri konusu yapılan finansal şeffafiyet konusunda flu alanları netleştirmesi, tüm kurum ve kuruluşlarında gerçek yönetim kurulları oluşturulması, yerelleşme çalışmalarını hızlandırma adına yapılacakları daha hızlı ve etkin ortaya koyması ve bunların tamamını da kapsayacak şekilde cemaatin nihai HEDEFLERİNİN ve PRENSİPLERİNİN ne olduğu konusunda Türkiye ve dünya kamuoyuna net açıklamalar yapması zaruret halini almıştır.

Bu konularda yapılan tartışmaların içerde ve dışarıda sağlıklı bir zeminde doğru bir üslupla yapılması hareketin gücünü gösterir. Bu tartışmalara karşı çıkmak bana göre harekete ihanet etmekle eşdeğerdir.

Ben bu mahiyetteki tartışmaların bazı kişi ve gruplarca çokça masum amaçlarla yapmadıklarını ve harekette bir şekilde kopma yada ciddi bir parçalanma yapabilir miyiz şeklindeki beşinci kol faaliyetinin parçası olarak da yaptıklarını düşünüyorum. Yine de diyorum ki cemaat bu amaçla yapanlara alanı boş bırakmamak ve kendi tarifini, prensiplerini ve uygulamalarının ne olduğuna dair açıklamaları üçüncü şahıslara bırakmamak adına ivedi olarak hareket içinde biriken içe dönük eleştirileri cevap vermek zorundadır.

Bana bu fırsatı verdiğiniz için şahsınıza ve değerli çalışma arkadaşlarınıza çok teşekkür ederim.

 

4 COMMENTS

  1. Eskiden Asker’in emir verdiği aşikardı, basında üniversitelerde her yerde asker ve cumhurbaşkanı hissedilirdi. Şimdi hissedilen tek şey Erdoğan ve saraydır. Herkes ordan korkuyor tüm üst düzey bürokratlara ordan emir veriliyor. Siz ama hala kemalist diyorsunuz, ortada bir tane kemalist yok. Erdoğan %52 ile tekrar seçildi, tüm anayasa , kanunlar güç Erdoğan’da diyor. Uygulamada gene herkes Erdoğan’dan korkuyor. Kemalistin K’si yok şuan. Geçmişte cumhurbaşkanı askerin yanında olurdu hep, kanunen o yüzden asker cumhurbaşkanınında gücünü kullanırdı, üst yargı organlarıda kemalistti hep kanunen hepsinin gücü vardı, derin devlet tarzı değil adamlar işini kanun ile yapıyordu. Kemalistler ülkeyi yönetiyordu ama bunu kanunen yapıyorlardı zaten, başörtüsünü adam anayasa mahkemesi danıştay kararı ile yasaklamıştı, siyasi partileri gene anayasa mahkemesi eliyle kapatıyordu, kemalizm böyle hissediyorduk . Yeni türkiye’de o kurumlarda kaç kemalist var ? çoğunluk hep ezici şekilde Akpdedir. Tüm üst bürokrasi, hepsi akplidir. Orduyuda aynı şekilde dizayn ettiler, Hulusi akar, Temel paşa falan mı kemalist ? Savcılara baktığında çoğu genç akp döneminde işe girme. İyi parti chp dağıldı hepsi , chplilerin hakkında fezleke hazırlanıyor, perinçek kendi halinde kimse ciddeye almadığı biri, illa chpliler patır patır hapse girince mi anlıcanız Erdoğanın başta olduğunu.

  2. TC de fikir fahişesi hep iktidar olmuş ve iktidar bozuk fikirlerin birisinde NFK fikirleridir hata TCdeki kirli pis idlamcıların beslendiği fikir menbaıda NFK dir

  3. hi!,I really like your writing very much! proportion we keep in touch more about
    your article on AOL? I require a specialist on this
    space to unravel my problem. May be that’s you! Taking a look forward to
    peer you. http://www.mbet88vn.com

Comments are closed.