Engin Sezen, The Circle
Ahmet Kuru San Diego Eyalet Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi profesörü.
Yine, aynı üniversitedeki İslami ve Arap Çalışmaları Merkezi’nin de başkanı. Üretken ve titiz bir akademisyen. Yayınları referans özelliği yüksek çalışmalar. Kitapları uluslarası saygın yayınevlerinde yayınlanıyor. Ahmet Kuru’nun akademik çalışmaları Arabça, Çince, Fransızca, Türkçe de dahil olmak üzere çesitli dillere tercüme edildi.
Sırada, Cambridge Üniversitesi tarafından basılacak önemli bir kitabı var. Kitabın adı: Islam, Authoritarinism, and Underdevelopment: A Global and Historical Comparison. Ahmet Bey, bu kitabı için, “son beş yılımı tamamen bu projeye vakfettim” diyor. Kitabı henüz yayınlanmadan okuyan biri olarak söyleyebilirim ki hocanın olgunluk dönemi eseri olan sözkonusu kitabında ileri sürdüğü tezlerin geniş kesimlerce tartışılacağına inanıyorum.
Umalım ki, Ahmet Kuru’ya ait daha nice eserleri okumaya devam ederiz.
ES: Ahmet Bey, yeni kitabınız hayırlı olsun. Öncelikle, kısaca yeni kitabınızdan, kitabınızın hazırlık evrelerinden ve özellikle sizi bu konuda bir kitap yazmaya sevk eden sebeplerden söz edebilir misiniz?
AK: Teşekkür ederim. Kitabın başlama hikayesi 1989’a kadar gidiyor. İskenderun, Arsuz’un sıcak bir yaz günü sabahında babam ve annem ile kahvaltı yapıyorduk. Babamın neden moralinin bozuk olduğunu sordum. Annem hatırladığım kadarıyla “dün akşam yemekte ağırladığımız korgeneral ile tartıştırmalarından dolayı olabilir” dedi. Rahmetli babam o yıllarda Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP’ın Hatay il başkanı idi. Siyasetçiler ve bürokratları evimizde ağırlardık. Bir önceki akşam da Hatay’a geçici gelen bir karacı paşa davetlimizdi. Ben yattıktan sonra konu Müslümanların geri kalmasına gelmiş. Paşa, ısrarla Protestan milletlerin ilerlediklerini, Müslümanların ise medeniyete bir katkıları olmadığını savunmuş. Babam ise Müslümanların tarihlerinin ilk dönemlerinde matematikten tıbba kadar değişik alanlara yaptıkları katkıları anlatarak karşı çıkmış.
Bu tartışmanın etkisi ile babamın kütüphanesindeki Almancadan çeviri Avrupa’da makinelerin gelişimi ve sanayi devriminin köklerine dair Demir Melekler adlı kitabı okudum. Babama gidip, “teknolojide Avrupalıların Müslümanları nasıl geçtiklerini anladım” dedim. Yüzünde şefkatli bir tebessüm belirmiş ve “bunu söyleyebilmen için en az 10-15 kitap daha okuman lazım” demişti. Bu olaydan sonra bu konuda okumaya devam ettim. Zaten bu yüzden de Müslümanların geri kalması konulu, Islam, Authoritarianism, and Underdevelopment: A Global and Historical Comparison (https://www.cambridge.org/core/books/islam-authoritarianism-and-underdevelopment/E337124CD3A3DDAB72136E0B9FC898EB) başlıklı Ağustos ayında yayınlanacak olan kitabımı babam Uğur Kuru’ya ithaf ettim.
Akademik hayatımın ilk on yılında karşılaştırmalı laiklik çalıştım. Gerek ilk kitabım olan Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: A.B.D., Fransa ve Türkiye’de (https://politicalscience.sdsu.edu/docs/Kuru/Kuru_Pasif_Laiklik_2011.pdf) gerekse Alfred Stepan ile derlediğimiz Türkiye’de Demokrasi, İslam ve Laiklik’te (https://politicalscience.sdsu.edu/docs/Kuru/Kuru_Stepan_Turkiyede_Laiklik_2013.pdf) Türkiye’nin laik bir devlet yapısı ile Müslüman bir toplumu nasıl demokratik bir zeminde buluşturabileceği sorunu üzerine yoğunlaşmıştım. Son on yılımda ise siyasi ve hukuki değişiklerin ötesinde, daha derin sosyo-kültürel ve dini sorunlar üzerine çalıştım ve eskiden beri kafamda olan “Müslümanlar neden geri kaldı?” sorusunu tarihi ve fikri bir zeminde ele alan yeni kitabıma odaklandım. Özellikle son beş yılımı tamamen bu yeni kitap projesine vakfettim.
ES: Sık sorulan soruyu bir de size yöneltelim: “What went wrong?” Aslında sizin de zihni arka planınızda varlığını hissettiren temel meselelerden biri bu sanırım.
AK: Bahsettiğiniz Bernard Lewis’in What Went Wrong? başlıklı kitabı Türkçeye “Nerede Yanlış Yapıldı?” veya “Ters Giden Ne İdi?” şeklinde tercüme edilebilir. Dünyada 190’dan fazla devlet var ve bunun yaklaşık dörtte biri, 49 tanesi, Müslüman çoğunluğa sahip. Müslüman ülkeler otoriterlik ve sosyo-ekonomik geri kalmışlık problemlerini çok derin bir şekilde yaşamaktalar. Batılı ülkeler ile Müslüman ülkeler arasında ciddi bir gelişmişlik uçurumu olduğu bir gerçek. Ama daha da kötüsü, otoriterlik ve sosyo-ekonomik geri kalmışlık konularında Müslüman ülkelerin ortalama seviyeleri dünya ortalamasının bile altında.

Kısacası Lewis sorduğu soruda haklı: Müslüman dünyada nerede yanlış yapıldığı ve ters giden şeyin ne olduğu sorgulanmalı. Ama Lewis tutarlı bir cevap veremiyor, kitabının genelinde Müslümanların özgürlükten de bireysellikten de uzak olduğu türünden iddialarını somut bilgiler sunmadan tekrar ediyor.
ES: Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu ülkelerde, Batı’ya ve hatta dünya ortalamasına kıyasla, neden daha derin bir otoriterlik ve geri kalmışlık sorunu var? Müslümanlar çoğunluk itibariyle işlerin kötüye gidişinde Batı sömürgeciliğini sebep gösteriyorlar. Bu yargıda haklılık payı var mı?
AK: Gerek medyada, gerekse akademide bu konular tartışıldığında iki tez ön plana çıkıyor. Birinci teze göre suçlu İslam dini. Ziya Paşa da bir şiirinde bu tezin Osmanlının son dönemi aydınları arasında yaygınlaştığını yazıyor. Bu tez haklı değil; zira 8. ve 11. asırlar arasında Müslümanlar hem felsefe ve bilim alanında, hem de sosyo-ekonomik kalkınma alanında çok büyük başarılara imza attılar. Eğer İslam’ın gelişme ile ilgili bir temel sorunu olsaydı bu başarılar mümkün olmazdı.
Diğer tez ise, sizin de dediğiniz gibi, sorunların temelinde Batı sömürgeciliğinin olduğu iddiasıdır. Bu tez de ikna edici değil, zira Batılı ülkeler Müslüman ülkeleri direk veya dolaylı olarak sömürgeleştirmeye büyük oranda 19. yüzyıl ortalarında başladılar. Bu tarihte Müslüman ülkeler zaten bilimsel ve sosyo-ekonomik bir durağanlık içindeydiler. Kısacası Batı sömürgeciliğini geri kalmışlığın ana sebebi yerine bir sonucu olarak görmek mümkün. Sömürgecilik tabii ki Müslüman ülkelerde çok yönlü tahriplere yol açmıştır. Ama sorulması gereken asıl soru Müslümanların nasıl olup da Batı karşısında bu kadar zayıf ve çaresiz bir duruma düştükleridir.
ES: Kitabınızda, kabul görmüş bu iki teze de eleştirileriniz var; peki sizin alternatif açıklamanız nedir? Müslümanların 8. ile 11. yüzyıllar arasında bilimsel ve sosyo-ekonomik başarılarını ve sonraki dönemlerdeki durağanlıklarını ne ile açıklıyorsunuz?
AK: Benim açıklamam din, devlet, bilim ve ekonomi gibi alanların birbirleri üzerinde egemenlik kurmaması; her alanın diğerlerinin otonomisini kabullenmesi gerekliliğine dayanıyor. İslam tarihinin ilk döneminde, yani 11. yüzyıl sonuna kadar geçen beş asırlık süreçte, alanlar arasında genel olarak bir ayrışma bulunduğunu dört sınıf arasındaki ilişkilerden anlıyoruz. Dört sınıftan kastım: devlet idarecileri, din alimleri, filozoflar ve tüccarlar.
İlk dönemdeki din alimleri geneli itibariyle devlet ile aralarına bir mesafe koymuşlardı. Şii alimlerin Emevi ve Abbasi devletlerine muhalefetleri zaten bilinir. Bunun yanı sıra Sünnilerin dört fıkıh mezhebi kurucuları olan Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed bin Hanbel de devlete memur olmayı reddetmiş; dahası bu tutumlarından dolayı devlet zulmüne maruz kalmışlardır. Yapılan bir bilimsel araştırmaya göre 8. asırdan 11. asır ortasına kadarki sürede İslam alimlerinin veya ailelerinin yüzde 72’si ticaret ve zanaatkârlık ile geçiniyorlardı. Devletten maaş alanları yüzde 8’lik bir azınlıktı. Kalan yüzde 20 kadarı ise çok değişik mesleklerde çalışıyorlardı.
Bu dönemde Müslüman ülkelerde derin bir fikri ve dini çoğulculuk yaşanmaktaydı. Tüccarlar hem İslam alimlerine hem de filozoflara maddi destek sağlıyorlardı. Tüccarların ekonomi ve sosyal hayat üzerinde önemli bir etkileri söz konusu idi. Aynı dönem Batı Avrupa’sında ise hakim sınıflar askeri aristokrasi ve Katolik Kilisesi’nin idaresindeki ruhban sınıfı idi.
On birinci yüzyıl hem Müslüman ülkelerde hem de Batı Avrupa’da değişimin başladığı dönem oldu. Batı Avrupa ekonominin gelişimi ile tüccar sınıfının yükselişine ve üniversitelerin açılışı ile bir entelektüel sınıfın doğuşuna sahne oldu.
On birinci yüzyılda Müslüman dünyada ise devlet kurumu, özellikle Gazneli ve Selçuklu örneklerinde, eskiye oranla çok daha askeri bir nitelik kazandı. Bu askeri devletler siyaseti, ekonomiyi ve dahası dini yeniden dizayn etmeye yöneldiler. Toprakların askeri memurlara dağıtımını sağlayan ikta sistemi özel toprak sahiplerini ve tüccarları zayıflattı. İdareciler Nizamiye adı verilen medreseler kurarak, din alimlerini devlet memuruna dönüştürecek süreci başlattılar. Bu yeni düzende ulema ile devlet adamları arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifak tüccarlar sınıfını zayıflattı ve filozoflar sınıfını (uzun vadede) yok etti.
Tarihi süreçte değişimler yaşansa bile genel itibariyle ulema-devlet ittifakının ana temellerinin sağlamlığı ile tüccar sınıfı ve entelektüellerin zayıflığı Müslüman ülkelerde günümüze kadar devam etti.

Kitabın türkçesi de çıkar inş ,hele türkçe pdf en iyisi olur :))
Comments are closed.