Kendisini yıllar önce Aksiyon’da çalışan gazeteci bir dostuma yaptığım ziyaret esnasında görmüştüm. Türkçe ve haber dili hakkında kısa bir sohbetimiz de olmuştu.
İkinci kez de 2008’de Abant’ta görüştük.
Bülent Korucu, Mehmet Kamış ve Abdülhamit Bey… Bu üçlüden ben Mehmet Kamış Bey’i tanıdım daha çok.
Dördümüz Abant Gölü’nün karşı tarafındaki daha küçük olan bir otelde kalmıştık birkaç gün. Gece çay içerken Abdülhamit Bey, Cihan Haber Ajansı görevine getirildiğini öğrenmişti mesela orda. Hatırladığım kadarıyla diğer iki gazeteci arkadaşımızın da grup içinde görevlerinin değiştirildiği bir geceydi o. Türkiye’de Ergenekon tutuklamaları başlamış, Hurşit Tolon sorguya alınmıştı. Memlekette ne olup bittiğini anlamaya çalışan sohbet etmiştik. Hizmet Medyası’nın bu muhteşem üçlüsünün olan bitenden zerre miskal haberi yoktu. Onların da kafaları karışıktı gözlemleyebildiğim kadarıyla o haftasonu. Evet, gerçekten neler oluyordu! Nasıl bir oyundu sahnelenen!…
Türkiye için hayırlara vesile olsun temennileriyle sonlandırılan bir sohbet hatırlıyorum Abant Gölü’nün kenarında o akşam.
Yine, bir sonraki akşam da otelin ana binasında mükellef bir Sıra Gecesi varken, oraya takılmayarak fırsatı değerlendirip bu üç kader arkadaşı ile göl çevresinde yürümüş ve hatta onların güzel türkülerini dinlemiştim. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer demiş eskiler…
Vazife değişikliğinden olmalı Abdülhamit Bey’in heyecanlıydı biraz. Koskoca Cihan Haber Ajansı idareciliği… Ama idari vazifesinin yanısıra, köşe yazarlığını da bırakmak istemiyor, okumayı, yazmayı sürdürmek istiyordu.
…
Sonrası malum Süreç!
Herkes ayrı bir yerde. Abdülhamit Bey de Amerika’da. Bir müddet önce kendisiyle, benim Aksiyon dergisindeki o dostumu konuşmuştuk. Kendisinin de sadece mesai-daşı değil, aynı zamanda çok sevdiği biri. Abdülhamit Bey’in, bazı arkadaşlarının hapishanelerde olmasının acısını, ıstırabını, mahcubiyetini içinde yaşadığını biliyorum. Bu da bahis oldu o sohbette. Titiz ve hakperest bir gazeteci, vicdanlı bir insan. ‘Geride kalanlar’ için hayat gailesi ve meşgalesi içinde, konferanslara gidip konuştuğunu, Türkiye’deki durumları anlattığını, mücadeleyi farklı ortamlarda sürdürdüğünü söyledi.
Bilici Bey, Zaman Grubu’nda sevilen sayılan bir tepe yöneticiydi. Bunu çok kişiden dinledim. Şu anda Kanada’da mukim bir dönem kendisiyle yakinen çalışmış mesai arkadaşları da ağız birliği etmişçesine aynı şeyi söylüyor. Zor zamanda göreve geldi. Ateşten gömleği giymeyi kabul etti.
Vazifesi ve mesleği gaspedilmese grubu çok daha farklı ufuklara taşıyabilecek bir vizyonu vardı.
Şimdi Über’de çalışıyor. Bu mülakatı da aralarda verdi. Duraklarda…Haliyle ve kaliyle misal teşkil edenlerden…
Bu mülakatında Abdülhamit Bey, Hizmet deneyimini çok içten bir üslupla paylaşıyor okurla.
Cemaat medyasına karşı yapılan eleştirileri de yerli yerine oturtuyor ve içerden biri olarak çok gerçekçi ve makul gerekçeler sunuyor eleştirilere.
Ben bu uzun musahabeden ziyadesiyle istifade ettim. Umarım, okuyunca siz de böyle düşüneceksiniz.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Kendimi tanıma gayretim sürüyor. Ama kısaca şöyle özetleyeyim:
İnsan, Müslüman, büyük oranda Türk, sürgün, demokrat, dindar, torun, oğul, eş, baba, kardeş, Nur talebesi, imam hatipli, hacı, Boğaziçi’li, gazeteci, okur, yazar, İstanbul’lu, Dadaş, doktora adayı, Fenerbahçe’li.
Yetiştiğimiz çevre?
Teşvikiye’de doğdum. Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı Etfal hastanesinde. İlkokula İstanbul’da başladım. Babamın, bahçesi olan müstakil bir ev inşa edip yanında bir bakkal açarak yaşamaya karar verdiği ve bunun için Teşvikye’den ayrılıp yerleştiği Tuzla’da. Babamın İstanbul’un Anadolu’ya doğru en uç noktasındaki mütevazı şirin ev ve yanıbaşındaki işyerindeki asude planları, bitmeyen hastalıkları nedeniyle akim kaldı. Herkesin Anadolu’dan akın akın İstanbul’a göç ettiği 1970’lerin sonunda biz, annem, babam ve 3 kardeşimle beraber, eşyalarımızı da taşıyan, içinde bir keçinin de bulunduğu kamyonun sırtında, babamın ve annemin köyüne döndük.
Hayatımı yazsam roman olurdu gibi.
Evet, belki. Çağan Irmak ya da Mahsun Kırmızıgül duysa, belki film yapmayı bile düşünür. (Tabii şu an böyle bir şey yapmaya kalksalar anında f.tö’den hapsi boylarlar) Memlekete yerleştik. Tek odada kalıyoruz altı kişi. Amcamlar babaannemi de bize gönderince etti yedi. Bırakın evi mahallede bile su, çeşme yok, elektrik yok. Tuvalet evin eğey uzağında. Geceleri ve özellikle kışın gitmek yürek istiyor.
Babamın annemin çocukluğu burada geçtiği için onlar için nispeten normal olan köy hayatı, benim için taş devrine kurgusal bir seyahat gibiydi. O yaşta bu büyük şoku nasıl atlatmışım bilmiyorum. Üçüncü sınıfa, köydeki ilkokulda başladım. Derslerdeki seviyem doğal olarak köy seviyesinin ilerisindeydi ama İstanbul Türkçesi ile konuştuğum için her şekilde uzaylı gibi algılanıyordum. Tek odalı, suyu, elektriği olmayan evde, yaşıyorduk ama arkadaşlarım “sosyete, çikolata, muhallebi çocuğu” diye takılıyordu. Kulakları çınlasın, Bursalı Mehmet Yıldırım öğretmenimin de büyük desteğiyle ve zamanla yeni şartlara alıştım. Evin en büyük çocuğu olarak köy işlerini öğrendim hızla. Orak, tırpan biçmek, ot kaldırmak, at binmek, ata yük yüklemek, sabanla tarla sürmek, çobanlık yapmak… Ailece ilk işimiz, ayrı odaları olan bir ev yapmak oldu.
Bu arada babam, çok yakın bazı akrabaların ve komşuların tuhaf itirazlarıyla yılmayıp mahalleye su getirdi. Mesela bir akrabamız, su borularının tarlasından geçmesini istemiyordu. Böyle ‘sudan’ sebepler yüzünden babamla yaka paça kavga ettiklerini bile gördüm.
O günden beri bizim toplumumuzda kamu yararına iş yapmanın bile ne kadar zor olduğunu düşünür, bu şartlarda ideolojisi ne olursa olsun, taş üstüne taş koyan herkese başka bir saygı duyarım. Mesela Rahmetli Özal’ı sevmemin sebeplerinden biri de buydu. Onun sayesinde köyümüze elektrik ve onunla birlikte tv gelmişti 1986 yılında. Ülke için yapılan çalışmaları sempatik dille anlattığı İcraatın İçinden programlarını büyük ilgiyle izlerdim. Milyonlarca insanın Erdoğan’ın sevme nedeni de aslında temelde buydu. Yollar, hastaneler, köprüler, vb. Köyümüzdeki kronik su sorununa çözüm olarak onlarca yıldır konululan su bendi AK Parti döneminde yapıldı. Elbette bu icraatları kendisi için bir zenginleşme yoluna çevirmesini bile epey vatandaş, “Çalıyor ama çalışıyor” diyerek görmezden geldi.
İnsanlık için minicik ama mahallemiz için tarihi bir adımdı çeşme. Hergün yarım saatlik mesafeden su taşımaktan kurtulmuştuk. Köy ortamında hayatla en sıcak bağım, pille çalışan radyomuzdu. “Arkası Yarın” ve “Çocuk Bahçesi” programları benim romanım, sinemam, tiyatrom ve televizyonumdu. Hiç kaçırmamaya çalışırdım.
Öğretmenim başarılı bir öğrenci olduğumu, okumam ve kesinlikle köyde kalmamam gerektiğini söylüyordu. Babam zor geçim şartlarına rağmen bunun için her fedakarlığı yapmaya hazırdı. Gönlünden geçen, aile geleneğini devam ettirip müftü, vaiz gibi bir din adamı olmam yönündeydi. Bana da o günkü çocuk aklımla soğuk gelmiyordu bu fikir. Köyde yeni açılan ortaokula bir yıl gittikten sonra ertesi yıl
Erzurum’a gidip İmam Hatip’e bu amaçla başlamıştım. Böylece gurbet hayatım da ortaokulla birlikte başlamış oldu. İlk 2 sene, yakın akrabalarda kaldım. Sağolsunlar bana ana babalık yaptılar. Üzerimde ne çok emekleri vardır. Ama ne kadar iyi olsalar da hiç kimse, hele o yaşta anne babanın yerini tutabilir mi?Çok özlerdim onları. Çok ağladığımı hatırlarım. Ama bu zorlu tecrübe, küçük yaşta bana kendi işlerimi çekip çevirmeyi, sorumluluk bilincini öğretti. Köyümüz bir saatlik mesafeydi aslında ama gidip gelmek maliyetti.
‘Abiler’le o yıllarda tanıştım. Üçüncü sınıfta Risale-i Nur dershanesinde kaldım. Maddi gerekçelerle Lise de devlet parasız yurduna geçtim ve lise bitene kadar da orada kaldım. Yazları ailemin yanına gidiyor, köy işlerine yardımcı oluyordum. Liseyi birincilikle bitirip bölge birincisi olarak ‘kazaen’ Boğaziçi Üniversitesi’ne geldim. Aslında Ankara Siyasal veya Hukuk’ta okumak istiyordum. Kaymakam, vali olacaktım. Ama en yüksek puana göre sıralama yapınca Siyasal ve Hukuk’un üstündeki okula yerleştirilmiştim. Kazandığım üniversitede eğitimin İngilizce olduğunu öğrenince çok paniklemiştim. 2 yıl içinde dili geçemeyenlerin orada okuma hakkını kaybettiğini öğrenince panik, ciddi bir kaygıya dönüşmüştü. Çünkü lisede dilim Fransızca idi ve “How are you, what is your name” dışında İngilizce bilmiyordum.
Teşvikiye’den Tortum’un Köyü’ne, İstanbul’dan Erzurum’a, İmam Hatip’ten Boğaziçi’ne…
Genellikle kendimi iki uç tarafın ortasında bulmamın, hayat hikayemdeki bu gel gitlerle ilgisi olabileceğini düşünüyorum.
-Şu an İmam Hatipliler iktidarda. Erdoğan da sizin gibi bir İmam Hatipli ve bu okulların sayısı katlanarak artıyor.
İmam Hatip’te öğrenci iken farklı dini gruplar arasında rekabet ve sürtüşmeler vardı. Kendini yetiştirme, İslam’ı güzel ahlakıyla temsil ederek dünyaya açılma, bunun için dil öğrenme gibi bir vizyon olmadığı içindi bu kısır döngü. Dini ve dünyayı birlikte öğretme gibi bir amaçla kurulmuştu ama ikisini de doğru düzgün öğretme noktasında pek başarılı değildi. Okulların vizyon sorunu kadar, rejim tarafından hep öteki gibi görülmeleri, genelde hali vakti yerinde olmayan ailelere hitap etmeleri de bunda etkiliydi.
Bugün rejim fazlasıyla yanlarında ama üniversiteye giriş kriterlerine göre bakılırsa ortada yine bir başarı yok. Bugünkü Türkiye’nin küçük bir örneği gibiydi İmam Hatipler. Başarılı ve anlayışlı hocaların yanı sıra baskıcı olanlar da vardı. Bediüzzaman’a da, tasavvufa da, Osmanlı tecribesine de pek sıcak bakmazdı hakim zihniyet. Bazıları İran devriminin, bazıları Selefiliğin etkisi altındaydı. Osmanlı saraylarda lüks içinde yaşamış, İslama ihanet etmişti. Hakimler Allah’ın hükümleriyle hükmetmediği için kafirdi. Devlet tağuttu. Şimdi ülke büyük bir İmam Hatip oldu. Ama nasıl olduysa Osmanlı’yı dilden düşürmüyor aynı insanlar. Öyle devletçi oldular ki, demokratik muhalefeti, devlete şirk koşmak olarak görüyorlar. Sırf İmam Hatip’te okuduğu için dışlanmış, her fırsatta önü kesilmeye çalışılmış bir İmam Hatipli olarak bununla gurur duymayı çok isterdim. İmam Hatiplilerin iktidar olduğu ülkede yalan, hukuksuzluk, talan ve zulüm zirve yaptı. Yıllarca ötekileştirilmesine rağmen kendisine baskı yapanlar dahil herkesi hukuk ve demokrasi temelinde kucaklayan Hz. Muhammed(as) veya Mandela gibi olmk yerine aydınları, kadınları, bebekleri hapse tıkan, üniversitelerde 12 Eylülcülerin yaptığının 7 bin katı kıyım yaptılar her kesimden. Taciz ve tecavüzler zirve yapmış durumda. Tek partinin baskıcı laiklik zihniyetine karşı samimi olarak İmam Hatiplere destek vermiş samimi müminler için de utanç verici, yüz kızartıcı bir sonuç.
Üniversiteye gidince oradaki tüm dindarların tamamının zaten bir avuç kadar olduğunu hepimiz fark ettik. İmam Hatip ortamındaki fraksiyonlar arası gerilim, yerini uzun ve derin muhabbetlere bıraktı. En samimi olduğum arkadaşlardan biri, malesef şimdi oluşan yeşil renkli tek adam rejimine fikir üreten bir kurumun başında. Tek parti tecrübesi aleyhine o kadar birlikte atıp tuttuğumuz o arkadaşım, destekçisi olduğu rejimin, dünyada hapishanede en fazla gazeteci bulunduran bir ülke olmasını nasıl izah ediyor kendine, bundan mutlu mu çok merak ediyorum. Başörtülü hamile kadınların doğumhanelerde gözaltına alınmasına karar veren İmam Hatip mezunu savcılar, hakimler var şimdi. Perinçek ile el ele vermiş, başörtüsüne ve dindarlara en büyük destek vermiş Nazlı Ilıcak’ı, Ahmet Altan’ı hapse tıkıyor, 80 yaşındaki piri fani Anadolu insanlarına bile zulmetmekten geri durmuyorlar. Bir tanesi bile çıkıp, “Bu yaptığınız ayıptır, zulümdür, cinayettir” demedi henüz, diyemedi. Bunları yapanlar adına ben utanıyorum. Yıllarca ötekileştirildikten sonra nihayet elde ettikleri güç başı dönen bu insanlar, hipnoz etkisinden kurtulup vesile oldukları tahribatı ve şaşkakçılığını yaptıkları isimlerin gerçek yüzünü görünce kendilerinden utanacaklar belki. Çocuklarına anlatamayacaklar Reza Zarrab gibi ahlaksız bir rüşvetçiyi aklayıp, Kur’ana makara diyen Bağış’ı bağırlarına basıp, fikir adamı, tefsir yazarı Ali Bulaç’ı ve 16 bin masum kadını 600 bebekle hapse tıkma rezaletini. Bunun ne İmam Hatiplilik ile ne İslam ile ne insanlıkla ilgisi olmadığını anlayacaklar mutlaka birgün.
Muhafazakar aile yapınız, muhafazakar Erzurum çevresi, İmam Hatipli yıllar ve en son da Boğaziçi ortamıyla süregiden bir serencame… bütün bunların zihin dünyanıza etkilerini nasıl görüyorsunuz?
Akvaryumdan okyanusa atlamak gibi bir süreçti bu. Dünya tarihi de bizim tarihimizde oldukça nesnel bir şekilde anlatılıyordu. Resmi ideolojinin etkisi yok gibiydi okulda. Özgür bilim ortamınd, tabu olanlar dahil her şeyi konuşuyorduk derslerde. Benim yetiştiğim kültüre göre şekilsel saygı da ahlakın bir parçasıydı. Mesela hocanın yanında ayak üstüne atılmaz, söylediğine itiraz edilmezdi. Ama burada herkes rahat oturuyor, istediğini konuşuyordu. Şekle değil, fikre, kafaya bakılıyordu. Özellikle yabancı kolejlerden gelmiş öğrenciler ayak ayak üstüne atıyor, uzun oturuş vaziyetinde hocaları dinliyorlardı. Bana çok çok tuhaf gelen bu hali kimse yadırgamıyordu. Hocalar kendimizi ifade etmemiz ve fikirlerimizi özgüvenle savunmamız için özel gayret gösteriyordu. İlk derslerden birinde, bir konudaki fikrimi söyledim. Hocanın farklı bir şey söylemesi üzerine ben de yaklaşımımı yumuşatıp değiştirdim. Hoca, fikrimden hemen geri adım attığım için ikaz etti. Bizim için yeni bir yaklaşımdı. Ezbere değil, anlamaya, analiz yapmaya önem veriliyordu. Nilüfer Göle, Binnaz Toprak, Ersin Kalaycıoğlu, Ethem Elden, Murat Çizakça, Kemal Kirişçi gibi alanlarında söz sahibi hocalarımızdan çok şey öğrendik. Daha sonra bazılarıyla dost olup birlikte konferanlara, tv programlarına katılacaktık.
İmam Hatip ve Cemaat ikliminde öğrendiğimiz muhafazakar öğreti ve kabuller, üniversite ortamında ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Bu durumu, Osmanlı aydınlarının Paris’e gidince Batı ile karşılaşmalarına benzetiyordum. O karşılaşmayı yaşayıp sağlıklı sentezlere varmış, İkbal ve Nurettin Topçu gibi isimler bu açıdan daha çok ilgimi çekmeye başladı. Kafamın çokça allak bullak olduğu, cevapsız sorularla başbaşa kaldığım oluyor, bu durum beni daha çok okumaya yönlendiriyordu. Hayatımızdaki herşeyin merkezinde yer alan “din” öğretilen analizlerde ya hiç yer almıyor, bahsedildiğinde de genelde olumsuz biçimde söz ediliyordu.
Aydınlanma ve pozitivist fikirler karşısında en büyük manevi ve entelektüel desteği, Hz. Bediüzzaman’ın eserlerinde buldum. Risale i Nurlar ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dünya ve bilimle barışık yeni dinarlık yaklaşımından habersiz olsam, aile ve İmam Hatip muhafazakarlığı ya da taassubu ile bu meydan okuma karşısında zihnen ayakta kalmam çok zordu. Okul süresince 3-4 sene Ortaköy’deli öğrenci evinde kaldım. Okulumuz da, kaldığım ev de Boğaz’ın hemen yanındaydı. Genel Müdür olduğumda bile uzak olacağım büyük bir lükstü bu. Çalışmaya başladığımda, şehrin taşrası sayılan Yenibosna, Avcılar ve Başakşehir gibi mekanlarda yaşayacaktım. Şunu da ifade edeyim, Boğaziçi’nden Yenibosna’ya gitmek de belki bir özveriydi ama Kenya, Yemen veya Sibirya’ya giden arkadaşlarıma kıyasla çok küçük bir fedakarlıktı.
Öğrenci evinde kaldık dediniz oradaki hayatı anlatsanız biraz?
Öğrencilik döneminde yaz kış, hafta içi hafta sonu Hizmet’le ilgili meşguliyetlerimiz vardı. Bir numaralı vazife, öğrencilerle ilgilenmek, derslerine destek vermek, dinimizi sevdirmeye çalışmaktı. Mevsimlik işler de vardı, mesela bayramda kurban derisi toplamak veya Zaman abone kampanyasına destek olmak gibi. Bu işlerden büyük manevi haz duyar, hiç yüksünmezdik. Yaşatımız gençlerin boş zamanlarını dolduran şeylere vakit kalmazdı. Anadolu’dan üniversiteye gelmiş olan başka arkadaşlar, okulun son günü valizleriyle gelir, oradan terminale geçip memleketlerine giderdi. Ben tatillerde en çok 1-2 haftalığına ailemin yanına gidebilirdim.
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Zaman’ın Washington temsilcisi olan Ali Aslan bizim üniversiteden gazeteye giden ilk ağabeyimizdi. Üniversitenin son yılında, Erhan Başyurt, Bülent Keneş, Abdullah Bozkurt, Selçuk Gültaşlı gibi yakın dönemde aynı bölümde okuyan arkadaşlarla, Zaman Araştırma Grubu adında amatör bir gazetecilik ekibi oluşturmuştuk.
Araştırmalar yapıyor, ilgimizi çeken konularda biraz derinlikli haberler, yazı dizileri hazırlıyorduk. Bu minik adım, o gruba katılan herkesin hayatını, kariyerini şekillendirdi. Mezun olunca gazetede muhabir olarak başladım. Genç bir muhabir olarak mesleğe başladığımda, Erdoğan da İstanbul belediye başkanlığına aday olup siyasi kariyeri için çok önemli adım atmıştı. Propaganda konuşmalarını izlediğim o genç siyasetçinin birgün gelip başbakan olacağı ve özel uçağında birlikte seyahatler edeceğimizi, yine bir gün gelip yönettiğim medya kurumlarını elimden alıp beni sokağa atacağını tahmin etmem elbette mümkün değildi.
Şu anda neredesiniz? Neler yapıyorsunuz?
4 Mart 2016’da Zaman medya grubuna el konulduktan sonra Türkiye’de hareket özgürlüğüm kalmadığını anlamam zor olmadı. Sürekli peşimde tuhaf tipler vardı. Konuşmalarım dinleniyordu, bunu hissediyordum. Tehditler daha da artmıştı. Sokakta, evimde, markette hatta mahalle camisinde bile artık güvende olmadığımı hissediyordum. Herşeye rağmen kalmak taraftarıydım ama sevdiğim insanlar yurtdışına çıkmam için çok ısrar etti. O gün itibariyle pasaportumda sınırlama olup olmadığını bilmiyordum. Artık beni düşman görenlerden bunu öğrenme imkanı da yoktu.
Bir geceyarısı risk alıp havaalanında deneyerek öğrenme dışında yol yoktu. Çıkışıma izin verilmeyebilirdi veya orada gözaltına alınabilirdim. Ama o günlerde Türkiye’nin en önemli gazetelerinden birine el koyup susturmuş olmak, onları yeterince tatmin etmiş görünüyordu. Zaten tüm dünyadan büyük tepki gelmişti bu vandallığa. Belki bir de o gazetenin yayın yönetmenini hapse atmanın o gün için biraz fazla olacağını düşünmüş olabilirler. 2013’ten beri baskı ve sindirme politikasına karşı direnmeye çalışıyor olsak da 15 Temmuz öncesiydi ve hala işlerin düzeleceğine dair umut vardı. Madem hedefteyim ve Türkiye’de birşey yapmama kolay kolay izin vermeyeceklerdi. Avrupa’ya geçip medya çalışmalarına yardımcı olurum diye düşündüm. Ama vize sorunları nedeniyle bu mümkün olmadı. Ben Avrupa’ya geçtim ama eşim ve çocuklarımın sadece eskiden kalma ABD vizeleri olduğu için onlar Avrupa’ya gelemediler. Bu yüzden hep beraber ABD’de buluştuk.
Şu an ailenin geçimini sağlamak için tercüme işleri ve Uber, yani postmodern taksicilik yapıyorum.1980 darbesinden sonra Almanya’da sürgün yaşarken taksicilik yapan gazeteci Aydın Engin’in kulakları çınlasın. Ayrıca fırsat buldukça üniversitelerde, sivil toplum örgütlerinin toplantılarında konferanslar verip Türkiye’de yaşadıklarımı, onbinlerce insanın maruz kaldığı mağduriyetleri, medya özgürlüğünün önemini, bir ülkenin kısa sayılacak bir sürede demokrasiyi kaybediş hikayesini anlatıyorum. Talep olursa uluslararası medyaya röportajlar veriyorum. Sürgündeki gazetecilerin kurduğu haber siteleri ve uluslararası medya için bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Sürgündeki meslektaşlarla biraraya gelip dertleşiyoruz. Türkiye’deki mağdurlara yardım için diasporadaki dostlarla projeler üretmeye çalışıyoruz.
Kitaplarla aranız nasıl bu aralar?
Kafamı toparlayabildiğim kadarıyla eskiden okumak için vakit bulamadığım kitapları okumaya çalışıyorum. Mesela Mandela’nın otobiyografisini okudum. Long Walk to Freedom(Özgürlüğe Uzun Yolculuk) “Bir insan 27 yıl hapiste kalıp da ideallerini nasıl korur?” sorusunun cevabını merak ediyordum. Kitapta bunun cevabını bir yiğit bir özgürlük kahramanının dilinden öğreniyorsunuz.
5-6 yıl öncesine kadar yükselen Türkiye’nin şimdi niye hızla dibe doğru gittiği sorusuna bilimsel bir cevap ararken, Daron Acemoğlu’nun “Why Nations Fail?” (Ülkeler niye başarısız olur?) kitabını okudum. Müthiş bir çalışma. Güneşi, toprağı, suyu, zengin insan potansiyeli olmasına rağmen fakirlik ve her türlü perişanlıkla boğuşan ülkelerde ders kitabı olarak okutulması ve ahlakını yitirmemiş yöneticiler tarafından anlaşılması gereken bir kitap. Yazarı’nın, ülkemizdeki Ermeni toplumuna mensup olması ve iktisat alanında Nobel’e aday gösterilmesi de gurur verici.
Ayrıca, seçilmiş başkanın diktatöre dönüşmesine izin vermeyecek bir anayasayı, bundan 250 yıl önce yazan ve göreve devam etmesini istemelerine rağmen kötü örnek olmamak için bunu reddeden George Washington ve ABD’nin diğer kurucu isimlerini (Founding Fathers) okuyorum. Elimdeki son kitap da sadece bir liderin değil, çoğunluğun da tirana dönüşebileceğine yine iki yüzyıl önce dikkat çeken ve insanlık için özgürlüğün önemini savunan John Stuart Mill’in, Özgürlük Üzerine, kitabı. Bunları okurken sadece Türkiye’nin değil, bir zamanlar muhteşem medeniyetler kuran ama şimdi perişan haldeki İslam dünyasının nerede kaybettiği ve çıkış yolunun nasıl olacağı sorularının da cevabını arıyorum.
Gelelim Hizmet’le tanışmanıza?
Erzurum İmam Hatip’te okurken Hizmet’le tanıştım. Hizmetle irtibatlı bir öğretmenim vesile olmuştu. Küçük yaşta oldukça hızlı bir tanışma oldu, ortaokul üçüncü sınıfta dersanede (Işık ev) kaldım. Zaten dindar bir ailenin çocuğu olduğum için uyum sağlamam kolay oldu. Babam her sabah namazdan sonra uzunca sesli tesbih çeker, daha sonra Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibendi Hazretleri’ne ait olduğunu öğreneceğim duaları ve Yasin, Mülk gibi sureleri okumayı ihmal etmezdi. Mezar taşıyla iftihar olmaz ama hainlikten teröristliğe her türlü alçakça suçlamaya maruz kaldığımız için ailemden biraz bahsetmek isterim. Bu, hem kökenim hem de Hizmet’in hayatımdaki rolü bağlamında fikir verir.
Erzurum’da, özellikle de ilçemiz Tortum’da bilinen bir aileye mensubum. Dedem Hacı Yunus Efendi, tek parti döneminin baskılarına maruz kalmış ama yılmayıp birçok değerli talebe ve 300’den fazla hafız yetiştirmiş bir maneviyat büyüğü. Erzurum müftülüğü yapmış, Mehmet Kırkıncı ve Fethullah Gülen Hocaefendi’lere ders vermiş, ciddi fıkıh alimlerinden Osman Bektaş’ın hocası. Son devrin nadir gönül sultanlarından Alvarlı Efe’den feyz almış. İstanbul’da uzun yıllar ilim tahsil etmiş Vıhikli Ahmet Efendi’nin talebesi. Tortum’a bağlı Serdarlı mahallesine, eski adıyla Yukarı Katıklı Köyü’ne yolu düşenler, şirin camimizin bir köşesinde dedemin türbesini görürler. Anne tarafından da baba tarafından da dedelerimin kisi de hafızdı. Uzun yıllar köyün hocalığını yapmış, başındaki Ahmediye sarığını hiç çıkarmamış, beyaz uzun sakalıyla hatırladığım oldukça dindar bir insandı dedem. Bu yüzden ailemize ‘İmamgil’ler deniyordu. Yani imamlıkla cemaatte tanışmadım! Kimseyle dindarlık yarıştırmaya veya öyleymiş gibi görünmeye ihtiyaç duymayan, öz be öz Anadolu topraklarının çocuğuyum. Bazıları gibi, birkaç yılda bir şecere değiştirmeye ihtiyaç duymayacak kadar aslımız neslimiz bellidir. Aileden gelen bu geleneğin dindarlık boyutu oldukça güçlüydü ama bilimle, dünyayla ve yeniliklerle ilişkisi hayli tutucuydu. Batılılaşmaya tepki olarak, çocuklarını zorunlu olan ilkokulun ötesinde okutmamışlardı. Çoğu onu bile dışarıdan birirmişti. Mesela babamın bir amcasından, Allah’ın Nuru olan Ay’a gidilemeyeceğini duymuştum. Radyo gibi yeniliklere de sıcak bakmazlarmış. Ama aynı insanların, “Onlar’da Allahı tesbih ediyor” diyerek 80 yaşında elindeki kovayla ağaçlara su taşıdığını da gördüm. Galiba aileden üniversite mezunu olan ilk kişi bendim.
Hizmet’te gördüğüm dindarlık; dünya, teknolojik yenilikler ve bilimle barışık yeni bir dindarlıktı. Çocuk yaşta okumaya başladığım Bediüzzaman’ın Risaleleri ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaklaşımında son 3-5 asırda İslam dünyasına ve aslında tüm dünyaya hayli ağır bedeller ödeten din-bilim çatışmasının izi yoktu. Onlara göre Kimya, Biyoloji, Fizik gibi bilimler Allah’ı anlatıyordu. Hocaefendi’nin, “konferanslarında” termodinamikten bahsettiğini duyuyorduk. Başlarda Cemaat’in tek yayın organı olan Sızıntı Dergisi, din ile bilime aynı ölçüde yer veriyordu.
İmam Hatipli olduğum için ortaokulda kaldığım Hizmet Evi’ndeki abilerimiz de kimi İstanbul’dan kimi Kayseri’den kimi Manisa’dan, kimi Ankara’dan İlahiyat okumak için Erzurum’a gelmiş öğrencilerdi. Geceleri teheccüde kalkıyor, namazlardan sonra uzun uzun tesbihat yapıyor, pazartesi perşembe günleri oruç tutuyorduk. Bu arada ufak ufak çay yapmayı, yemek pişirmeyi, bulaşık yıkamayı, misafirlere servis yapmayı öğreniyorduk. Okuldan arkadaşları da haftasonları evimize için davet ediyor, onları Hizmete kazandırmaya çalışıyorduk. Risale-i Nurları bolca okuyor, o yıllarda 12 Eylül darbecileri tarafından aranan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin darbe öncesi çeşitli Ege camilerinde gözyaşlarıyla yaptığı heyecan dolu vaaz kasetlerini dinliyorduk. Cemaat ve Abiler de dindardı ama onlar üniversiteli, şehirli dindarlardı. Daha sonra akademisyen olacak bir abimiz, ülkücü kökenliydi. Nurettin Topçu, Erol Güngör, Samiha Ayverdi, Nevzat Köseoğlu, Orhan Akay gibi önemli isimlerin eserleyle tanışmama o vesile olmuştu. Şimdilerde feci şekilde çoraklaşmış olan milliyetçi çizginin galiba en rafine temsilcileriydi onlar. Daha sonra tasavvuf alanında profesör olacak bir başka abimiz, Arapça güzel yazı sanatı olan hüsn-ü hat’a meraklıydı. Onun da teşvikiyle bir ara hüsn-ü hat çalışmıştım. Musikiye ilgi duyan bir başkasıyla ilahi grubu oluşturmuştuk. 1970’lerin sağ-sol cereyanlarına kapılmış birçoklarının tecrübelerini, görüşlerini öğrenme imkanınız vardı. Kaldığımız evde tıp, mühendislik, edebiyat gibi farklı alanlarda okuyan öğrenciler de vardı. O şartlarda her açıdan bulunmaz bir zenginlikti bu. Derslerle ilgili bir sorun veya ödev olsa yardımcı oluyorlardı. Sadece bize değil, apartmandan ve mahalleden çocukların da gönüllü belletmenleriydi onlar.
Kamuoyunda Cemaat veya Hizmet bilinmiyordu pek. Cumhuriyet gazetesinin aleyhte yayınlarını hatırlıyorum, Ege’de yaz kampı yapan öğrencilerle ilgili. “Silah eğitimi alıyorlardı… şaka şaka ne silahı”. Gençlerin kitap okuyup ibadet ettikleri öğrenci kamplarıydı bunlar. Ama o zamanki çok “demokrat” medyamız, Bekaa vadisindeki terör kampları gibi jurnalciliği ihmal etmezdi. Cemaat o zaman yaygın olarak Nurcular diye biliniyordu. Daha sonra başbakanlarla, cumhurbaşkanlarıyla muhatap olacak, Türkiye’nin değişmez gündemlerinden biri olacak, dünyaya açılacak cemaatin o günlerde devletle ilişki düzeyini anlatan bir hatırayı asla unutamıyorum. İzmir merkezli, Akyazılı Vakfı’nın genel sekteteri olan İlhan İşbilen, (Şu an sudan sebeplerle hapiste olan onbinlerce Hizmet mensubundan biri. Zulme uğramış bir milletvekili. Allah hepsinin ecirlerini katlandırsın, bir an önce özgürlüklerine ve ailelerine kavuştursun) o dönemde cemaatte dışa açık en önemli isimdi belki. Beyaz bir Mercedes’i vardı, çok titizdi, bekardı, şık giyinirdi. Bir gün
İlhan Bey’in Erzurum valisini ziyaret ederek çikolata hediye edip eğitim çalışmalarından bahsettiğini duymuştuk. Cemaatin 1980’lerdeki ufkunda bu devrim gibi bir adımdı. Sonra Aziziye Koleji açıldı, ona dershaneler, öğrenci yurtları eklendi. Devlet’le temaslar rutinleşti. Şu an hukuksuzca el konulan ve birçok başarılı öğrenci yetiştirmiş o eğitim binalarının hepsinin tek tek ne güzel hikayeleri vardır. Ne kadar ter, emek ve gözyaşı dökülmüştür, şimdi haramilerin gasp ettiği o kurumlara.
Aziziye Koleji inşa edilirken hafta sonları inşaatında çalışırdık. Kurban bayramı gelince hem evlerin hem o eğitim kurumlarının ihtiyacı için büyük küçük demeden hepimiz deri toplamaya koyulurduk. Çocuklarıyla bayram yapmak yerine, ihtiyaç sahibi çocuklar için burs olacak deri toplama işine gelen esnaf abilerin hasbiliği, benim için en değerli insanlık, örnek Müslümanlık ve fedakarlık eğitimiydi. Taze derilerden akan kanlar, benzinini ceplerinden koydukları arabalarını kirletirdi ama onlar en küçük rahatsızlık göstermek şöyle dursun bu işin her anını ulvi bir neşveyle yaşarlardı. Dünyanın belki o en güzel insanlarının şimdi hapishane veya sürgünlerde olması kanıma dokunuyor. Hem devlet hem toplum adına çok büyük bir nankörlük bu. Her biri veli ruhu taşıyan bu samimi insanların alın teriyle kazandığı mallarının ve bağışlarıyla inşa ettikleri Hizmet kurumlarının zayi olacağına asla ihtimal vermiyorum. Onları gasp edenlerin de hem dünya hem ahirette yüzleri gülmeyecek.
Hizmet’i nasıl tanımlarsınız?
Hizmet, din, dil, renk ayrımı yapmadan, eğitim, diyalog ve insani yardım yoluyla insanlara katkıda bulunmayı Allah’ı hoşnut etmenin ve İslamı günümüze uygun şekilde yaşayarak temsil etmenin yolu olarak gören, inanç temelli bir gönüllüler hareketi. 20 yıl önce bir cemaatti ama artık hareket. İsveçli sosyolog Elisabeth Özdalga, Hizmet’i, “dünyalı zühd” (worldly ascetism) hareketi olarak tanımlamıştı. Hizmeti anlamak için o makaleyi hala geçerli ve değerli buluyorum. https://fgulen.com/en/press/review/25008-worldly-asceticism-in-islamic-casting-fethullah-gulens-inspired-piety-and-activism
Bediüzzaman’ın temel sorun olarak saptadığı, cehalet, fakirlik ve ihtilafa karşı eğitim, diyalog, insani yardım yoluyla mücadele hareketi olarak da tanımlanabilir. Doğası gereği sosyal hareketler, ilişki biçimleri, organizasyon yapısı, hareket tarzı bakımından kurumlardan farklıdır. Mesela Zaman gazetesi bir kurumdur. Çalışanları kayıtlıdır. Sahibi, yöneticisi, bütçesi, vergisi herşeyi açık ve şeffaftır. Veya “Kimse Yok Mu”, bir yardımlaşma ve hayır kurumudur. Yöneticisi, üyesi, geliri, gideri, Türkiye ve dünyada dağıttığı yardımlar, açtığı hastaneler, yetimhaneler bellidir. Türkiye’de devletin ve aktif olduğu yerlerdeki devletlerin yasalarına göre hareket eder, onların denetimine açıktır. Veya Washington’daki Rumi Forum’u ele alın. Bulunduğu ülkenin yasalarına göre kurulmuş, o çerçevede bütçesi, yönetimi, denetimi ve faaliyetleri olan bir kurum. Bu örnekleri üniversiteler, okullar, yurtlar ve derneklerle çoğaltabilirsiniz.
Hizmet bir bakıma böyle kurumlara ilham kaynağı olmuş insani, ahlaki, dini ve felsefi değerlerin tümüne deniyor. Ama bütün olarak hareketin bir kurum gibi olması kolay değil, belki mümkün de değil. Ya da mümkünse buna kafa yormak gerekir. Hareket yine doğası gereği durağan, donuk ve sabit değil, sürekli değişen, değişken, gelişen ve öğrenen bir yapıdır. Avustralya’da doğup büyümüş bir Hizmet insanı ile Konya’daki ortak Hizmet ruhunu taşır ama bunların aynı tipte insan olması beklenemez. Bugünkü Hizmet artık 1970’lerdeki Cemaat değildir. 1980‘lerdeki hali ile 1990’lar ve 2000’ler de birbirinden çok farklıdır. Hocaefendi de Hizmet Hareketi de Hizmete gönül vermiş bireyler de zamanla değişim geçirmiştir. Örneğin, cemaatin bailangıçta müziğe nasıl mesafeli yaklaştığını, sonra kulağı çınlasın Reşit Muhtar’ın küçük adımlarıyla ısınıp, ardından Cem Karaca gibi isimlerle nasıl samimi dostluklar kurulduğunu ve Türkçe Olimpiyatları’nda Fatih Kısaparmak’tan Muazzez Ersoy ve Ajda Pekkan’a kadar sergilenen açılımı yaşayarak gördüm. Son 4-5 yıldır yaşanan bu sıkıntılı dönemin de çok önemli değişimlere yol açacağı kesin. Hizmet mensuplarının şimdiden Türkiye ve dünyanın tüm mağdurları ile daha güçlü empati kurmaya başladığı görüyorum. Demokrasi, adalet, insan hakları, medya özgürlüğü gibi değerlerin ne kadar önemli olduğunu daha daha iyi anlıyor, din ile siyasetin yan yana geldiğinde nelere yol açabildiğini yaşayarak öğreniyorlar. Sonuçta tüm bu tecrübe, hem Türkiye hem dünya için büyük kazanım olacak. Az değil, birkaç yüzbin insan bu ağır eğitimden geçiyor şu an.
Elbette Hizmet’e özgünlüğünü kazandıran ve değişmeyecek özellikleri de var. Mesela asla şiddete bulaşmamak. Kur’an ve Sünnete bağlılık. Beyin yapıcısı ve paradigma olarak geçen asrın en büyük fikir çilekeşlerinden ve katıksız dava adamlarından Bediüzzaman’a duyulan saygı. Tüm hayatını inandığı değerler için feda etmiş Hocaefendi’ye duyulan sevgi ve bağlılık. Adanmışlık ve fedakarlık duygusu. İçecek olarak çay belki özellikle Batı’da kahveye evrilir ama yemek olarak maklube popülaritesini korur sanırım.
Ayrıca Hizmet hareketinde hayatın her alanından, her sosyo-ekonomik gruptan ve her meslekten insanlar var. İlahiyattan biyolojiye, tıptan mühendisliğe, eğitimden medyaya farklı alanlarda yetişmiş isimler var. Üstelik Hizmet, artık sadece Türkiye halklarından ibaret değil. Endonezya’ya gittiğimde oradaki Hizmet okulunda Kırgız öğretmenlerle karşılaşmıştım. Kırgızistan’daki okullarda okumuş, Hizmet Gönüllüsü olmuşlar. Moğolistan’da okuyup Güney Afrika’da farklı dinlerden siyah beyaz öğrencilerin birlikte eğitim gördüğü Hizmet okulunda görev yaparken vefat etmiş Galimbek Öğretmenler var. Türkmenistan’da öğretmenlik yapan Diyarbakırlı Kürtler gördüm. Enes Kanter gibi NBA yıldızları, Hakan Şükür gibi Türk futbolunun kralları var Hizmet’te. Akın İpek gibi yiğit işadamları olduğu gibi, lahmacun satarak yurt yaptıran Fethi Abi gibi kahramanlar da var. Tarihte de önemli manevi büyükler yetiştirmiş Erzurum’dan yola çıkmış dava adamından ilhamını alan sosyal ve tarihi bir fenomen bu. Hizmet hareketinin temsil ettiği bu zenginlik ve dinamizmine işlek beyinler tarafından yeterince kafa yorulmadığını, bu göz kanaştırıcı zenginliğin henüz anlatılmadığını, Hizmet içindeki insanların bile üzerinde oturdukları hazinenin yeterince farkında olduklarını düşünüyorum. Hele Türk akademik dünyasının, pekçok konuda olduğu gibi bu konuda da doğru düzgün bir çalışması yok. Sağı ve soluyla Türkiye aydınları, Hizmet’in iyi günlerinde de Moğolistan’lı bir insanı Afrika’da Hizmet gönüllüsü yapan gücün ne olduğuna dair hiç kafa yormadılar maalesef. Son 4-5 yıldır ise zaten akıl da muhakeme de vicdan da bitti. Sadece şeytanlaştırma ve kara propaganda var.
Hizmet medyasında üst düzey yöneticilikler yaptınız. Nasıl bir deneyimdi bu sizin için?
Mesleğe başlamam aile çevresinde büyük hayal kırıklığına yol açtı. Anadolu insanın gazetecilikle ilgili hiç pozitif değildir. Medyanın genel olarak Rejim’de üstlendiği rol düşünülürse bunda pek de haksız sayılmaz. Türk filmlerinde de gazeteci, şipşak iki flaş patlatıp kenara çekiliveren önemsiz biridir. Üniversiteye uğurlarken kaymakam, vali falan olarak döneceğimi düşünmüşlerdi. Kendi yakınlarından böyle tebrikler almışlardı. ‘Kamu Yönetimi’ idi okulun Türkçe karşılığı. Aslında Ankara Siyasal veya Hukuka gitmekti arzum ama en yüksek puan sıralaması yapınca kazaen Boğaziçi’ne girmiş oldum. En havalı okulu bitirip zar zor ayakta duran, o günlerde pek ulusal bir tanınırlığı olmayan gazetede çalışmaya başlayınca epey hayal kırıklığı yaşadılar. Muhabir olarak belediye haberleriyle işe başladığımda da karşılaştığım her meslektaş “Kafayı mı yedin? Ne işin var bu meslekte?” diye özetlenecek muamele yapıyordu. Belediye otobüsüyle haberlere gidiyorduk. Maaşlar, imkanlar sınırlıydı.
Üstelik geleneksel medya mahallesi bizi mahalleden saymıyor, tepeden bakıyordu. İkitelli’deki plazalara taşındıkları dönemdi. Her yönden bu olumsuz tablo karşısında bize moral desteği vermek, gazetenin o zamanki tepe yöneticileri Naci Tosun, Abdullah Aymaz gibi ağabeylere kalıyordu. Mesleğin önemini, sabretmemiz gerektiğini söylüyorlar, yakından ilgileniyorlardı. Cihan Haber Ajansı ve Zaman Haber Merkezleri’nde muhabir olarak başladım. Sonra her iki kurumda da Genel Müdürlük, Genel Yayın Yönetmenliği görevleri üstlendim. Kendi mutfağında yetiştirdiği bir gazeteciyi, mesleğin belli aşamalarından geçirdikten sonra, en yüksek sorumluluk konumuna getirmiş olmak bu kurumların başarısıdır. Yaklaşık yedi yıl da Aksiyon Dergisi’nde çalıştım. Bu kurumlara ne kadar katkım oldu bilmiyorum ama her biri bana çok şey öğretti. Muhabirinden dağıtıcısına her biri altın gibi arkadaşlarla beraber büyük bir aile gibiydik.
Cihan Haber Ajansı, kurum olarak benim için en büyük sınavdı. Mali durumu, binası, çalışanlarının motivasyonu çok olumsuz bir noktadayken orada göreve başladım. Bir dostum, “Vali oldun ama Hakkari’ye” diye takılmıştı. Edindiğim en büyük ders, birlikte çalıştığın insanları ayrım yapmadan samimi olarak sevip kulak verince herbiri arslan parçasına dönüşüyor. Bunu bizzat yaşadım. Medya kurumlarımıza her zaman dışarıdan çok önyargılı bir bakış hep vardı. Çoktan rahmetli olmuş önemli bir meslektaşımız, “Benim tanımadığım adam gazeteci değildir” diyecek kadar ileri gitmişti. Çünkü biz o mahalleden değildik, Erzurum’dan, Yozgat’tan, Malatya’dan Anadolu çocuklarıydık. Çoğumuzun babası, ya çiftçi ya küçük esnaftı. Belki hiçbirimizin annesi babası üniversite mezunu değildi. Hizmetin fedakarlığı ve ufkuydu bu medya kurumlarını meydana getiren ve bizim gibi Anadolu çocuklarına gazetecilik yolunu açan. Son dönemde hep güçle anıldı Hizmet kurumları ama aslında onlar uzunca yıllar her düzeyde ayrımcılık, dışlanma ve üstten bakışla mücadele etmek zorunda kalmıştı. En çok kanıma dokunan olaylardan biri, değerli bir muhabirimize dağ başında akreditasyon uygulayıp orada bırakmalarıydı. Ağır bir yazıyla tepki gösterdim, İlker Bağbuğ açıklama yapmak zorunda kaldı. Ama çıkıp bu insanlık dışı tutum için delikanlı gibi özür dilemek yerine arkadaşa dava açtılar. Tabii sonra kurumlarımızı kapatıp arkadaşlarımızı hapse tıkan Erdoğan’ın yanında 28 Şubatçılar falan çok kibar kaldı. Malum 28 Şubat’çılar o dönem kendilerine muhalefet eden hiçbir medyayı kapatmadı. Sadece Genelkurmay’ın basın toplantılarından dışladılar. Şimdi düşünüyorum da dinci muktedirlere göre ne kadar medeniymişler. Dıştan bize bakış ne olursa olsun, çalıştığım kurumlarda Türk medyasını değil, hep dünyadaki saygın medya kurumlarını örnek almaya, onların tecrübelerinden yararlanmaya odaklandık. Aksiyon’da iken Time, Newsweek, Economist’e bakardık ilham kaynağı olarak. Cihan’da da Reuters, AP, AFP idi örnek alınacak kurumlar. Cihan’da göreve başladığımda her üç ajansı da genel merkezlerine gidip bizzat inceledim. Zaman’da da New York Times, Guardian gibi gazeteleri ölçü alıyorduk kendimize. Onlara ne kadar yaklaşabildik tartışılır ama hedefimiz buydu. Hiçbir zaman “Hazır bizi destekleyen Cemaat ve büyük okur kitlesi var, çabaya gerek yok” modunda olmadık. Sonucunu da aldık bu anlayışın bir bakıma: Mesela Cihan Haber Ajansı, NTV ve Haber Türk’ten Evrensel, Sabah, Milli Gazete’ye her çizgiden medya kurumunun güvenip abone olduğu bir haber kaynağı oldu. Seçim sonuçlarını tüm medya, mutlak güvenle ve en küçük şüphe duymadan bizden alıp yayınladı. AFP ve dünyanın önemli ajanslarıyla haber paylaşımı anlaşmalarımız vardı. Bu arada medya kurumlarınmızın itibarı artıp ülkenin tepe yöneticileriyle bizi aynı karelerde görmeye başlayınca yakınlarımızın bakışı değişti. En azından benim hayatımda böyle oldu. Tam bana kayıp bir vakıa olarak bakmayı bırakmışlardı ki, bu kez herşeyi kaybediverdik. Üstelik bir de terörist damgası yedik. Tiyatronun bundan sonraki perdelerinin nasıl olacağını doğrusu ben de merak ediyorum.
Hizmet medyası da zaman zaman eleştirilerden nasibini alıyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Yanlışlarla ilgili hiç konuşmadığımızı, özeleştiri yapmadığımızı söyleyenlerin özellikle okumasını isterim.
Az önce kendimize örnek olarak çok çok hastalıklı Türkiye medyasını değil, saygın dünya medyasını örnek alıyorduk demiştim.Şahsi kanaatim, bu hedeften uzaklaştığımız oranda hata yaptık, Türkiye medyasına benzedik. Oysa mesleği ve ilkelerini korumanın, hangi hedef olursa olsun onun için araçsallaşmaktan doğru olduğunu unutmamalıydık. Hizmet için de böylesi çok daha değerli ve hatta gurur kaynağı olurdu.Bu bağlamda elbette yanlışlarımız oldu, iktidara taraftarlıkta da karşıtlıkta da gazetecilik mesafesini koruyamadık. Haklı olarak karanlık yapılarla hesaplaşmaya çok önem verişimiz ve tüm demokratların da desteklediği Ergenekon-Balyoz davalarına gazeteciliğin gerektirdiği soğukkanlılıkla yaklaşamadık. Gazeteci arkadaşlarımız hapsedildiğinde buna itiraz etmedik. Kendi içimizde varolan çok sesliliği, gazete sütunlarına yansıtamadık. Gezi sürecinde ve Kürt Sorunu’nda Cemaat’in evrensel çizgisini koruyamadık, hatta Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de gerisinde milliyetçi bir tutum takındık. Ama Cemaat çizgisindeki medyayı eleştirenlerin de şunları kabul etmesi gerekir: Mesleğe çok büyük yatırım yaptık. Türkiye’nin her yerinde ve dünyanın birçok başkentinde muhabirlerimiz vardı. Spordan kültüre, ekonomiden dış politikaya, uzmanlık isteyen bu alanların hakkını vermeye çalıştık. Washington, Brüksel, Moskova, Kahire, Londra, Pekin, Paris ve pekçok başkentteki muhabirlerimiz Türk medyasının en iyileriydi. Bırakın kaliteli gazeteciyi, bu başkentlerin çoğunda medyanın çoğunun muhabiri bile yoktu. Dünya çapında tasarım çalışmalarının ve ulusal/uluslararası meslek örgütlerinin aktif parçası olduk. Binlerce gazetecinin yetiştiği okul gibiydik. Hilmi Yavuz’dan Şahin Alpay’a, Ali Bulaç’tan Selim İleri’ye, Mümtazer Türköne’den Etyen Mahçupyan’a Türkiye’nin farklı çizgilerdeki en iyi yazarları Zaman’da özgürce yazdı yıllarca. Cumhuriyet kökenli Selim İleri bizde yazdı ve bununla iftihar ettik ama mesela Cumhuriyet, Zaman kökenli Mustafa Ünal veya Hekimoğlu İsmail’e köşe verebildi mi? Bunu hayalinden bile geçirebildi mi?
AKP ile ilişkide daha mesafeli olmalıydık ama Fehmi Koru ve Ahmet Taşgetiren gibi isimler Erdoğan’ın hışmına uğrayınca, Yeni Şafak’tan atıldılar ve Erdoğan korkusundan kimse onlara teklif götürmeyi bile düşünmezken, Erdoğan’ı kızdırma pahasına her ikisine de Cemaat Medyası sahip çıktı. Her ikisi de sonra yandaş medyaya dönüp bu vefa ve alicenaplığın tam tersini yaptılar, ama bu “İslamcılar ve Karakter” başlıklı ayrı bir yazının konusu.
Ülke düzgün demokrasi olsun diye baştan beri Avrupa Birliği sürecinin en güçlü destekçilerinden biriydik. Darbe davalarında eksikleriniz oldu ama demokrasiyi ve seçilmiş iktidarı savunurken bu hataları yaptık, şükür ki bazıları gibi darbecileri savunmadık. Bugün, Samanyolu ve Zaman medya grupları baskıların arttığı 2013’ten itibaren tüm muhalefetin özgürce görüşünü paylaştığı demokrasi platformuna dönüştü. Solcular, Aleviler bile Bugün’ü, STV’yi izlemeye başlamıştı. Seçimlerin düzgün yapılmasının garantörü ve iktidarın maniplasyonlarına karşı muhalefetin sigortası Cihan Haber Ajansı idi. Bunun için de herbiri 15 Temmuz’dan aylar önce tek tek hunharca susturuldu. Eleştirenler, Türkiye’deki tüm dini gruplar muktedire biat etmeyi seçerken, yine bir dini grupla irtibatlı bu yayınların Erdoğan’ın halifeliği zokasını yutmaması gerçeği üzerine hiç mi hiç düşünmediler.
Dindar kimliğimiz ortadaydı ama asla yobazlık yapmadık. İlerici geçinen bazı medya kurumlarının başı örtülülere yaptığı dışlayıcı tutumu asla başı açıklara yapmadık. Dini bir çizgide çıkan ve dindar bir cemaatle ilişkili Zaman gazetesi, Akit, Milli Gazete veya Türkiye gazetesi gibi de olabilirdi. Ama meşrepçi ve cemaatçi çizgiye hapsolmamaya özen gösterdik. Hataları elbette konuşalım ama dile getirdiğim bu gerçekler gözönüne alındığında Cemaat’le ilişkili medyanın, böyle bir ilişki içinde beklenenden oldukça yüksek ve doğal sınırlarını oldukça zorlayan bir mesleki performans sergilediğini de kabul edelim. Yeni dönemde eskisi gibi ‘cemaat medyası’ olmalı mı olmamalı mı tartışılır ama bana göre düne dair “adil ve insaflı” analiz budur. Bu arada cemaatin önemli bir handikapı, kişilerin yaptığı hataların da cemaate fatura edilmesi. Mesela birçok medya kurumunun yanı sıra Cihan Haber Ajansı da Gezicilerle ilgili şu meşum “Camide bira içtiler” haberini yayınlamıştı. Olayı incelediğimde Kabataş talamı gibi bir yönlendirme olduğunu, muhabirin oltaya geldiğini, editörün süzgecini iyi çalıştırmadığını gördüm. Sonuçta kim yaşarsa yapsın benim yönettiğim kurumun hatasıydı ve haber benim onayından geçmemiş olsa da sorumlusu bendim, muhabirinden editörününe ajanstaki bizlerdik. Ama olay, Cemaat’in Gezi karşıtlığının belgesine dönüştü, fatura cemaate kesildi. Kemdi payıma olayla ilgili iç soruşturma yapmıştım. Sonucunu da sıcağı sıcağına yayınlama taraftarıydım ama ortak eğilim öyle çıkmadığı için gecikmeli yayınladım bu soruşturma raporunu ve özrü. https://m.facebook.com/abdulhamit.bilici.5/posts/163959117473679
Bu olayda olduğu gibi, Cemaat birçok kez kişisel kusur veya hukuksuzlukların fatırasını da sırtlanan kurban konumunda. Bundan sonra medya yapıları olursa, çıkacak faturaların Hizmet’e değil, gazetecilere veya patronuna gideceği şekilde olmalı. Kişilerin de imkan ölçüsünde kendi hatalarının sorumluluğunu üstlenip Hizmet’i rahatlatması gerekir.
Özellikle 2010’lara kadar Zaman Gazetesi neredeyse AKP’ye hiç toz kondurmuyordu.
Bakın belki burada gözden kaçırılan bir nokta var. Türkiye ve Dünya’daki tüm demokratlar AKP’yi destekledi. Finanaial Times’tan Le Monde’a, Guardian’dan Washington Post’a dünya medyasında AKP lehine çıkan haber ve yazılar toplansa ansiklopedi olur. Zaman da AKP demokrasi yolunda yürürken destekledi. Demokrasi rotasından çıktığında da eleştirmeye başladı. Bu açıdan mesela Ahmet Altan’ın duruşuyla Cemaat’in veya Zaman’ın duruşu arasında çok fark yok. İkisi de demokratlığın gereği olarak derin yapılara karşı çıktı, seçilmiş iktidarın yanında yer aldı. Bu yakınlık, körü körüne bir biat değil, ilkesel ortaklıktı. Biat olsa tüm yolsuzluk ve zulümlere rağmen Erdoğan ve AKP’yi destekleyen diğer dini gruplar gibi yapardı, Hizmet hareketi de. AKP ortaklığın zeminini oluşturan ilkeleri terkedince de işbirliğinin ideolojik temeli kalmadı.
Ama birçok insan kopuşun esas sebebini “Dershane Krizine” bağlıyor.
Evet dediğiniz gibi görünüyor, insanlar kopuşun başlangıcı olarak, dershaneleri kapatma girişimi veya 17/25 Aralık’ı görüyor. Lakin 2010 tarihinde AKP İstanbul il başkanı Aziz Babuşçu’nun açıklaması var. “Geçtiğimiz dönemde birlikte yol yürüdüğümüz yapılarla gelecek dönemde birlikte yürümeyeceğiz” diyor. Yani artık muktedir olduk. Demokratların, liberallerin, Cemaatin desteğine ihtiyacımız kalmadı. Erdoğan’ın en son katılıp Hocaefendi’yi Türkiye’ye davet ettiği Türkçe Olimpiyatı’na aslında çok düşmanca düşünceler içinde gittiğini, orada Hizmeti ve Gülen’i göklere çıkaran sözlerinin kandırmaca olduğunu, Erdoğan’ın yakın adamları itiraf ettiler. Yani hem dershane krizi hem de 17/25 henüz ortada yokken. Demokrasi, Avrupa Birliği gibi öncelikler terkedilirken, onların yerini, taktik olarak rafa kaldırılmış sahte ve baskıcı bir İslamcılık anlayışı aldı. Cumhuriyet dönemini, reklam arası olarak gören, İran gibi yeni bir rejim kurmayı hedefleyen, kendini halife, tüm dünya Müslümanlarının lideri gibi gören hayalperest bir anlayış bu. Dini açıdan da
Fethullah Gülen’in dünyaya açık, demokrasiyi ve modern eğitimi kucaklayan anlayışının yerine, Kadir Mısıroğlu ve Hayrettin Karaman gibi tiplerin piyes düzeyindeki ibtidai zihniyeti öne çıktı. Cemaat ve genel olarak Nurcular, eskiden beri siyasal İslamcılığa çok soğuktular. Onlar Menderes, Demirel, Özal çizgisini her zaman Erbakan çizgisine tercih etmişlerdi. Cemaat-AKP ilişkisinde, değişen taraf siyasal İslamcılığı bıraktığını ilan edip Özal/Menderes çizgisine, dolayısıyla cemaatin siyasi anlayışına geldiğini söyleyen Erdoğan’dı. Bu değişim olmasa cemaatin tercihi asla siyasal İslamcılık olmazdı. Cemaatin kusuru varsa o da bu değişimin sahte olabileceğini öngörememek. Aslında aldatılmaya maruz kalan Cemaat ve onun gibi Erdoğan’da değişimin sahih olduğuna inanan tüm demokratlar, liberaller ve tüm demokratik dünyadır. Propagandaya bakılırsa ülkedeki tüm kötülüklerin kaynağı Cemaat. Ama objektif veriler bunun tam tersini söylüyor. Cemaatin AKP’nin adeta aklı olduğu dönemde Türkiye dünyada parlayan, örnek gösterilen bir ülkeydi. Şimdi öyle mi? Cemaate yakın bürokratlar gerçekten yasadışı bir şey yapmışsa en ağır şekilde cezalandırılsınlar ama o insanların katkılarını da unutmayalım:
Propagandaya bakılırsa Cemaat’in Savcıları, hakimleri ülkede adaleti batırmış. Peki gerçek ne? Adalet ve hukuk açısından ülkelerin karnesini ortaya koyan Hukukun Üstünlüğü Endeksi sonuçları geçenlerde açıklandı. Buna Türkiye, 113 ülke arasında 101. sırada. Peki Cemaatin yargıda etkiliği olduğu söylenen 2014’te Türkiye kaçıncı sıradaymış? 59.
Yakında öğrendim, Türk Gemiciliği’nin dünya kara listesinden çıkmasında cemaate yakın isimlerin katkılarını. Poliste rüşvetin, karakollarda işkencenin bir dönem nasıl kalktığını kimse hatırlamıyor. Cemaat artık yok ve şimdi AKP milletvekili bile yargıdan adam kurtarmak için borsalar kurulduğunu söylüyor. Az daha cesareti olsa Cemaat’ten arındırılmış yeni yargının, 17/25 Aralık yolsuzluk dosyalarının yanı sıra Ergenekon, Balyoz ve tüm faili meçhul davalarını nasıl akladığını da anlatır. Yine de geriye doğru baktığımda şunu düşünüyorum: Vesayete karşı önemli bir dönüm noktası olan 2010 Referandumu’ndan sonra keşke AKP, ülkeyi AB standartlarında bir demokrasiye dönüştürse, Cemaat’de ‘bana müsaade” deyip bürokrasideki varlığını sivil alana, dünyadaki hizmetlere taşısaydı. Ama olmadı. AKP demokrasi yerine otoriterliğe kaydı. Cemaat’de bürokrasi ve siyasetle daha içli dışlı hale geldi. Erdoğan ve AKP’nin girdiği diktatörlük yolundan dönme şansı yok ama sanki Allah Cemaat’i, bir zalimin eliyle ve çok acılı bir süreçle de olsa, bürokrasi ve siyasetten temizlemiş ve daha fazla insanın dünyaya açılmasını sağlamış oldu.
Hizmet Hareketi’ne son zamanlarda ‘içeriden’ eleştiriler yükseliyor. Bu eleştiriler hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Bana göre prensip olarak eleştiriler, hareket için sağlık ve hayat işareti. İlkesel olarak içten dıştan gelen tüm eleştirileri saygıyla karşılamak, istifade etmek gerekir diye düşünüyorum. Hatta aklına, vicdanına güvenilen insanlara, “Bizi eleştir, ne gibi yanlışlar görüyorsun?” diyerek raporlar istemeli. Hizmet, Türkiye için demokrasiyi savunuyor baskı, otoriterlik ve tek adamlıktan şikayetçi ise kendisi demokrat olmalı, başkası yaptığında rahatsızlık duyduğu hastalıklardan kendisi uzak durmalı. Hizmet ve Hocaefendi’nin kült olmadığını ortaya koyacak en önemli gösterge dile getirilecek farklı görüşler, çok seslilik veeleştirilerdir. Sadece görüntü ve inaj için değil, samimi olarak bunu yapmalı. Özgürlük ve eleştirinin olmadığı yerde nelerin olduğunu tüm İslam dünyası bugünkü haliyle gösteriyor. Hizmet’i temsil ettiği düşünülen kişi ve kurumların bazı hataları yapmasında en temel nedenlerden biri, eleştirel bakışlara yeterince kulak vermemek ve küçük büyük hemen her kurum ve yapıya sızan, kültürümüzdeki temelleri hayli güçlü olan tek adamlık sendromudur.
Kabul edelim, ülke ve İslam dünyası olarak kültür ve tarih kodlarımız, tek adamlığa ve otoriter yönetim biçimine çok daha uygun. İslam toplumları kendi rönesanslarını gerçekleştirene kadar da böyle olmaya devam edecek. Rönesansın da doğup gelişeceği iklimin temel şartı özgürlüktür. Bilinçli bir şekilde ve esnekliğe yer vermeyecek tarzda demokratik karar alma mekanizmaları kurulmazsa Türkiye’deki kurumların gideceği yer tek adamlıktır. Tek adamlık, şider sultası sorununuz mu var? Karar alma süreçlerini demokratik ve şeffaf yapacaksınız. Bu, esnek değik, zorunlu olacak. Mesela herşeye rağmen CHP içinden farklı sesler çıkıyorsa bunun kaynağı ön seçimdir. Yoksa kimse kokay kokay gücü paylaşmak istemez. Ya da demokrat karakterli biri çıkarsa söz dinler, değilse bildiğini okur. Mesela bir yapıda kadının konumu sıkıntılı mı? Bunu aşmak için cebri, zecri şartlar getireceksiniz. HDP’nin eş başkanlık uygulaması bu açıdan güzel bir örnek.
Hizmet’le ilgili son dönemde bazı arkadaşların dile getirdiği eleştirilerin içeriğine gelince, İslam, Bediüzzaman, Hizmet ve Hocaefendi’yle ilgili dile getirilen görüşlerden istifade ettiklerim de var, hem içerik hem üslub açısından ciddi sorunlu bulduklarım, beni hayal kırıklığına uğratanlar da var. Madde madde ele almak çok uzar ve belki gerek de yok. Zihniyet ve bakış açısı odaklı birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum. Bir kere aydın ve toplumdaki rolü üzerinde en çok duran isimlerden biri olan Sartre’a göre aydının en önemli ayırt edici özelliği; zalimin karşısında, mazlumun ve ezilenlerin yanında duruşudur.Türkiye ve Hizmet Hareketi bağlamında artık kimin zalim, kimin mazlum olduğu belli olduğuna göre, zalimi bırakıp sürekli mazlumla uğraşmayı aydın duruşu ile bağdaştıramıyorum. Kundaktaki bebekten 80’lik ihtiyarlara kadar Hizmet bugün mazlum durumdadır.
Bu kadar eğitime, toplumsal barışa, sayısız hayırlara vesile olmuş Hocaefendi’de mazlum. Yıllardır sürgünde yaşıyor. Hakkında kaç bin yıl müebbet hapis cezası istendiğini takip bile edemiyorum artık. En uzak akrabaları bile hapiste. Bu açıdan bakınca, mesela Sartre’nin kriterine göre her devrin zaliminin karşısına dikilen Ahmet Altan, aydın/entelektüel konumunu hak ediyor. İstese o da mahkemede herşeyi cemaate yıkar, “belgeleri onlar verdi, kandırıldım. Taraf’da aslında Cemaat işiydi. Tüm suç Mehmet Baransu’nundu. Ergenekon ve Balyozculara ayıp etmişiz” falan dese yırtardı belki. Zalim de mazlum da belli iken mazluma dil uzatıp prim yapmaya kalkmadı o. Zalimlerin yüzüne tükürdü, mazlumun üzerinde tepinmedi. Bir de Ahmet Hakan var. Zalime şirinlik yapıp, Ahmet Altan gibi ne kadar adam varsa onlarla uğraşmayı, çamur atmayı marifet sayan tip. Konjonktüre göre hergün ağız değiştiriyor. Aydınlara yakışan, Ahmet Altan tavrıdır.
İkincisi, Hizmet de Hocaefendi de tabu değil. Elbette seviyeli bir üslupla eleştirilebilir. Bundan kendisi de istifade eder. Ama kahraman olarak görülmesi gereken insanı ve insanları suçluymuş gibi görmek, bakış açısıyla ilgili ciddi bir soruna işaret ediyor. Tüm Hizmet gönüllüleri ve Hocaefendi, dini de suistimal ederek kirli emellerine alet eden zalim bir iktidara karşı duruşuyla büyük kahramanlık sergiliyor. Tüm İslami grup ve önderlerin, fetvaları vererek zulmü, yolsuzluğu onayladığı ortamda, Hizmet hareketi ve Hocaefendi, yolsuzluğa yolsuzluk, zalimliğe zalimlik diyor. Tüm zulümlere rağmen bir milim geri adım atmıyor. Ahmet Altan’ın bireysel olarak sergilediği duruşu, Hizmet Hareketi bir sosyal grup olarak sergiliyor. Ve rastgele değil, bilinçli bir tavır bu. “Gerekirse mendil satarak geçiniriz, zalime boyun eğmeyiz” sözleri Hocaefendi’ye ait. Bu duruşun tarihteki emsalleri, İmamı Azam’ın, Ahmed bin Hanbel’in, dini kullanan devrin muktedirlerine karşı duruşlarıdır.
Toplumdaki hipnoz etkisi geçip, toz bulutu kalktığında, özellikle bir dini grubun ve Müslüman bir aliminin, dinci iktidarın yolsuzluk ve zulümlere karşı çıkmış olması, yarın Türkiye’de İslam’ın sigortası olacak. Müslümanlardan bir grubun bu yanlışlara karşı çıkmış olması, faturanın İslama kesilmesini önleyecek. Gelecek dindar kuşaklar bu sayede sokağa çıkacak yüz bulacaklar. Bu duruşun değerini göremeyip, yanında çalışan asistanlara sarkıntılık eden birisi üzerinden, Gülen’i eleştirmek, bırakın entelektüeli, hiçbir insana yakışmayacak bir tavır. Üçüncüsü, İslam dünyasının yenilik ve değişime ihtiyacı çok büyük. Ama İslam dünyasının bugünkü perişan halinden hareketle faturayı İslamiyet’e, Kuran’a, Hadis’lere, Namaza, niyaza, tasavvufa keserseniz, miadını çoktan doldurmuş, cevapları verilmiş pozitivist, modernist, tarihselci çizgiye savrulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız. O tartışmalrdan habersiz olanlara cazip görünse de ehlinin yanında oldukça sakil kaçar. Her konuyu dinle açıklamaya çalışanlara itiraz edenlerin, gördükleri her problemi dönüp dolaşıp dine bağlaması yaman bir çelişki olur.
İslam ülkeleri dinden dolayı geri kaldı ise aynı din, aynı Kur’an aynı Hadislere inanan Müslümanlar tarihte o bilimsel başarıları nasıl ortaya koydu, nasıl muhteşem bir medeniyeti nasıl kurdu? Şayet geri kalmışlığın nedeni din ve özellikle İslam ise Latin Amerika niye geri kaldı? Hepsi Hıristiyan olan Kuzey Amerika ile Güney Amerika, Batı Avrupa ile Doğu Avrupa arasındaki fark nedir?
İslam dünyasında bu modernist çizgiye kayanlar marjinalleşir. En büyük medya desteğine rağmen mesela Yaşar Nuri Öztürk’ün peşinden kaç kişi gitti, topluma ne etki yapabildi? İslam’da meşru değişimin yolu tecdittir. Bediüzzaman da Hocaefendi de o meşru yenilenmeyi arzulayan herkes için deniz feneri gibi yol göstericidir. Hocaefendi denildiğinde, Türkiye’de ve dünyanın 170 ülkesinde modern eğitim veren 2 binden fazla okulun, 30-40 üniversitenin açılışına öncülük etmiş, yüzbinlerce insanı hayra ve güzel işlere yönlendirmiş, imanını korumasına vesile olmuş, küçük yaşta Kaside-i Bürde’yi ezberlemiş, tasavvuf terbiyesiyle büyümüş, hadis, tefsir, kelam gibi klasik İslami ilimlerde otorite konumunda bir insanı düşünmek gerekir.
Dördüncüsü, başkalarını hem de acımasızca eleştirenlerin, kendilerini eleştirenlere hoşgörülü olması gerekir. Demokrasi ve eleştiriden söz eden biri, şayet kendi kurumunda veya yönettiği medyada eleştirel görüşe yer vermiyorsa tutarsızlığını ilan etmiş olur. Aynı şekilde başkalarının kendi uzmanlık alanında ahkam kesmesinden rahatsız olanlar, başkalarının uzmanlık alanlarında büyük laflar etmekten uzak durmaya çalışması iç tutarlılığın gereğidir.
Beşincisi, bilimselliğin gereği, sosyal bilimlerde toplumun içinde olup araştırmalar ve anketler yapmak, pozitif bilimlerde ise labaratuvarda çalışmaktır. Temaslarımdan gördüğüm kadarıyla Hizmet gönüllüleri herşeyi sorguluyor, gözden geçiriyor, eleştiriyor. Yani eleştiri ve özeleştiri yapanlar, yazıp çizenlerle sınırlı değil. Ama bir yandan eleştirip sorgularken bir yandan da doğru olduğuna inandığı hizmetleri yapmaya devam ediyor. Kurumlarda ve genel olarak Hizmet yapısında da bir değişim arzusu ve çalışması var. Bu konularda yazıp çizenlerin, alana inip gelişmelerden daha fazla haberdar olması lazım. Hikmet Çetinkaya’ya sormuşlar. Yıllardır Gülen’i eleştiriyorsun. Her hangi bir kitabını okudun mu? Cevap, “O benim her hangi kitabımı okudu mu?”
Son olarak, aydın veya entelektüel popülist olamaz. Hizmet hareketi güçlü iken onu alkışlayıp bir sorun görmeyen, Hocaefendi ile görüşmek için fırsat kollayan ama güç kaybedip mazlum durumuna düştüğünde hareketi ve liderini yerden yere vuran kişi aydın değildir, popülisttir. Aydın için bir şeye inananların çokluğu veya çok güçlü olmaları gerçeğin ölçüsü olamaz. Nemrut ne kadar güçlü olursa olsun haklı olan Hz.İbrahim(as)’dır. 6 milyar insan dünyanın düz olduğuna inansa, haklı olan Galileo’dur. Mesela Türk Toplumu’nun belki yüzde 70’i Beethoven’ı bilmez, sevmez. Ama bu durum o müzik dehasının değerini düşürmez. Hayatta iken tüm devlet, Diyanet dahil, Bediüzzaman’ın karşısında idi. Sonra ne oldu? Ama mesela Cemil Meriç gibi istisnai aydınlar, herkesin kör olduğu günlerde onu takdir etmeyi bilmişti. Kitlelerin aklı çocuk mesabesindedir. Şekerle kandırır, öcüyle korkutursun ama gerçek aydına dünyayı versen doğrudan şaşmaz, dünyayı bomba yapıp patlatsan korkup doğrudan şaşmaz. Aydın hipnoz olmaz, görüntüye aldanmaz. Görüntüye bakarak gerçeği görmek mümkün olsa, aydına gerek kalmazdı.
Cemaat’e karşı öteden beri yöneltilen bir soru çalma iddiası var. Bu konuda bir şeyler söylemek ister miydiniz?
Öncelikle şunu belirteyim: 5 yıl önce Hizmet hareketine karşı karalama ve linç kampanyası başlatıldığında nerede duruyorsam bugün de aynı noktadayım. Farklı konumlarda Hizmet’in yaklaşık 30 yılının şahidiyim ve en önemlisi de kişinin kendi şehadeti, tanıklığıdır. Bu noktada, iddia edildiği gibi Hizmet hareketini insanlığa, yasalara, dini değerlere aykırı bir yapı olarak gördülerse bir an bile içinde durmayıp uzaklaşmaları gerekir. Eğer kendi şehadetleri böyle değilse de iftiralara aldırmamalılar.
Şahsen Hizmet’te bulunduğum hiçbir konumda hiçbir zaman evrensel insani değerlere, İslamın genel ilkelerine ve yasalara aykırı bir şey yapıldığını, böyle bir hareket tarzının teşvik edildiğini görmedim. Kendim lise birincisi ve bölge birincisi olarak üniversiteyi kazandım. Hocalarım yaşıyor, öğrenci arkadaşlarım yaşıyor. Her halde hepsi bileğimin hakkıyla o puanı aldığıma şahitlik ederler. Hiçbir kamu sınavına girmedim. Çocuklarım çeşitli sınavlara girdi, onlar da böyle bir ahlaksızlıkla karşılaşmadı.
Ancak Hizmet mensupları dahil hiç kimse hukuk önünde dokunulmaz değildir. İnancımıza göre Hocaefendi de dahil hiç kimse hakkında mutlak masumiyet iddia edilemez. Hepimiz beşeriz, şaşabiliriz. Hizmet mensupları içinde suç işleyenler veya konumlarını kötüye kullananlar varsa adil şekilde yargılanıp bedelini öderler. Ancak evrensel hukuk anlayışına göre de dinimize göre de suç kişiseldir. “Vela teziru” ayetini hatırlayın. Babanın suçu yüzünden oğlu veya evladın suçu yüzünden babayı cezalandıramazsınız.
Ayrıca hiçbir sosyal grup topluca suçlu ilan edilemez. Bu ancak Firavun ve Hitler gibilerin yoludur. Hizmet’e sempati duyan bir polis, yasadışı dinleme yapmışsa veya bir başkası soru çalmışsa halt etmiştir, hukuku çiğnemiştir ve Hizmet’e ihanet etmiştir. Çünkü insani değerlere, İslami değerlere aykırı olan şey, Hizmet’e de aykırıdır. Yasada bu suçun cezası neyse onu çekmesi gerekir. Suç işleyen kişi babamın oğlu olsa fikrim değişmez. Bu ölçülerin hepsini çöpe attılar. Babalarıyla ilgili suçlamalar yüzünden çocuklar hapsediliyor. Anayasa Mahkemesi kararları bile uygulanmıyor. Hakimler kararları yüzünden hapse atılıyor. Böyle kapkaranlık bir ortamda hazırlanan iddianameyi, verilen kararı nasıl ciddiye alacaksınız? Onunla ilgili de artık ciddi kuşkular var ama keşke AİHM standartlarında bir mahkemede hem AKP ile ilhili yolsuzluk iddiaları hem de cemaatle ilgili iddialar yargılansa ve gerçek ortaya çıksa. Ben de yargılansam mesela 15 Temmuz’dan 4 ay önce el konulan gazete ile nasıl darbe yapmışız görsek.
Bu arada Hizmet gönüllülerini dünyanın en korkunç insanları gibi göstermeye çalışanların kim olduğunu da unutmamak gerekir. Bu tür karalamaları yapanlar, dün söylediğinin bugün tersini söyleyen Kabataş yalancıları. Hizmete düşmanlıkta akıl hocaları da 1970’lerden beri Hizmete yeminli düşman olan derin şer odakları. Her konuda yalan söyleyenlerin, Hizmetle ilgili iftiralarına kredi vermek tutarsızlık değil mi? Ayrıca Hizmet, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada kalitesini ispat etmiş bir eğitim hareketi. Diyelim Hizmet mensupları Türkiye’de soruları yürüterek başatirı elde ediyor, peki Türkiye ve dünyadaki cemaate yakın kolejlerin uluslararası bilim olimpiyatlarında aldığı binlerce dereceyi nereye koyacaksınız? Bugün Hizmeti karalayanlar, dün çocuklarını Hizmet okullarına yazdırabilmek için niye dil döküyorlardı?
Hareket’in lider kadrosunun süreci nasıl yönettiğini düşünüyorsunuz?
Hizmet tarihte eşine az rastlanan bir zulüm ve imha girişimiyle karşı karşıya. Devletin tüm gücü kullanılarak ve çocuk, kadın, yaşlı, sivil, memur ayırmadan yapılıyor bu zulüm. Onbinlerce insan hapiste. Gökhan Öğretmen gibi işkence altında can verenler ya da Ayşe Öğretmen gibi Meriç’ten geçmeye çalışırken çocuklarıyla beraber boğulanlar var. Dünyadaki güçlü avukatlık bürolarına ve lobilere para akıtıp Hizmet’in dünyadaki faaliyetlerini bitirmek istiyorlar. Fakir devletlere, Hizmet Okulları’nı kapatmaları için rüşvet veriyorlar. Hocaefendi’yi kaçırmak için yeni ABD yönetimine yakın, General Flynn gibi tipleri yüksek paralar karşılığında kiralıyorlar. Bütün bunlar karşısında Cemaat’in hala varlığını sürdürüyor olması büyük başarı ve aynı anda 4 şeyi yapması gerekiyor:
Türkiye’deki onbinlerce mağdurla dayanışmak, onlara sahip çıkmak.
Eski hatalarla yüzleşip dersler çıkarmak.
Pozitif, aksiyoner ve evrensel bir vizyon belirleyerek eğitim, diyalog, insani yardım gibi hizmetleri güçlendirmek.
Türkiye’den çıkan ve yarın çıkacak olanların elinden tutmak ve gittikleri ülkelere adapte olmalarını sağlamak.
Herbir maddeyle ilgili gayretler var ama zulmün büyüklüğü nedeniyle kafalar Türkiye ile çok meşgul ve bu da derlenip toparlanma, yenilenme çabalarını zorlaştırıyor. Aksiyoner bir vizyon ve hedef olmazsa Hizmet hareketi Erdoğan’la uğraşan reaksiyoner bir yapıya dönüşür ve insanlar birbiriyle uğraşmaya başlar. Bu tür bazı emareler beni üzüyor.
Bulunduğunuz yerden nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?
Adaletin ve ahlakın sıfırlandığı, partizanlık, yobazlık ve kutuplaşmanın zirve yaptığı, eğitimin çöktüğü, dünyadaki saygınlığın dip yaptığı, ekonominin sürekli geriye gittiği; saman bile ithal edilmesinden anlaşıldığı gibi tarımın battığı, uçuruma doğru koşan ama propaganda nedeniyle milyonlarca insanın herşeyin iyi gittiğini, hatta dünya lideri olduğumuzu sandığı bir ülke. Gezi’nin kanla bastırılması, yolsuzluk davalarının örtbas edilip medyaya saldırılar başladığında bu gelişmeleri yaz mevsiminde yağan kara benzetmiştim. Geçici olduğunu, 21. yüzyılda ve demokratik dünyayla bu kadar içli dışlı olmuş bir ülkenin demokrasi yolundan tamamen çıkmayacağını düşünüyordum. Her gün bir önceki günden geri gitti ve demokradinin kaleleri tek tek düştü. Ülke adına en büyük kabusum, tek parti dönemi gibi 20-30 yıl sürecek bu kez İslam soslu bir otoriterliğin kurulması. Yargıç adaylarının, Sarayda lideri ayakta alkışladığı tablo, hiç hayra alamet değil. Bütün göstergeler, Türkiye’nin Saddam Irak’ı, Kaddafi Libya’sı, Esad Suriye’si yolunda gittiğini gösteriyor. Herbirinin sonu da hem liderler hem de toplumlar için çok çok büyük felaket oldu. Acı olan, bu felaketlerin hepsi burnumuzun dibinde yaşanmasına rağmen, toplumdaki epey bir insanın bu yolu kurtuluş, yükseliş gibi görüp desteklemeleri. Milletin çakır keyf uçuruma koşuşu karşısında hiçbir şey yapamamak feci bir duygu.
Türk Medyası?
Ne tarafından baksanız umut kırıcı bir vakıa Türkiye medyası. Dünden bugüne ne muktedirler demokrasinin olmazsa olmaz bir unusuru olarak gördü medyayı ne de medya kendine özerk bir alan açacak donanım ve ahlakı ortaya koyabildi.
“Her rejim kendine uygun vatandaş tipi aradığı gibi, kendine uygun matbuat(medya) tipi de arar.”
Uzun yıllar tek parti döneminin İçişleri bakanlığını yapmış Şükrü Kaya’nın bu sözleri, Türkiye’de medyanın, devlet ve iktidarlar nezdinde nasıl bir yere sahip olduğunu özetliyor.
Yani, muktedire hesap sormak, yanlışlarını ortaya koymak değil, daha çok muktedirin PR’ını yapmak, halkı adam etmek, muktedirin hor gördüğü grupları (solcu, dindar, Nurcu, Kürt, Alevi, Cemaat, Tarikat, Ermeni,vb) her yolla aşağılamak, onun propagandasını yapmak. Tek parti, Osmanlı’daki çok sesli medyayı susturarak (Takrir-i Sükun) işe başlamıştı; Menderes gücü ele geçirince medyayı Tahkikat komisyonlarıyla hizaya getirmeye çalışmış; şimdi muktedir olan Erdoğan da bir yandan yandaş medyalar oluşturup diğer yandan medya kurumlarının kapılarına kilit vurarak, konuşanları hapsederek aynı zihniyeti sürdürüyor. Erdoğan, iyi olduğumuz günlerde hükümetlerinin bir yanlışlarını haber yapınca “Niye yazıyorsunuz, gelip bana söyleyin” derdi. İktidarların medyaya bu sakat bakış açısı, tarihten beri kraldan fazla kralcı, günü kurtaran, gerçeğe ve topluma değil, muktedire bakarak şekil alan gazeteci tipini üretti. Bu çizgi dışında hareket edenler ise hep sürgün, hapis veya suikastle karşı karşıya oldular. Tan baskınında da, Mumcu cinayetinde de, İstanbul’un göbeğinde Gündem gazetesinin bombalanmasında da, Hırant’ın katledilmesinde de aynı ellerin izi görülür. Erdoğan rejimi, şimdi bunlara, dünyada en fazla gazeteci hapseden, en çok medya kurumu kapatan, ihale verdiği müteahhitlerden para toplayıp havuz medyası kuran, telefonda medya patronlarını ağlatan, televizyonların KJ’lerine bile karışan ülke namını eklemiş oldu. Türkiye bir gün yeniden demokrasiye dönmeye karar verirse hem yönetenlerin hem de gazetecilerin bu tarihle baştan sona yüzleşip, demokratik bir düzende hem medya-devlet-iktidar ilişkisini hem de medya-patron ilişkisini yerli yerine oturtması gerekecek.
Kırgınlıklarınız?
Hamile annelere, bebeklere, yaşlı ve hastalara kadar uzanan zulmü bile görmeyen, sessiz kalan Anadolu insanına kırgınım. Bir de ülkenin tüm aklı erenlerine ve solculara kırgınım: Şimdiye kadar darbelerin mağduru olmuş, derin devlet kavramını bizden önce kullanmaya başlamış, Sabahattin Alileri, Uğur Mumcuları, Ahmet Kayaları, Hırant Dinkleri yutmuş yapılarla ilk kez cesurca mücadele eden, sırf bu yüzden şimdi zindanlardaki tek kişilik hücrelerde çürütülmeye çalışılan halk çocuklarını sahip çıkıp destanlaştıracaklarına çıkmak yerine onlara karşı derin devletin bakış açısıyla yaklaştıkları, en vatansever insanları Erdoğan ağzıyla terörist diye yaftaladıkları için…
Meriç?
Eskiden komşu Yunanistan’la aramızdaki sınırı oluşturan bir nehirdi. Şimdi çoğunlukla bizi sevdiklerimize kavuşturan bir kurtuluş ve umut yolu, bazen de sevdiklerimizi yutan bir ejderha.
Yurtdışında mağdurlar için bir şeyler yapıyor musunuz?
“Türkiye’nin en büyük gazetesinin yayın yönetmeni iken şimdi gazetesi kapatılmış ve kendisi sürgünde yaşamak zorunda kalan bir gazeteci” olaylar karşısında etkilenip sarsılmayan insana rastlamadım. Medyaya baskıyla ilgili bazı istatistikleri duymaktan çok farklı bizzat kurbanın kendisini dinlemek. Ben de bulabildiğim her platformda kendi hikayemden başlayıp hapisteki farklı çizgilerden gazeteci arkadaşları, öğretmenleri, milletvekillerini, avukatları, işadamlarını, kadınları, bebekleri, kapatılan medya kurumlarını, üniversite ve okulları dünyaya anlatmaya çalışıyorum. Üniversitelerde konferanslar veriyorum. Derslere giriyorum. Amerikalı ve Türk sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerinde konuşmalar yapıyorum. Dünya medyasına yer yer yazılar yazıp, röportajlar veriyorum. Meslektaşlarımızı ziyaret edip bire bir sıkıntıları, hapisteki gazetecileri ve diğer mazlumları anlatıyorum. Think-thank larin yuvarlak masa toplantılarında Türkiye’nin durumunu, mağduriyetleri, çıkış yollarını dile getiriyorum. İnsan hakları ve medya örgütlerine her fırsatta vehameti hatırlatıyorum. Türkiye’de ve yurtdışında ulaşabildiğim arkadaşlarla konuşup hal hatırlarını sormaya gayret ediyorum. Yasal süreçlerine yardımcı olacak mektuplar yazıyorum. Sosyal medyada susmamaya, mağduriyetleri dile getirmeye, doğruları söylemeye devam ediyorum. Ama işin gerçeği, tüm bunlar bir işe yarıyor mu bilemiyorum ve sürekli yeterince bir şey yapamama duygusunun mahcubiyetini yaşıyorum. Ama yangın öyle büyük ki, Alman Başbakanı Merkel’in tehditle gazeteci Deniz Yücel’i 1 yıl sonra zar zor serbest bıraktırabildiği, Af Örgütü gibi uluslararası bir insan hakları kuruluşunun Türkiye’deki başkanı Taner Kılıç’ı hapisten çıkaramadığı, ABD’nin NASA bilim adamı Serkan Gölge veya Rahip Andrew Brunson gibi kendi vatandaşlarını kurtaramadığı karanlık bir tablo var karşımızda.
15 Temmuz?
Darbe demokrasiye ihanettir ve cezası idamdır. 15 Temmuz’da birileri gerçekten darbe yapmaya kalkmışsa, ister Kemalist, ister Cemaat’çi, ister milliyetçi kim olursa olsun cezasını çekmelidir. Ancak gülünç denecek acemilikteki icra şeklinden, ülkeyi tek adam rejimine götüren sonuçlarına, Erdoğan’ın ilk tepki olarak “Bu bize Allah’ın lütfu” beyanatından damadının saklayamadığı sırıtmalarına, istihbaratı alınmasına rağmen niye girişimin önlenmediği ve olaydan haberdar olduğu halde komutanların niye düğüne gittiklerine kadar, ayrıca şakır şakır yayın yapan medyayı ve siyasetçileri kontrol altına almak varken en yoğun saatte Boğaz köprüsünün trafiğe kesilmesi, darbe çöktüğü belli olmasına rağmen Meclis’in niye bombalandığı, 14 Temmuz’da Akar-Fikan-Aksakallı arasında saatlerce nelerin konuşulduğu, Erdoğan hiçbir şeyden habersizken eniştesinin nasıl darbeden haberdar olduğu, öğlen saatlerinde öğrenilen darbe bilgisinin yatsıya kadar Erdoğan’a nasıl ulaştırılamadığı, bu fiyasko ve rezaletin sorumlusu MİT ise, Hakan Fidan’ın niye görevinde kaldığı gibi binlerce cevap bekleyen soru işaretinden, Meclis araştırmasının apar topar kapatılmasına tüm işaretler; 15 Temmuz’un Cumhuriyet tarihinin en kanlı ve korkunç kumpaslarından biri ve Türkiye’nin Reichtag Fire’ı (Alman Meclisinin yakılması) olduğu ihtimalini güçlendiriyor. Ana Muhalefet Partisi Lideri Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz kontrollü darbedir” sözünü, Selahattin Demirtaş’ın “15 Temmuz Türkiye tarihinin en büyük kumpasıdır” açıklamaları görmezden gelinebilir mi?
Bu olay yaşanmasa ne başkanlık sistemi referandumda kabul edilir ne 200’den fazla muhalif medya susturulabilir ne de Demirtaş’tan Berberoğlu’na siyasetçiler, Ahmet Altan’dan Mustafa Ünal’a bu kadar gazeteci hapse atılabilir ne devlette ve üniversitelerdeki AKP karşıtları bu çapta temizlenebilir ne Meclis’i sıfırlayıp ülkeyi sorgusuz sualsiz KHK’larla yönetme imkanı olurdu. Sonuçlarından hareketle bakınca 15 Temmuz’un tartışmasız tek kazananı Erdoğan. Ülke için, demokrasi için, hak, adalet, özgürlükle, Cemaat ve Ordu için ise tam bir yıkım. Benim kanımı donduran tarafı ise sırf kirli bir kurgu tamamlansın ve inandırıcı görünsün diye yüzlerce samimi, saf vatandaşın ölümünün göze alınmış olması. Sırf bu kurgu tamamlansın diye o gece samimi vatansever duygularla hayatını kaybeden 249 insan, hayatı kararan yüzbinlerce mağdur. Erdoğan’ın niye Allah’ın lütfu dediği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bir ezbere inandırılan herkes; -dört başı mamur Balyoz darbe planını çürütmek, 15 Temmuz konusunda ise binlerce soru işaretlerini görmezden gelip insanları bunun darbe olduğuna ikna etmek için çırpınan Sedat Ergin dahil- sadece 15 Temmuz’un bir numarası olduğu söylenen Org.Akın Öztürk’ün hikayesine baksalar, ortada Kabataş yalanına milyon kez rahmet okutan bir yalanla karşı karşıya olduğumuzu görürler. Güya 15 Temmuz’un beyni, bir numarası falan denilerek işkenceden geçirilen ve idamla yargılanan Akın Öztürk hakkında Genelkurmay’ın 21 Temmuz’lu açıklamasına bakmak yeterli. Orada Org.Öztürk’ün girişimi bastırmak için yardımcı olduğu resmen ilan edilmişti. Ama kurguya uymayınca o açıklama silindi. 15 Temmuz’un bir numarası denilen isimle ilgili iddiaların bu kadar çürük olduğu yerde başka neye inanabilirsiniz? Cemaat’in bana göre bu olayla ilgili en büyük kabahati, bu çapta bir kumpası fark edip deşifre etmemesi, aksine cemaatle irtibatlı olduğu söylenen bazılarının da bu tuzağa düşmesi. Bu arada öyle karanlık bir olay ki, Akıncı üssünü bombalayarak girişimi önleyen veya o gece Erdoğan’ın uçağını kullanan pilotlar da Cemaatçi ve darbeci diye yargılanıyor. Ankara’da dönen oyunları bilecek durumdaki dünyanın önemli devletleri, 15 Temmuz’un Cemaat’in işi olmadığını açıkladılar. Ama 15 Temmuz’un kimin işi olduğunu da açıklasalar mesele anlaşılacak. Ama nedense henüz bunu yapmıyorlar. İnancım şu ki, 15 Temmuz tüm yönleriyle aydınlatılmadan Türkiye normalleşip, demokrasiye geçemez. Şu an Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı, olayı aydınlatmak değil, siyasi olarak bundan sonuna kadar yararlanmak,efsanelerle harmanlayıp kurmaya çalıştığı yeni rejimin miladı yapmak.
Adil Öksüz?
Demokrasiyi ve Cemaat’i hedef alan kumpasta, görüntüyü tamamlamak için kritik rol verilmiş bir piyon, ya da Hizmet’in değerlerine ihanet ettiğinin farkında olmayan süzme bir ahmak.
Memleket özlemi?
İnsan elbette dostları, çocukluğunun, gençliğinin geçtiği mekanları, şehirleri özlüyor. Özlem duygusunu karşılamak için ölümsüz şarkılarınızı, türkülerimizi dinliyorum. Ama şimdilik ülkede olan bitenlere acıma ve üzülme duygum, özlem duygumu bastırıyor.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey?
Hizmet hareketi anne karnında henüz doğmamış bebeklerden 80 yaşındaki ihtiyarlara, Hakkari’de belletmenlik yapan gençten Senegal’deki öğretmenlere kadar tarihte eşine az rastlanır çok büyük bir imtihandan geçiyor. İşkence altında can veren, Meriç’te boğulan şehitler var, dün profesörken bugün pazarcılık yaparak ailesini geçindirmeye çalışan insanlar var. Annesi babası, tüm sevdikleri tarafından dışlananlar var. Yaşadığımız bu acılar karşısında en büyük güç kaynağı iman. Bu dünya zaten intihan yeri, nasıl olsa bir gün bitecek ve ahirette mutlak adalet tecelli edecek. Bu sıkıntılı dönemde, büyüklerin gönlünden kopup gelen bazı mısraları daha sık hatırlayıp onlardaki iman ufkunu anlamaya çalışıyorum. Biri Yunus’dan, biri Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden, diğeri de on yıllarca hapis ve sürgün hayatı yaşayan Bediüzzaman’dan:
Önce Yunus:
Hoştur bize senden gelen,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken.
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Gelse celâlinden cefâ,
Yahut cemâlinden vefâ, İkisi de cana safa
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş
Bu ölümsüz mısralar İbrahim Hakkı Hazretlerinden:
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreylerÂrif onu seyreyler.
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bu da Bediüzzaman’dan:
“Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil
Belâ vereni buldunsa, atâ ender safâ ender belâdır bil
Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fenâ ender hebâdır, bil!
Cihan dolusu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel, tevekkül kıl. Tevekkülle belâ yüzünde gül, ta o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.”
Tam bir vicdan ehli insanin hizmet hareketi hakkindaki dusunceleri. Yanlisliklarida usturuplu bir sekilde dile getirirken, zalimin zulmunu devamli dile getirmis. Populist degil tam realist bir sekilde elestirilerini ve dusuncelerini aktarmis. Tesekkurler Sayin Bilici.
Havf ve reca arası dengede olduğu gibi, eleştiri ile hakkın teslimi arası bir denge var. Ve bu dengenin yakalanması eleştirinin bizcesine bizi daha çok yaklaştıracak. Ve bu “Eleştirinin bizcesi” sevindirici şekilde gitgide daha çok vurgulanmaya başlayan aksiyonla atbaşı giden bir süreç olmalı.
“Eleştirinin bizcesi” her hak sahibine hakkını tamam olarak vermek olmalı…
Teşekkürler Sayın Bilici…
Sorular calinmadi diyor ya… Baska da bir sey demiyorum. Bunu bilmeyen bir adamin kor ve sagir olmasi gerekir. Sagir sultan duydu, ama kendileri itiraf edemediler.
hizmetin hiç mi hatası yok sorusu absürt bir soru. çünkü 15 temmuz ve sonrası suçlamaları kapsar bu soru ve evet burda hiç hatası yok hepsi iftira ama genel tavır olarak hatasız demek zaten inancın temel prensibine aykırı. “akibetinden endişe etmeyenin akibetinden endişe edilir” genel prensibinde zaten en başarılı işten bile hatam ne olabilir acabe kendi nefsimi karıştırdımmı veya hergünkü duamız ne halt karıştırdımsa affet niyazı hatadan dur olunmayacağını gösterir. hatasız tek kitap Kuranı Kerim hatasız tek insan peygamberler ve hatasız bir topluluk varsa peygamberin ashabı gerisinin hatasız olma ihtimali fıtrata bile ters. bu eleştirilebilir mi tabiiki.. ama zalimin elinde inlerken ama sende haketmiştin demek gibi birşey. şu an tutuklanan öldürülen işkenceye tabi tutulanlar hangi hatasından dolayı buna müstahak onu sorguda sorduklarıyla ölçebilirsiniz. demokrasi mitingine katıldınmı f… terör örgütü olarak görüyormusun. gazete banka kitap dergi vs vs.. bumudur hakedilen hata
Dengeli bir elestiri olmus. Ne sis yansin ne kebab…sürecun en tepesinde ki ve canli yasayan biri olarak kuri ve yüzeysel.. bilinenlerin bir tekrari…
ve eeee sonuc ne… cözüm ne…
Ve sunu anliyorum ki bu abileriz iyi insanlar…
ama bu olaylari okuyamamalri cok normal…
Aci ama gercek bunu görebilecek donaninda olmamalari bu ve bunun gibi yazan abilerimizden anladim.
Insanimizi , toplumu, geneneksel islami anlayisi, ve hizmet adina bizim yozlastirmidigimiz degerleri, ve bazilarina yenilerinin eklenemesi gibi kisir dögüleri ciddi elesitrecek… ve bunlara cözümler ve öneriler sunmalarini beklerdim…
tekrar soruyorum kendime bu yolun kaderimi…
O zaman Kader riza gösterelim. Basimizo örse vurup kirmayalim…
yok eger bizim burdaki yanlislarimiz nedir.? bunu sormak ve konusmak yanlis mi? …
yolun kaderi deyip tevekkül edip beklemek… mi…
hayirlisi…
Nezamandan beri kaderi sorgular oldukki kardeslerim, herkesin dilinde bu.
biz bu hizmet insanlarini kusursuz, supermenmi sandikki cozum ve sonuc bekliyoruz. esas soru su olmali degilmiydi kendimize: bize gore cozum veya sonuc ne? eger cevabini veremiyorsak, ki vermek zorr. niye baskalarindan bekliyoruz?
iki kisi bir araya gelerek karar verip bir guzel isi yapmak hizmet iken, niye acaba reaksioner hareket ediyoruzki, illa birisi yol gosterecek. yol belli, yapilacak is belli, yasaklar belli. suc sahsidir.
ah guzel kardeslerim.
İslamı kültür olarak öğrenmiş, 40 yaşından sonra gurbette hasbel kader Hizmet’le tanışmış ve hazine bulmuşcasına değer veren biri olarak gözyaşları içerisinde okudum. Ve Hizmet’in de, müntesiplerinin de ne kadar değerli olduğuna olan inancım kuvvetlendi. Yaşanılan süreç daha hakkaniyetli, dürüst, düzgün anlatılabilir miydi bilemiyorum. Tek başına bu yazıyı, çıktısını alıp evlatlarıma ve torunlarıma ‘Sizin ananız, neneniz böylesi pozitif bir hareketin mensubu olarak yaşamaya ve böyle güzel insanlarla birlikte güzelliklere vesile olmaya çabalayan biriydi…’ diye not düşüp bırakmayı düşündüm.
Yaradan yardımcınız, yardımcımız olsun…
aynisini bende dusundum. oyle bir tarihe gececek cevap olmuski. nesillerimize, tum arkadaslarimiza okumalarini tavsiye etmemiz gereken bir yazi.
Sayın bilici Ahmet kuru hakkında konuşurken Aslan gibisiniz kürkrüyorsunuz bir sonraki Soru çalma mevzunda ise hemen Kedi gibi cevaplıyorsunuz Demirel gibi lafı dolandırıyorsunuz, aynı cesareti devam ettiremiyor musunuz niye oto sansür yapıyorsunuz kendinize, değişen üsluptan çok net ortaya çıkıyor bu.
Soru çalan hizmete ihanet etmiştir demişsiniz, bir gazeteci olarak bu mevzuyu keşke araştırsaydınız haber değeri yok mu hiç, Gülen hizmete ihanet mi etmiş bir araştırsanız keşke, Ahmet kuru Gülen’e hain dememişti siz demiş oldunuz bana göre.
Aihm standartlarında bir mahkeme gökten inmeyecek, çok zor değil 1 savcı 1 hakim lazım. Yurt dışındakiler yapsın bu görevi ya da bir gazeteciye diyin can atarlar emin olun savcı olmak için, bbc ,dw ,sputnikten istediğiniz soruyu sorun şeklinde bir röportaj yeterli olacaktır. Hakim kim olacak ? Hakimde herkesin kendi vicdanı olur röportajları okuyan olur cemaat olur bu kadar basit. Yani gökten mahkeme bekleme talebinizi anlamak zor SIRF Gülen bunu dedi diye düşünmeden atlıyorsunuz ya, 2 dk düşünün bu mevzu o kadar zor bir mevzu değil, Ayrıca Gülen çoğu şeyi söylemekten çekiniyor, bamtelinde ümitsizlik vermemek lazım diyor , eee bazı gerçekleri açıklayınca millet ümitsizliğe kapılacak o yüzden de açıklama yapmıyor hal böyle iken gerçekten yargılanmak istediğine inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum karşısında savcı varmış gibi ifadesini verirdi istese, hakim de millet olurdu bu kadar basit.
Darbeciler idam edilmeli demişsiniz, Şimdi Türkiye’de herkes darbe karşı ama ne kadar karşı olduklarını ya siz 1961’i savunmadınız mı sizin parti kurucusu katılmadı mı diye deştiğiniz de ulusalcı tayfa orası devrimdi der geçer, mhpliler ne der bilmiyorum. 1971, 1980, 28 şubat, e muhtura hepsini savunan vardır, Türkiye’de darbe karşı olan bir kesim düşünmüyorum şahsen darbeyi kim yaptığına göre karşı çıkıyorlar genellikle, ya da darbe-devrim ayrımı yapıyorlar. Benim burdan eleştirdiğim mevzu gerçekten karşı iseniz bu Türkiye’deki insanlar gibi 1 cümle ile geçiştirmeyin mevzuyu mesele 1789 ihtilali, Yezide karşı ayaklanan ehlibeyt vb örneklerle açıklasanız da mevzu hakkında lafta değil gerçekte karşı olduğunuzu gösterseniz. 17-25 aralık operasyonlarında polisin niyetini bilmem mümkün değil ama bu yaptıkları operasyon ki medya bunun 17 kısmını biliyor bide 25 kısmı var ki direk bilal erdoğan hedef alınan direk Erdoğanı düşürmeye yönelik bir operasyon darbeden farkı nedir ? Darbede indirirsiniz yerine siz geçersiniz, burada sadece indirme işlemi yapılıyor, hadi diyelim 17 yolsuzluk içindi polislerin niyeti oydu üsten bir plan yapılmadı, 25 çok net Erdoğan’ı indirme operasyonu bunu darbe olarak görmüyorsanız bizim darbenin tanımına ihtiyacımız var ? darbe sadece suça karışmamış iktidara mı yapılır mesela ?
Bide yaşar nuri arkasından kimse gitmedi demişsin de, sonra Galile örneğini vermişsin kendinde biraz çelişki olmuş. Niye gitmedi sorusuna cevap bulmak o kadar basit değil tabi, Aziz Nesin dediği bir laf var hatırlatırım. Bana göre niye gitmediler arkasından bunun en baş nedeni bence insanlar kendi içinde tutarlı aklında soru işareti olmayan net insanların arkasından gidiyor. Mesela kimse Ahmet Dönmez’in arkasından gitmez, kitleleri ikna edemez daha kendi kafasında bir çok soru işareti var. Ama aklı berrak olan Allah’ın davasına sahip çıkanın başına bunlar gelir bizimki de ondan ibaret diyip meseleyi kapatan birinin arkasından kitleler koşar, tarihte de bu böyle kitleler içlerinde ? barındırdığı için böyle net insanların arkasından gitmeye beyilli. Hristiyanlarda katoliklere karşı protestanlık doğmaya başladığında katolikliği savunanlar onu sorgulayıp protestanlığı savunanlar var bide her ikisini eleştirenler var , her ikisini eleştirenler alternatif bir mezhep sunamadığı için (hristiyanlık gibi bir dinden kendi içinde tam tutarlı alternatif bir mezhep çıkamadığı için savunamıyorlar çünkü neresinden tutsan dökülüyor) kimse onların arkasından gitmemiş mesela. Ama aslında en haklı olanlar onlar. Yaşar nuri de böyledir falan demiyorum kendisini tanımam. Bide bizde din mevzunda şu var bu adam daha namaz kılmıyor niye bunu dinleyim bu görüşü çürütmek için şunu diyeyim : Ya bizim şeyh kerameti istikameti zaten uçtuğunu görsem keramet olarak algılamam kuşlar da uçuyor ama bizim leyh az yer az uyur sürekli ibadet eder, namazda ağlar vs ama gider AKP’de oyu çakar.
Ozel kuvvetler komutanligi trol butcesini arttirmali. Kalitesiz adamlar akil karistirmada yetersizler. Perincek, Saldiray Berk ve diger arkadaslara duyurulur.
Trol olan sensin ama, çünkü yazdığım onca şeye cevap vermek yerine trol diye geçiştirerek hizmet insanını, aktroller gibi gösteriyorsun, çünkü onlar sıkışınca hatta sıkışmadan çoğu mevzuya cevap veremeyip mevzuyu yokuşa sürüp sen trolsun sen pakrudinisin sen perinçekcisin sen abdülhamidi savundun vs derler sende kendini hizmet insanı gibi gösterip ama aynı şeyleri diyerek, kafalardaki hizmet insanı imajını karalıyorsun.
Özel kuvvetlerinde trol bütçesi olmaz trollük akpnin doğrudan finansıyla oluyor, bazı gazetecilerde mite hizmet ettiği için gazetecilik sıfatıyla aynı şeyi yapıyorlar. Derin devlet ayrıca hiç bir zaman fikren cemaati bitirmemiştir, tam tersine asla fikren bitirmek istemez ki hiç bir anadolu çocuğu yapıdan ayrılmasın ki hepsini hapse atabilsin. 17-25’ten sonra ahaber komik haberleri erdoğanın direk kaşıt yapı deyip 1 hafta sonra sayıp sövüp hakaret etmesi, diyanetin dandik raporu vs .
Son olarak da dünyanın merkezinde görme kendini, perincek saldıray berk senle uğraşacak değil zaten cemaati bitirdiler onlar şuan kalan pastayı paylaşma derdindeler.
Yaşın kaç nerde yaşıyorsun eğitim düzeyin ne bilmiyorum ama ikidir trollüyon verecek cevabın yoksa sus, böyle cevaplar vererek kendini küçük duruma düşürüyorsun. Gülen bir sözü vardır kimi havadan nem kapar, kimi de sağanak yağışta ıslanmaz diye. Bu kadar sağanak yağış var iken hala kafan karışmıyor sorgulamıyorsan da bu kafanın kalınlığındandır kusura bakma. Olacak 2 ihtimal var ya kafan kalın ya hizmet ilgili çok üst bir konumdasın zaten her şeyi biliyorsun hiç bir aklında ? de yok, tüm olaylara vakıfsın , tüm olaylara vakıf bile olsan olaylarda yapılan şeyler verilen kararlar islama nasıl uygun ? o konuda da kafan şöyle karışmaz, dersinki FG uygun dediyse uygundur. Allah da sana der ki biz sana hiç akıl erdirmezmisiniz hiç düşünmez misiniz diye Kuran-ı Kerim de kaç kere dedik ey Ömer, sana verdiğim o beyni o zekayı niye kullanmadın. Eğer o beyni kullanıyorsan bizi aydınlatabilirsin herkes yorumlar da bir şey diyor sorular soruyor mesela beni aydınlat sorularım ile ilgili. Ama cevabın yok ise kardeşim susacaksın Allah her kulu eşit yaratmamış nasıl aile de sülale de büyüğün lafı geçer, toplumda da bırak kafası basanlar kendi aralarında mevzuyu halletsinler sende onlara tabi ol o zaman, öbür türlü 100 kere de uyarsalar kendi dikime giderim gidip akp oyumu veririm diyenler gibi olursun.
Hizmet hareketi hakkında yaptığınız dengeli tespit ve değerlendirmelerinizin hepsine katılıyorum.
Saygılarımla
Kardesim adam sana “Hareket’in lider kadrosunun süreci nasıl yönettiğini düşünüyorsunuz?” diye sormus.
Soylesideki tek mantikli soru.
Cevap?
Cevap nerde kardesim?
Bos, bombos bir kadro.
Uyanin arkadaslar, uyanin. Hizmetimizi bu vizyonsuz, kabiliyetsiz, ise yaramaz tiplerden kurtarin.
Yazik ettik kendimize yazik. Bunlari disardan adam zannettik.
Lider kadrosuymus, hangi kadrodan bahsediyorsun sen?
Ozcan, Barbaros, Myasa, Cevdet, Ali…
Kadroya bak kardesim.
Adil Oksuz, takipcisi Mdegerli. Insaf be kardesim insaf.
Herifleri 50 metreden gorsen bunlar capulcu dersin.
Iste, bir kisi bakarsa olmaz kardes, olmaz. Fotografa bakip adam tayin eden zavallilar sizi.
Sizde kabahat yok, size bu sonsuz krediyi acan biz ahmaklarda kabahat…
Sevgili okur,
Eleştirinizi yayınlıyoruz. Ama kişilere hakaret etmeyin lütfen. Sivil bir şekilde argüman geliştirebilme, düşüncelerinizi medenice ifade edebilme gibi temel konularda kendinizi biraz daha geliştiriniz.
Teşekkür ederiz.
Platform olarak guvenilir kalmak istiyorsaniz yayinlamaniz sizin lehinize.
Tesekkur ederim.
Bircok arkadasimin yayinlanmayan onlarca yorumunu biliyorum.
Kisiler semboldur, kisileri degil sifatlarini elestiriyorum. Vizyonsuz ve kabiliyetsiz demek isi ehline ve liyakat sahibine verin demektir.
Kaldi ki bu bahsettigim oligarsik kadro yapistigi yerden sokulmedikce ne kadar arguman gelistirirseniz gelistirin ise yaramayacaktir.
Yillar oncesinde cok samimi argumanlari “o anlamaz, zaten hizmeti bilmez” vs gibi cumlelerle yok ettik.
Medeni yaklasimlarimizi bu sansurcu ve “simdi konusma zamani degil diyen” bakis acisi oldurdu.
Bizimki artik bir haykırış, bir çığlık.
Bir hayat-memat feryadıdır.
hizmetin sorunu içerdeki bazı insanların kötülük yapması zekaları ya da vizyonsuzlukları değil, varsın zeki olmasınlar istihbarat örgütü mü bu zeki adam arıyorsun, alt tarafı bir dini cemaat olacaktı, dindar olsalar yeterdi.
Ben zeka filan aramiyorum. Dindarligi sen mi olcuyorsun.
Aradigimiz:
LIYAKAT
EHLIYET
Bu kadar.
cevaplar oyle guzel vermiski, sizin duymak istediginiz seyler olmayinca…
hizmet yonetim kadrodan ibaret degildir. belki onlar yuzde 0.5 dir. Allaha sozumuz olsun, 2 kisi kalsak, herkes yok olsa veya terk etse, hizmetimize devam.
hizmeti Allah icin yaptigimizi unuttugumuzda baslaris baskalarini suclamaya.
Siradan kisi, hizmet senin malin degil. Zaten 2 kisi kalirsin yakinda merak etme, ayni bu sistemde devam et.
Hizmet ilk basladigi yillardaki eski kodlarina geri donecek. Hizmeti kendi mali zanneden senin gibi tipler de emekli olacak.
Dikkatli okursan soylemek istedigimiz bu.
Merhaba,
A.Bilici’ nin Adil Öksüz yorumu çok zorlama ve kendini kandırmaca gözüküyor. Adil Öksüz kendi başına birşeye kalkışamaz, mümkün değil. Kalkışsa bile ona bu yetkiyi veren , hiçbir kontrol mekanizması koymayan aklın, zaten yarım milyonlara ulaşmış bir cemaati uçurumdan yuvarlamaması mümkün değildi.Ve yuvarladı da..
Adil Öksüz’ ün yanında Kemal Batmaz var mesela o neden hiç sorulmamış?
Adil Öksüz MİT elemanı ise hangi akıl onu tüm Askeriyeye imam tayin etti. Adil Öksüz’ ü KÖZ biliyordu, ben ismini MİT e verdim diyor ifadesinde. Bunu cemaatin üst kadrosunun bilmemesi , HE ‘nin bilmemesi mümkün değil.
Burda aklıma 2 şüphe geliyor:
1. KÖZ aslında HE bilgisi dahilinde mi cemaaten kopmuş görüntüsü verdi..MİT tarafından tersine akış mı sağladı..
2. Yada Adil Öksüz deşifre oldu ama o kadar güvenilirdi ki aslında “bilinçli deşifre olup hani herkesin gözü önünde olup herkesi işlettimi?” Ben 2. senaryoya inanıyorum. Adil Öksüz deşifre oldu. Ona MİT dediki içerden bilgileri aktar. O da gitti bunu HE ye bunu söyledi. Devlete çok kritik olmayan bilgiler Adil Öksüz tarafından aktarılarak MİTe güven sağlandı.Bu arada da mevcut kuvvetle ne yapılabilirize çalışıldı.Ben ilk günden beri Adil Öksüz’ ün MİT’ e angaje ama MİT’ i kandıran, bu nedenlede darbeyi kolayca yakalanmadan organize eden eleman olduğunu düşünüyorum.Adil Öksüz’ün HE için herkesten hemde herkesten daha güvenilir olduğuna dairde içimde derin şüpheler var. Onun cemaate ihanet etmediğini darbeyi organize ettiğini düşünüyorum. Ama sonuç planlanan gibi olmadı. Başarısız oluncada herşey mantıksız gözükmeye başladı. Başarısızlığı mantıkla izah edemezsin, mantıklı hareket olsa başarılı olurdu zaten.
AKP’ nin toplu ve vahşice yaptığı bu soykırımı da darbenin başarılı olma ihtimalini görmelerine ve kızgınlıklarına bağlıyorum. Öğlen darbeyi öğrenip ön almasak, nerdeyse herşeyimizi kaybedecektik o nedenle bunların soyunu kurutalım, çoluk çocuk ne varsa mevcut iletişim çağında öldüremesek bile sefil bırakalım mantığıyla hareket ettiklerini düşünüyorum. Resmen yaptıkları cephedeki düşman psikolojisi. Darbedeb kendini kaçıran pilotu, darbeye direnen polisi, darbe gecesi direnen sivilleri darbedeki durumunu hiç araştırmadan cemaaten diye ihraç eden mantık başka türlü izah edilemez..Darbe “Allahın lütfu” aşamasına gelmeden AKP’ nin üst tarafını fena halde korkuttu ve o korku yaptıkları zulme devamlı perde oluyor.Akıllarını başlarından alıyor.Kazansalardı cemaatin tabanı herşeye sahip olacaktı deyip izan dışı zulümlere 2 yıldır devam ediyorlar. Cemaat tabanının bişeyden haberleri olmasada bu herşeyimizin o tabana geçeceği gerçeğini değiştirmez mantığıyla , sadece cemaati Kuran Hizmeti görüp destek veren insanlara zulmediyorlar..Hem cemaat hem AKP islami davranmayıp buğünkü fitne ortamını doğurdu. İkisinede hakkımı helal etmiyorum. Eşimin çocuklarımın benim gözyaşlarımı, intihara sürüklenelerin ahlarını, sefil olanların acılarını hepsini ama hepsini buna sebeb olanlardan bu dünyada olmasada ahirette alacağız inşAllah. Birğün AKP gitse bile o darbeye karışanların tam tespitini yaptırmak , bu zülmün sebeb olanlarını bulmak için biz, cematin zulme uğrayan tabanı uğraşacağız.Bunun için gerekirse dernekler kurup örğütleneceğiz ki kendini demokrasi havarisi gösterip yol ayrımına gelince herkesi riske atanların yüzü yada yapıp yapmadıkları ortaya çıksın, çıksın ki ne olduğunu anlayabilelim..
HE uluslarası mahkemede yargılanmaya rağzıyız dedi ya diyeceklere bu devletler arenasında bişey ifade etmez. O laf saf tabanı konsolide etmek için söylenmiş , aslında kanunen ve modern dünyada bişey ifade etmeyen, karşılığı olamayacak, bir slogandan başka birşey değil. Hangi devlet bir sosyal grupla kendini eş tutar ve ululararası yargıya gider. Bu önerinin mantıksızlığın analitik düşünen herkes çözecektir. Yapılması gereken en elzem şey darbe olurken HE ne yapıyorduyu deliller ve şahitleri , kayıtlarıyla uluslararası kamuoyuna sunmak.Adil Öksüz,Kemal Batmaz gerçekten Pensilvanya’ ya gelmiş mi Amerikan hükümetinden de yardım talep ederek delilleri kayıtları ile ortaya koymak.Geldilerse kaydı varmı ne konuşuldu açık yüreklilikle açıklayıp “bize herkes gelir.Çokta tanımam” saçmalığını bitirmek..Bence cemaati temize çıkarmak için ne yapılabilire herkesin kafa yorması ve bunun içinde çalışması lazım.Temiz değilsede kirletenlerin ortaya dökülüp defolup gitmeleri lazım.Peygamber efendimiz yanında eşleri varken yanından geçenlerin içine şüphe düşer diye eşinin peçesini kaldırıp eşi olduğunu göstermedi mi? Neden bu kadar şey ortaya saçılmışken bizlerin içindeki şüpheyi gidermek için böyle bir çalışma yapılmıyor..Deliller toplanıp derlenip izah edilmiyor..
Ahmet,
bizim orda bir soz vardir, “odu kendine bas, otmese keseka ” derler. yani, atesi once kendine degir, eger yakmaz ise basklarina.
diyelimki, bir hizmet insani olarak ben bir halt ettim. karanlik insanlarla anlastim. ve varsayalimki ben aktif olarak hizmette gorev yapiyorum, ve sizin bahsettiginiz abilerle veya hocaefendiyle gorusuyorum. biryandanda bize zarar vermek isteyen insanlara yardim ediyorum.
simdi, diyelimki, benim sebep olmamla, o kotu insanlar 10larca kisiyi oldurdu.
sonra anlasildiki ben hainmisim. simdi, suclu burda kim? benmi yoksa hizmetmi?
bu aradada, o kotu insanlar, hala diyorlarki, bu insanlarin olumune sebep olan benim, abilerimden veya hocaefendiden emir aldigimi soyluyorlar. siz buna inanirmisiniz?
yoksa, hadi ordanmi dersiniz?
veya, niye bu kisinin(benim) nasil kimin tayin ettigini birileri aciklamiyormu dersiniz?
Tam da bunu soyluyoruz iste. Senin hain olup olmadigina tek basina karar veren, kontrol mekanizmasi olmayan, problem cikinca da aldatildim diyen bir yapi.
Siz hayatinizda bir kere “aldandim” lafini duydunuz mu? Ya arkadaslar yanlis bilgi vermistir ya da haberimiz olmamistir.
Aldandim demeyen bir yonetim asla kendisini duzeltemez. Cunku her yaptigi dogrudur ve herseyin en iyisini bilir.
Bunlari gecin kardesim.
Hizmet sizin maliniz degil.
Cekilin.
Emekli olun.
Böyle güzel bir röportajın altına benim gibi ne olduğu, kim olduğu belli olmayan kişilerin yorum yazmasını en başta okura saygısızIık olarak görüyorum.(kendi adıma okurlardan özür diliyorum). Bilici’nin ismini verdiği kişiler başta olmak üzere yorum yazması gereken birçok kişi varken sizler susmanyı tercih etseydiniz,yada ikinci kez okuyup daha iyi anlamaya çalışsaydınİz , kendinize daha büyük bir iyilik etmiş olurdunuz. Kendinizi yazmak zorunda hissetmeyin. Dinlemek ve okumak iyidir. Bilici’nin geçmişine hayran oldum mesela. Böyle bir geçmişe rağmen bu tevazu. Bu bile benim için önemli bir dersti.
Sen neden kendini yazmak zorunda hissettiysen biz de ayni sebepten yaziyoruz.
Sadece goruslerimiz farkli.
Gercekten de tam olarak ne oldugun belli degil.
I have checked your website and i’ve found some duplicate content, that’s why you don’t rank
high in google’s search results, but there is a tool that can help you to create 100% unique articles, search for:
boorfe’s tips unlimited content
Güzel bir söyleşi olmuş, samimi özeleştiri içeren yerler açısından. Ancak bazı yerlerde Doğrularla, (Sn. Bilici belki karşı görüşlerle pek karşılaşmadığından) eğriler epey karışmış.
Özetle “Cemaat yargısı zamanında 59. sıradan şimdi 110. sıraya gerilemişiz” vb. demiş bundan bir övgü payı çıkarırcasına. Oysa aslolan hangi kutsallık adına olursa olsun -hele hukuk gibi kokmaması gereken bir alanda- bir yolun açılmamasıdır. Çünkü hiçbir başka seçenek olmaksızın sonrası gelir.
O diğerler mesleklerdeki şakirtler kutsal amaçlar uğruna her türlü dalaveranın sessizce ve derinden gidilerek yapılacağına dair şartlanmış bir bilince sahip olabilir ve gerçeği bu kesinlikte bilmeyebilirler ama HUKUK OKUMUŞ Hak kavramının yüceliğile tanışması gereken, yargıya gelen bir kişinin bunu standartlarıyla bilmesi gerekir. Çünkü bunun eğitimini almıştır.
Ama sen yargı gibi bir alanda dahi bunu yaparsan (ki ŞIK tutuklandığında, diğeri kitabı bombadan tehlikeli ilan eder, diğeri o pis sırıtışıyla “yok canım, yargıda öyle birşey olabilir mi” dediği günlerde Savcı ÖZ’ün perspektifine daha o gün bunu açıktan yazmıştık, bu olmaz, bunu başka ülkelere kaçmadan bizzat twitırda kendisine de link vererek belirtmiştim.)
Çünkü tuzun kokması diğer herşeyi çürütür ve bu ancak kutsal amaç DAVAsı peşinde vicdansızlığa düşen azgelişmişlerde olur ve en kötü çürümedir ki iflah olmaz. Yaşanmakta olan maalesef o zaman başlayan sürecin devamıdır ve anlaşılan bedelini de bu işi gözlerimiz önünde başaranlardan çok gariban sempatizanların, o yapıyla hiç ilgisi olmayan her devrin mağduru ALTAN kardeşlerin vb. çektiği anlaşılıyor.
Yani yargı sıralamasında 59’dan 110’a geldik savunması faciadır, çünkü o standartlar gereği bu iş öyle başlar zaten.
Ayrıca hukukun dediğini, yasa gereği hukukçu bile doğru kabul etmek durumunda olduğundan bu aynı zamanda gerçeğin çürümesidir. Diğer yandan bütün iyiniyetiyle onyıllar sonra nihayet GLADİO vb. tüm tortularımızdan kurtulup AB standartlarında demokrasi olacağız diyerek sana bel bağlamış bir hukukçuyu tuhaf İslamomilliyetçilikle aldatan bir yargı batak içinde batağın bağlangıcıdır.
Ama şimdikilerin de devam ettirdiği gibi çok kutsal amaçlarınız vardı, siz dünyayı fethedecektiniz, onlar da şimdilerde başına halife dikeceklerdi, her taraf tek renk İslam olacaktı- öyle ya. Bu açıdan yapılanların faturası elbette reel İslam’a kesilecek, çünkü kişilerde farklılık olsa da esasta zihniyette farklılık yok ki. Birisi başlatmış, öğretmiş teori ve uygulamasını yapmış, öbürü de bunun daha dibi neresidir diye kişisel travmaya uğramasıyla aşağı doğru devam ettirmiş, bu arada işin içine, sıradn gariban sempatizanından tut, bebek ve yaşlıları kattıktan başka bu tür düşüncelerle hiç ilgisi olmayan “barış akademisyeninden tut, sıradan görüş açıklayan herkesi de katmışsa.
Bu arada o fatura reel İslam’a elbet kesilecektir, ama yukarda bir iki cümlede değinildiğinden söylemek zorundayız, elbette Anadolu Tasavvufi yorumuna değil. Çünkü hakikat kapısındaki tasavvuf bu tür dünyevi işlerle zaten ilgili değildir, şekli İslam ile de bir ilgisi yoktur ki dünyayı ele geçirecek kutsal bir DAVAsı, yıllarca sessiz ve derinden gidecek egosu, kendinden büyük ihtirasları olsun. Ve bu hedefi doğrultusunda da siyasal İslamcıların şu veya bu grubuyla bir olsun. Onun gözünde bütün evren zaten tektir, kimin elinden alıp kime verecektir ki? Bunlar batın ehli için dinlerin tasavvufi özünden habersiz kiatapların sözünde şekilde, zahirde kalmışların işleridir. Elbet bu açıdan fatura sadece onları bağlamayacaktır.
Ayrıca özeleştiride de söylendiği gibi siyasal İslama bir Kabataş yalanı, ŞIK olayı, vs. bu kadar taraf olduktan sonra bazı yolsuzlukların açığa çıkarılmasının dersane vb. tartışmaların sonrasına denk düşmesi bunun “kamu yararına” Hakk’ın rızası gözetilerek yapılmadığı, tersine kişisel ve grupsal çıkarların çelişmesiyle doğan husumet duygularıyla olduğunu da göstermektedir ki bu da neticesinde kamu yararı olsa bile sağlıklı bir sonuç değildir. Sn. Bilici’nin buraya dayanması da yersizdir.
Gene Suriye olayında egemen bir ülkeyi adeta kardeş kavgası için fitnelerken ortak olanlardan (ki Türköne başta, konu üzerine pek çok yazan ve konuşan cemaatten kişilerin benzer tavrı, hele İran için demokratik zihniyetlerde asla rastlanmayacak açık bir nefret, kin ve IŞİD benzeri düşmanlık güdüldüğü, – o kadar ki birinde Kur’an’dan ayetlerle nedenini sormuştum, anlayamadılar bile- keza Kürtler aleyhine çeşitli dizilerle bugün iyice kapkara kesilen illüzyona tutulmuş cahil kesimleri bileyen Samanyolu dizileri vs. görülmüştür) sonradan Suriye’ye benzin taşıyanları açık etmesi orada hiç yoktan ölen 500 bin masumun hayatını geri getirmeyeceği gibi aynı şekilde çıkar çelişmesi saikiyle açıklanmaktadır. Ve maalesef bunlar samimi bir özeleştiriyle hala şu durumda dahi açıklığa kavuşmamıştır.
Günümüz İslam dünyasını aklamaya çalışırken Latin Amerika örneği de yersizdir. Hiçbir Latin Amerika ülkesi mezhepçi cephelere bölünüp birbirini katletmemiştir, çünkü Rönesanslarını 300 yıl bitirmişlerdir. Sizin henüz başaramadığınız, sağa sola, birbirinize suçu yıkarak kurtulmaya çalıştığınız o çağlarını çoktan yaşamış ve aşmışlardır. Bizler kimse haberdar değildken bile onlar şimdi İslam dünyasının şu halinden kurtulması için Papa önderliğinde arada dua da ediyorlar. Ekonomik geri kalma başka bir konu nedeni ulusal tembellik ve kültür benzerliği kaynaklı olabilir ancak orada dahi İslam toplumlarından çok ilerideler.
Hikmet Çetinkaya örneğiyle birbirini dışlayan peşin sol dangalaklığa dikkat çekilmiş ise de bu dahi oransız ve yersizdir. Çünkü Saudi prensin de itiraf ettiği gibi sosyalizm döneminde solun başlıca meselesi sanki dinmiş gibi topluma bir Gladio psikolojik harp başarısı olarak (“komünizm=din düşmanlığı) fikri aşılanmış, ülkede 6. Filo, Kanlı Pazarlar yaşanmış, Solla Mücadele Dernekleri bu işte başlıca görev almışlardır. Yani şimdi hamile anneler, bebekler, yaşlılar karşısında o insanlara “kırgın” olmaya hakkınız yok, çünkü sizden bir öncekiler gene aynı kutsal davaları uğruna o kültürü besledi, büyüttü, yarattılar. Nazım kaçarak canını kurtardı ama Sabahattin Ali gene Meriç kenarında “kanına dokunduğunu” söyleyen benzer bir kansız tarafından katledildi. Keza Hırant Dink gibi halkların kardeşliğine ömrünü adamış bir insan da aynı yolda gitti…
O zaman Gladio’ya asker yazılıp illüzyona alıştırılan kara cehalet bugün aynı nobranlıkla şimdi de bunu vaktiyle başkaları üzerinde hiç insafsız uygulayıp üretenlere çullanmıştır, çünkü linç kavramından başka bir kültür bilmemekte, çok rahatlıkla isteyen güç sahibinin emrinde, bir anda hiç sorgusuz istenen kalıba sokulup, istenen hedeflere yönlendirilebilmektedir. Dolayısıyla solun da bir noktadan sonra aynı peşin dangalaklığı paylaşması Gladio’nun ortak bir başarısı olmalıdır.
Yani korkak aydını eleştiriken dahi ondaki pay unutulmamalıdır. Çünkü azgelişmişlerde sinerji yukarıya değil, aşağıya doğru işler, taa ki dibde debeleninceye kadar, ondan sonra da farkına varıp doğrulurlar mı zaman gösterecek…
Yani Sn. Bilici bazı açılardan hiçbir hata görememiş ama diğer yandan dediği “Hatalarla yüzleşip dersler çıkarmak için” önce meseleyi grupsal-kişisel algılamadan, Ortadoğu ve reel din bağlamından koparmadan ve yukarıdaki geçmişi de içine alacak geniş tarihi bir perspektif gerekiyor ki bu garibanların çilesini çekip yaşadığı azgelişmiş tipi çift uçlu sarkaç hareketleri, dine değilse de hiç değilse zahirilerin anlayamadığı dinin gayesi olan insanlığa bir fayda sunsun.
Bu arada siyasal dincilerin bu benzetmeleri ortak temel cahiliyeci mezhepçiliği gıdıklasa da hakikatlerle örtüşmüyor. Türkiye’nin Esad’ı falan örnek aldığı yok, o otoriter bir rejimi demokrasiye kendiliğinden geçirmek için çareler arıyor, bu uğurda Bahar öncesinde “kardeş” iken bizden demokratik yasalar alarak fiiliyata da geçirmeye başlamıştı. Bu şekilde ülkesi fitnelenmese , dünyanın dört bir yanından toplama insanlıktan nasiplenmemiş çetelerle, bu çağda orada kurtardığı bölgelere kafa kesmeci, köle pazarları kuranlar karşısında meşru müdafaaya düşürülmeseydi demokrasi yolunda epey yol almış olacaklardı.
Yani birisi –Esad- AB yolundaki eski TR örnek alarak, demokrasi yoluna samimiyetle girerken fitneye tutulup feleği şaşan, diğeri bir anda AB’ye o İstanbul İl Başkanının da dediği gibi takkiye gereği “reklam arası” dediği 90 yılda oluşmuş yarım müktesebatına da sırt çevirip, Ortaçağ öncesi Halifelik dönemine özlem duyan bir yönelim. (Daha doğrusu son yapılanlarla nereye gideceği de belirsiz bir tuhaf durum, bu arada bedel ödeyen koca bir ülke) Doğaldır ki tamamen ters koşul ve yönlerden gelip farklı hedefler içeren zihniyetlerdir ve bu ikisini ancak sığ bakanların karıştırabileceği bir düz bakış olur. Ki bu şu sıralar moda olsa da böyledir.
15 Temmuz’un mizansenliğine gelince bu yargı ve yukarıdaki örneklerden de görüleceği gibi açıkça bir darbe teşebbüsüydü, bunu artık gizlemek anlamsız, zaten ilk başlarda “onlar bizi askeri şurada tavsiye edeceklerdi, biz erken davranmak istedik”vs beyanlar, Telekom’da yakalandıktan sonra oturup besmele ile suyu içen komutan’ın öldürdüğü insana yönelik” O şehit oldu, biz ölsek biz de şehittik” vb beyanlarıyla artık her şey defalarca örnekle ortada, inkar anlamsız ve yüzleşmeyi önler. Ama cemaatin –kısmen doğruluk payı olsa da- on yıl boyunca “Kemalist zındıka komitesi darbe yapacak, camiyi uçuracak, iktidarı elimizden alacaklar.” Vs. komplo teorileriyle son yıllarda çok yönlü şartlanan halk bu darbeyi adeta bekler hale gelmişti. Ki nihayetinde herkes gene kendi yanlış şartlamasının kurbanı oldu, yani “her ne yaparsan kendine yaparsın” Derviş sözü bir kez daha doğrulanmış oldu. Orada da olan gene garibana oldu. Yani 15 Temmuzun anahatlarıyla “anlatılacak, anlaşılacak” yanı falan kalmadı. Yani üsttekilerin ne ölçüde bildilerinden bağımsız olarak, -çünkü çoğu ülkeyi terk etmiş- o ahmak dedikleriniz ellerindeki güçle bir deneme yaptı ve kaybettiler.
Hasılı kalan garibanlar hakkındaki duygulara katılma, ve Ortadoğu’nun şu bin yıldır değişmeyen makus talihinde onların payına düşen gene tevekkül ve bu hikayeler dışında maalesef garp cephesinde çok şey değişmemiş görünüyor ki yazık…
Acele yazdığımızdan dolayı imladan veya ister istemez duygusallığa düşerek kimseleri kırmış olsak da affola, ama gerçeği de tarflardan olmayan birilerinin anlatması gerekiyordu…
Allah, Eyvallah…
öyle görünüyor ki insanlar aynı şeyleri binlerce defa duyunca doğru kabul ediyorlar. insan beyni farklı çalışıyor, ve algı operasyonlarına karşı savunmasız. öyle ki yıllardır bu yapının içinde olduğunu iddia eden biri bile ama en baştan beri soru çalıyor olabiliriz diyebiliyor sonra sıkışınca o zaman 2002den beri olabilir diyor, sonra aynı şeyleri tekrar edip duruyor. bir şey mi görmüş duymuş. hayır iktidar öyle söylüyor vardır bir hikmeti. o kadar ki adam çıkıp erdoğanın oğlunu alacaklardı bunun adı darbedir diyor. arkadaş iyi ama adamlar hırsızlık yapıyor, iktidarda olanlara hırsızlık helal midir? helalmiş çünkü iktidar müftüleri öyle fetva veriyor. şunu demiyor mesela, deliller çarpıtıldı falan yok, çünkü oğlunu aracı yapıp rüşvet aldığının belgeleri gün gibi ortada. üstelik bu italyan ve amerikan mahkemelerince de onaylanmış. peki yargının görevini yapması niye darbe oluyor? ama efendim onlar cemaatçi. e başkası yapsaymış bunu o zaman. tutan mı vardı. koca ülkede bir savcı bir polis çıkmıyor bunların göstere göstere çaldıklarını yüzlerine vuracak. utanacaklarına sonra niye siz yaptınız, biz yaptık alemin delisi miyiz falanlar… çok ciddi bir beyin yıkama var ve bu cemaat bünyesine kadar sinmişken türkiyede alakasız insanlara sitem etmenin bir manası kalmıyor. yoksa adam kalkmış açık açık hiç lafı dolandırmadan 15 temmuzun anlatılacak aydınlatılacak bir tarafı artık kalmadı diyor, buna da yerde oturarak besmele ile su içen askeri delil gösteriyor, bu mantığa göre bu tiyatroya bir alevi katılmışsa alevi darbesi, kürt katılmışsa kürtçü darbesi, chpli katılmışsa chp darbesi diyebiliriz, bu şapşallaşmışlığı, bu akıl tutulmasını görüp de kahrolmamak mümkün mü…
sayın biliciye üç sorum olacak.
birincisi camide içki içtiler haberinden ötürü özür diliyor, tongaya düştük falan diyor. onlarca haber içinden zaman gazetesinin gezi sürecindeki tek hatası gerçekten o haber mi? gazetenin arşivi de yok nasılsa, ne desek gider diye mi düşünüyor? gezinin anlamsızlığının teorisini mahçupyan, tehlikesinin teorisini gülerce yaptı. hiçbir havuz gazetesinin hiçbir yazarı belki yiğit bulut hariç bu ikisinin yaptığını yapamadı. diyeceksiniz ki onlar zaten gazeteden ayrıldılar, iyi de o zaman ayrılmış değillerdi. yazarlara müdahale etmiyoruz da demeyin, keneşe balcıya yazdırmamayı biliyordunuz, hiç yoksa istediğiniz de hemen biz o fikirde değiliz yazıları yazabiliyordunuz. geziye cemaatçi gençlerin katılması engellendi, bundan daha doğal bir şey de olamaz, peki erdoğanın toplumu kutuplaştırıp bölmek için başlattığı karşı mitinglere katılım niye yasaklanmadı? cemaatten bazı gençlerin orada işleri neydi, biz kimseye karışamayız falan demeyin lütfen. kaldı ki turan alkan gibi şeytanın şeytanlığının farkında biri dahi propagandaya aldanıp o mitingleri destekleyen bir yazı yazmıştı. hocaefendi masumların gözlerini çıkarıyorlar, yazıktır derken bile zaman gazetesi niye inatla geziyi din karşıtı bir kalkışma olarak göstermeye çalışıyor, erdoğanın sapıkça açıklamalarını tevile uğraşıyordu?
ikincisi 2003-2013 arası zaman gazetesi 2011 sonrası hürriyet gazetesinin biraz daha medeni ve muhafazakar versiyonundan farksızdı. cemaatin ana medyası olmak iddiasındaki gazete ve televizyon kimi zaman cemaatin liderini bile sansürlemeyi göze alarak iktidar payandalığı yapmıştır. bunun aksini bu gazeteyi okumuş hiçkimse iddia edemez. koruya taşgetirene iş vermekle tarafsız mı olunuyor. e tamam da havuzun içinde böyle transferler hep oluyor adamı sabahtan kovuyorlar yenişafağa giriyor oradan kovuyorlar karara giriyor. özünde gene yandaş, yeterince yandaş olamadığından maaşı rütbesi düşüyor. cemaat medyası vaktiyle bu görevi üstlenmişse bu çok muazzam bir şey mi gerçekten? peki hocaefendinin muhalefetine rağmen yıllarca bıkmadan usanmadan akp propagandası yapılması dumanlının komik günah çıkartmasında dediği gibi gerçekten bunlar ab yolunda iyi işler yapıyor diye miydi? e o zaman mülakatın başında bilinç altınızın açık ettiği gibi çalıyor ama çalışıyorculardan hiçbir farkınız yok. nitekim çaldıklarını, ahlaksız olduklarını biliyordunuz ama siyaseten yakın ve ehveni şer oldukları için ölesiye destek veriyordunuz. öyle mi?
üçüncüsü hem siyaset dışı bir toplumsal hareketiz diyorsunuz hem de merkez sağ partileri desteklemekle övünüyorsunuz. demireli destek için oturup kitap yazan (sonra da bin pişman olan) sungur abilerin hatalarını örnek gösterip biz demokrat parti adalet partisi anap çizgisindeyiz diyorsunuz. bu toplumsal bir hareket için övünülecek bir şey midir? ldpli chpli x partili bir cemaat mensubu, var olmaması gereken bir anormalite midir? bunlar milli görüş gömleğini çıkardılar ona kandık diyorsunuz. siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? ne yani şimdi o gömleği giydikleri için mi bozuştuk, o zaman niye 2013 sonrası hep sp haberleri yapıyor, yöneticilerini konuşturuyordunuz. milli görüş sorunlu ve zararlı bir fikir akımı ise resmi temsilcilerinden niye hala medet umuyoruz, karamollaoğlu şöyle dedi falan diye paylaşıyoruz? mafyada bir kural vardır, rakip mafyadan sizin tarafa geçenler kural gereği infaz edilir, bu kendi arkadaşlarını satacak kadar vefasızsa ise ileride bize neler yapar diye. peki kendi içinden çıktıklarına söven, hocası erbakana miting meydanında açık açık hırsız diyen, dündarın programında bu adam bayağı para çalmış haberimiz olmamış diyen birinin yarın size neler edeceğinin hesabını hiç yapmadınız mı? abye gireceğiz demiş, yahu bütün mesele abye girip çıkmak mı ahlaksız bir adam abye gireceğiz dese evliya diyip arkasına mı takılmamız gerekiyor, bu işler bu kadar ucuz mu… niye meselenin ahlak ve adalete saygı meselesi olduğunu hangi siyasi görüşten isterse kuzey kore ile ittifak kurmak istesin hangi partiden olursa olsun kıstasın ahlaklı olmak olması gerektiğini anlayamıyorsunuz? sırf milli görüşe küfretsin diye şevki yılmaz gibi birine bile gazetede yazdırdınız, siyaset uğruna bütün ilkeleri ayaklar altına aldınız, ve hala bunu iyi bir şeymiş gibi pazarlıyorsunuz. faşist birine doğrudan faşist diyemiyorsunuz, biz bir faşisti destekledik milletimizden özür diliyoruz diyemiyorsunuz, yok milli görüş gömleği giydi, yok islamcı oldu falan… dışarıdan nasıl çelişik durduğunuzu bir anlayabilseniz.
sayın bilici en zor zamanda vaktiyle uzatmalı akp yalakalığı ile bütün itibarını yitirmiş sonra da menfaat derdine tersinden bir taraflılık imajı çizmiş gerçek bir enkaz devraldı, işler biraz yoluna girdiğinde de faşist müdahale ile yolundan oldu. yapabileceği fazla bir şey de yoktu. hiç kimse onu o dönemde yaptıklarıyla eleştiremez. fakat cemaat medyasının cemaatsizleşmişliğine keşke biraz daha eleştirel bakabilse. herhalde ahmet dönmezin muhabirken gördükleri kadarını o da görmüştür. yoksa görmemiş midir?
soru çalma mevzunda bana diyorsan 2010 dan sonra çalma çok net, iktidar ile falan alakası yok bizzat duydum hem de o kadar çok insandan duydum ki direk alanlardı bunlar, verenden de duydum. Alanların sayısı çok fazla polis asker olamamışlarsa sözlüde elenmişlerse bu insanları lisede üniversite görüyorsun anlatıyorlar. Bu kısım böyle onun dışında 2008 istanbul fem de bir haber çıkmıştı, bak bu haber ben zaten bizzat duymuş biriyim bana güvenmiyorsan diye haberden referans veriyorum, 2002 mevzuna gelince de bunu da duydum ama bu duyma alan-veren kişi değil, mevzu 2002 gibi Ahmet necdet sezer’e gitmiş o işe el atmış diye duydum bunu geç hadi , 2002 tarihinin şöyle bir özelliği daha var darbe komisyonunda doktor kemal vardı eski imamlardan o beyan ediyor, o da galiba cemaat bozuldu sorular çalınıyor falan diye 2002 de itiraz ediyor Gülen’e sonra diyorki Gülen bir şey yapmadı falan filan bende ayrıldım, 1986’yı da yaşar paşa diyor işte. Her itirafçı beyanına da bakmadım askerlerden de itiraf eden vardı galiba GK emir subayı mı ne ?. elbette haberlere itirafçılara ve duyumlara güvenme, itirafçı işkence altına vermemiş ise güven ama, onu da avukatı yakınları bilir en iyi beyanı nasıl verdiğini, gel gelelim 2010 sonrasına çok net diyorum 2010 dan sonra bu iş yapılmış, beni ilgilendiren bizzat yaşayanlardan duyduğum ile net tarihi verdim sana, sadece 2010 kpss de kast etmiyorum. Sen galiba 2010 dan sonrasını kabul ediyorsun ama öncesini niye kabul etmiyorsun, bana göre 2010 sonra fetva veren Gülen ise 2010’dan önce de bu olmuştur. Soru çalınmadı soru verildi görüşündeysen o da olabilir, veren kim o zaman cemaatekiler mi akpli ler mi ? alanın kim olduğu belli cemaat almış bunları.
The Circle, thanks a lot for the article post.Much thanks again. Fantastic.
Dear reader,
We thank you very much for your support.
Regards.
Sn. Mehmet İ ilk başta anlaşılan kısmen bize yanıt vermiş, detaya çok girmeden yanlış anlamayı düzeltelim.
O yolsuzluk olaylarına şahsen asla darbe falan demedik, bizim için kamu aleyhine bir durumun ortaya çıkarılmasından daha doğal bir durum yoktur, ancak sizde “ameller niyetlere göredir.” denir. Hukukta da buna bilme ve isteyerek yapma anlamında kast denir.
Sizin de henüz dersaneler olayı yokken Gezi için isabetle belirttiğiniz gibi, o zaman egemen cemaat polis-yargısının en basit bir tepkiyi nasıl şiddetle bastırdığıydı, temeli ortak tarihe dayalı İslamo Milliyetçi Gladio alışkanlıklarının bir devamı olarak bu insafsızlıklar yaşandı. İşte söylediğimiz aynı kişilerin dersane olayı sonrası ellerinde tuttukları bu güçleri, toplum yararını esas alarak değil gene ve sadece bu amaçla kullanmalarıdır.
Diğer yandan gerçekten yargılamalar başlamış olsaydı dahi örneğin ŞIK’tan, Hanefi AVCI’dan, hiç ilgisi olmadığı ve emir komuta altında olduğu halde Ali Tatar gibi çoğunluğu denizci vb. subay vb dahil edilerek esirgenen adaletin Erdoğan ve ailesine vb. gösterilebileceği düşünülebilir miydi? Evet, adalet sadece kamu yararına kullanılır ve gözleri bağlı olursa adalettir. Yani biz nasıl ki şimdi düşenlerin yanında isek, elbette o zaman da hiç tartışmasız egemen güç karşısında onların yanında olacaktık. Aksi halde -siz ve onlardan-diğerlerinden ne farkımız kalır?
Yani birbirini meşrulaştıran bu kısır azgelişmiş döngüden çıkmak için grup ve kişilerde kalmışların aksine biz ilkelere-standartlara bakarız, çünkü biz baktığımızda nihayetinde sadece İNSAN’ı görürüz. Ve nasıl ki şimdi düşenlerin olduğu gibi onların da adil yargılanma hakkı vardır, ama bu 17-25 başarılsaydı bu yargılamayı kim yapacaktı, ve önceki tecrübeyle sabit ve ancak şimdi ikrar edilen kamusal amaç dışındaki bir kastta bu nasıl başarılacaktı? Her halukarda bir yanlışlığın deşifresi MİT tırları olayında da olduğu gibi toplum lehinedir, adilce yargılanıp aksi sabit olmadıkça da darbe falan hikayedir. Söylediğimiz sadece bu anlamdaydı.
Ayrıca bu kadar gereksizlik ve talihsizlikler yaşanmasına rağmen biz kimseyi de faşist vs. diye damgalamadık. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi gerek olayların zorlaması gerek bizce tamamen cehalet ve travmadan kaynaklı olarak henüz nereye gideceği belli olmayan tuhaf savrulmalar dönemindeyiz, bu tür durumlarda ya AB demokrasiye tekrar döneceğiz, yada tüm yapılanlar ve olumlu şeyleri de yıkarak pis bir Ortadoğu ülkesine dönüşeceğiz. 1. sinin geleceği var, ancak ikincisinin tarihten deneyimlendiği üzere geçici bir çukur olmaktan başka bir geleceği yok. Yapacakları bu seçim sonucunu da yaşarsak göreceğiz?
Darbe denemesine gelince sözün tamamını söylememiştik, ama ben karşı görüş ve demokrat kişiliğimizin bir sonucu olarak havuz medyasından daha çok cemaatin yayın organlarını izlerdim, orada o yayınlar engellenmeye yakın şimdi firarda olan Prof. birinin “Biz istersek askeriye dahil şu anda dahi şöyle alır, böyle böyle yaparız” vb. sözlerine şahit olur, “bu acaba ne demek istiyor” diye şaşırırdım.Çünkü ben de o zaman cemaat ve havuz medyasının, yargı vs. algının etkisiyle Ordu’da, 28 Şubat devamı olarak 367, Dindar Cumhurbaşkanı istemezzük diyerek 27 Nisan dahil, her fırsatta açıktan “Ahkam kesen” egemenlerin kuru gürültücü Kemalist geçinenlerde olduğunu sanırdım, laikliği saç-sakal şekli, pantolon ütüsü, namaz kılmama, içki içme zanneden esasen bu tavırlarıyla insanları adeta devleti ele geçirmeye zorlayan “Laikçi” onlar bu şekillerle uğraşırken sessiz ve derinden gidilerek altlarının bu kadar boşaltıldığını, bu kadar kof olduklarını tam bilemiyorduk. Ama sonradan ortaya çıktığına göre meğer %85 komuta kademesini kaybetmişler. Emniyet ve mülkiye, vs. geçeyim. Kaldı ki o yukarıda söz ettiğim darbecinin eşine ilk anlarda verdiği elyazılı notuydu, diğeri de olay anındaki beyanlardı, olayın sıcaklığında yalan söylenmez. Kaldı ki sonraki ifadeleri de ortada onlarda aksine beyanları da pek yok. Sadece herkes inkar ediyor, sanki böyle bir şey hiç olmamış gibi. Elbette içlerinde hiç ilgisi olmayanlar, askeri öğrenci, er gibi suçsuzlar da mutlaka vardır. Zaten adalet de bunu ayırdetmek için vardır. Bu son umutsuz deneme için ama yok bu bir mizansendir demek artık ultra komplo teorisidir. Alıcısı da olabilir ama şahsen farklı kanaatteyim. Çünkü onların içinde yargılanan mesela Manisa Komutanı var ki kendine Kemalist diyenler, diğerlerini değil ama onu örneğin kurtarmaya çalışıyorlar, bu onlardan olamaz diye. Gene de dileğimiz elbette herkes için adil bir yargılanma ve suçsuzların özellikle ayıklanması, diğer yandan sağlam bir rehabilitasyon sürecine girilmesidir. Çünkü hangi kutsallık olursa olsun bu kanaatimizce adaletin, insanlığın, vicdanın önüne geçmeye başlıyor ise orada artık geri kalan her şey çürüyor demektir. Ki maalesef geniş anlamda tüm Ortadoğu’da yaşanmakata olan da budur. Herkes uyduruk önyargılarını bir tarafa bırakıp gerçekle ne kadar erken yüzleşmeye başlar ise bu en dipten dönmeye bir anlam verecektir. Akis halde genelde coğrafya, özelde ülkemizde yaşanan bu acı tecrübeler boşa gitmiş olacaktır diye naçizane düşünüyoruz.
o zaman bunu da tayyarın üstün tahlil yeteneği ile açıklıyorsunuz.
latife bir tarafa ne dediğiniz cidden anlaşılmıyor.
İslami milliyetçi gladyo demişsin bide galiba kemalistler darbe yapacaklardı diye onlara iftira atıldı ama iftirayı atan cemaat darbe yaptı işte demişsin doğru anladıysam. E-muhturada net darbeyi yaptılar bunda tereddüt yok, onun dışında ergenekon-balyoz soruşturmaları çok kapsamlı her dosya ve failde tek tek bakılması gereken şeyler, ama genel olarak baktığında bu insanlar cemaate bulaşan insanlar ve tasfiye edilmişler. Yani işin içinden çıkılması zor cidden adam bunlar paralel devlet ilticacı şeriat darbesi yapacaklar diye 2007’de falan soruşturma açıp cemaate yöneliyor bu kişilerin hepsi eregnekondan tutuklanmış içeri atılmış mesela ahmet zeki üçok, albay temizöz, ilhan cihaner (cihaner ben iltica kavramı üzerinden değil de soru çalma gibi somut şeylerden gittim diye kendini savunuyor) ama iltica üzerinden gidenlerin hepsi zaten görevi kötüye kullanma suçu işlemiş o zaman bunlar asker olduğu için ya da savcı hsyk üzerinden yada asker üzerinden görevi kötüye kullanma diyemediğin için sivil mahkemede darbeden yargılamış, yani bu insanların bazıları temiz değil, ülkede başörtüsü yasaklayan ellerinde fırsat olsa yasaklayacak olan ulusalcı kesim, bunları diyorum çünkü adamlar gladyo var ergenekon var bunlar natocu miliyetçi örgüt fetöcülerin ağababası işte falan diyorlar. bunu diyenler biz avrasyacıyız natocu ordu da derin devlet biz mi olacağız canım diyorlar vs. bunların iki söylemini dinlesen vatan partisi genel yardımcılarının mesela, 28 şubatı yapanlara hain derler amerikancı derler ama perinçek çıkar 28 şubat devrimdir , 28 şubata saldırı cumhuriyete saldırıdır der, yani kendi içlerindeki söylerimleri bile piskolojik harp ulusal kanalda adam çıkar 28 şubatta generaller 50 milyar vurgun yaptı der vs, tamamen kafa karışıyorlar, onların o laflarına bakıp gladyo= milliyetçi islamcı sağ kanat demek doğru değil, ülkede neyin ne olduğu öyle net değil , gladyo denilen ergenekonun da öyle tek bir kolu yok. Çok farklı denklemler var ama millet aptal yerine koymaya çalışıyorlar Komunizm ile mücadele derneklerinin erzurum bakanı GÜlen’di işte kendisi natocudur diye gladyodur diye vs. bunu Mhp de diyor da komunizm ile mücadele türkiye de başlatan zaten alparslan türkeş , vatan p tüm genel başkanları ülkücüyüm diye geçiniyor nasıl iş bunlar, ergenekon balyoz olaylarına girmicem sadece bulandırma çok, cemaat hukuksuzluğun daniskasını yapmış gibi orda, ama niye yapmış açıklamıyor ama görünen o ki , 28 şubat zihniyetini tasfiye etmeden ülkeye huzur gelmez diye düşündü galiba türkan saylanlar falan o yüzden yoksa bunların pkk li misyonerlik ile alakaları olduğunu düşünmüyorum. Habletmitoğlu köstebek kitabı var , adam 2002 de ev imamlarına kadar herkes hapse atılmasını savunuyor ilticalarla mücadele diyor diğer tarikatlara da aynısı yapılmalı diyor böyle tipler geneli. Ama ahmet şık tabiki de böyle değil, ali tatar demişsin o da ülkücü görüşü nasıldir bilmem, bu ergenekon balyoz da şuanki fetö ihbarları gibi kemalistlerin başka kemalistleri ihbar ettiği de olmuş fırsat bu fırsat diye. ilker başbug ismail hakkı pekinlere falan çok kızarlar mesele.
Cemaatin 15 temmuz darbe mevzuna gelirsek, sen ilk beyanlar doğrudur diyorsun ama ilk beyan asıl işkence ile alınan beyan, ayrıca not var falan diyorsun ya yoksa, yani bu deliller bana saçma geldi, şuan çıkan itiraflar var ama işkence olmadan darbeden 5 ay sonra tutuklanan bir asker sorumlusu mesele beyan veriyor bunlara diyecek bişi yok cemaat bu işe karışmış, ama ilk beyanlara bakılmaz bence, türksattaki askerin ifadesi falanda uydurma haberde olur ne var yani. Gülen ilk dakika tepkileri ve sonraki suskunluğu bende şüphe uyandırmıştı, adil öksüz görüntüleri çıkarken kimsenin tanımayız diyemeyişi kemal batmazlar için vs. zaten gayet net deliller. ama bir ton ? de var, büyük ihtimal hulusi akar işin içindeydi topyekün olcakken bunlar geri çekilde benim kanatim o yönde, sana şunu söyleyim darbe mit ihbarı ile ögrenince ne yapacaklarını bilememe gibi bir durum olmaz, bu ülkenin natoya girdiğinden beri Rus destekli bir devrim ihtilal ya da darbe olursa ne yapması gerektiğini gösteren bir eylem planı vardır. Kaynak istersen 2012 darbeleri araştırma raporuna bak , yani bir darbe nasıl bastırılır bunun eylem planı var ne yapacakları her şey belli, hatta tatbikat bile yapmışlardır, komunist sol devrim olarak düşmanı belirlermişler aynısı da fetö çok rahat uygularlardı panik falan olmaz yani zaten 1971 de de yapıyorlar. 1962 de de uyguluyorlar gene.
I have noticed you don’t monetize your page, don’t waste your traffic, you can earn additional bucks every month with very good adsense alternative for websites like yours.
For more info search in google: blackhatworren’s strategies
Anlaşılmayacak yanı yok, baktım. Sn. Tayyar’ın havuzda söylediğini, biz yukarda özetle Samanyolu TV’de O.Ö. isimli cemaatten bir Prof. tarafından 2015 Eylül-Ekiminde söylendiğini, ancak Ergenekon’u da hazırlayan söylemleri bulunan Tayyar’ları o zaman pek ciddiye alıp izlemediğim gibi elimde içten istihbarat da olmadığından darbeye şaşırdığımı, netleştiremediğimi anlatmıştım. Çünkü o zaman cemaatle havuzun ortaklaşa oluşturduğu “Ordu’nun Kemalistlerden oluştuğu ve darbe için fırsat kolladığı” algısı vardı. Bence kalkışmayı önleyen de esasta yıllardır yaratılan bu algı oldu. Yukarıda söylediğimiz şaşkınlığımız bundan.
Hem gösterdiğiniz konuşmada Tayyar 1. kısımda darbeyi paralel yapının yapacağını söylüyor ve buna rağmen 1 kişi dışında bu mücadelenin dikkate alınmadığı, 2. kısımda da bunun doğrulandığı sipikerin eski beyanı karşılaştırmasıyla da 2 bölümde kısaca anlatılmış.
Sanırım iddianız: Bunlar darbeyi bilip tedbir almadan beklediklerine göre kendileri planlamış gibi sorumlu olmalılar iddiası. Bu ayrıntı ama darbenin nasıl ve kim tarafından, hangi amaçla yapıldığı gerçeğini değiştirmez, sadece Sn.Bilici’nin “ahmakça” dediği gibi darbecilerin askeri şurada tasfiye edilmeyi beklemek yerine kendilerinin erkenden harekete geçerek ön aldığını gösterir. Ki bu da darbecilere göre o zaman “ya başarırsak, denemeden anlaşılmaz,” düşüncesine el mahkum sahip olduklarını gösteriyor.
Yukardaki elyazılı komutan beyanı da bunu doğruluyor. Sizin sorumluluğa dayanak yaptığınız “bilindiği halde birşey yapılmayıp beklendiği, dolaylı suça ortak olunduğu” iddiasına gelince hukuken suç oluşabilmesi için sadece birşeyin olacağının bilinmesi yetmez, ne zaman, nerede, nasıl başlatılacağı-olacağının bilinmesi, yani ayrıca somut delillerin de olması gerekir. Çünkü hukukta sorumluluk insanlar kafalarının içindekini tahmin etmekle değil, onları eyleme döküp, ortaya koydukları fiilleri nedeniyle sorumlu tutulurlar.
Hem insanlar birşeyi düşünür ancak son anda vazgeçebilirler de, bunu erkenden ayyuka çıkarmak devlete güveni sarsıp, hukuk dışına da düşürebilir. Bu kez de o açıdan tersine paranoyalar doğar. Kaldı ki hatırladığım kadarıyla o zamanlar sanki halktan gelecekmiş gibi “böyle bir kalkışma durumunun doğabileceği, ancak ezilip geçileceğinin söylendiği” duyumları da basın yayında yer almış, yansıtılmıştı.
Burada o kalkışma aşamasında görevlendirmesini ıskalayıp MİT’e haber veren subayın açık beyanları sonrası, yeterince ciddiye alınmada bir tereddüt yaşandığı eğer olacaksa burada böyle bir kalkışma olduğunda nasıl önleneceğine dair önceden bir planlama yapılmadığından gecikmede bir ihmal olduğu, bunun da zayiatı artırdığı söylenebilir. Ki bu ayrıntıdır. Yani kalkışmanın anahatlarıyla kimlerce planlanıp, ne amaçla yapıldığı gerçeğini değiştirmez. Birbirini etkileyen pek çok neden ve sonuçların yarışması nedeniyle, sonuçlarının ağırlığı ve kalkışmanın tamamen tesadüfi gelişen olaylarla kimlerin işine ne oranda yaradığı ve yarayacağını önceden tüm ayrıntılarıyla tahmin edip ona göre önlem almak vs. artık çok farklı durumlardır.
Umarım bir parça anlatabilmişimdir.
Bu meşhur Gladio artığı algı konusunu eksik bırakmışız: Nasıl ki yaşayan Atatürk’ten habersiz, O’nu şekil olarak algılayan kendince “Atatürkçü” geçinenler eski alışkanlıkları gereği hiç gereksiz gürültü yaparak bunun aleyhlerine kullanılmasına gene kendileri ortam hazırlamış, sonra da sessiz ve derinden büyük oranda kontrolü kaybetmişler ve sonra bunu kimseye anlatamamışlar ise, yargıda da zamanın bakanı Moğultay’ın “elbette kendi adamlarımızı alacağız” esasen kuru gürültüden ibaret sözleri aynı “sessiz ve derinden” durumun yargıda da yaşanmasına sebep olmuştur. Yargıda yapılan son seçimlerde 14 bin hakimden “sol”un aldığı oy sanırım %5 gibi komik bir rakamdı. Geçenlerde bir hakim 1. sıralarda sınavı kazanıp defalarca denemesine (11 kez) rağmen işbirliğiyle yargıya alınmayan bir genç insanın anısını yayınlamıştı, okumaya değer: “Dersim’li Sisifos’un hikayesi” Yargıda en azından bu çeşitliliğin olmayışının cezasını bugün tüm toplum ödüyor. Bu bize evrensel standartların defalarca anlattığı ancak biz heva ve heveslerinin peşindeki Ortadoğuluların asla anlayamadığı “hiçbir kutsal DAVANIN adaletten şaşmak için yeterli bir gerekçe olamayacağını” bir kez daha anlatan sıradan bir örnek, umarız anlayanlar olur. Yazık…
22 ülkenin sınırlarını değiştirmek isteyenler Mısırda MKÖ’nü, TR’de Hizmeti engel görüyordu ve bu engel büyük ölçüde kalktı.
Yahudileri, siyonistleri de emellerine perde yapan Satanistler ( illimünati-zengin 2-3 aile vs, her neyse) son 1-2 asırda yaptıkları, bundan sonra da yapacaklarının teminatıdır. Peygamberleri öldürenlerin devamı bu zihniyete karşı tüm insanların uyanması gerek bence.
Diğer konular, ayrıntıda boğulmak, büyük resmi kaçırmak..
Arkadaşlar, psikolojide “sorunla yüzleşme aşamaları” vardır ve bu bir insan için gerçekten de zordur. Yani her kişinin değil ancak er kişilerin başa çıkabileceği süreçlerdir. Gerçi eninde sonunda kaçınılmaz olarak geçilir ama arada zaman boşa harcanır ve bu “makus talih” tarihi buralarda tekerrür eder de eder. Çünkü diğer yanda kolaycı “savunma mekanizmaları” da vardır. Sorunu yüklersin başkalarına rahatça kurtulursun. Suçlular da hep hazırdır, iç-dış, cins cins, boy boy komplo teorileri. Maalesef bu oyalama ve kullanımlarda esasen ülkesi ve insanlık için büyük işler yapabilecek çok nitelikli insanlarımızı da daha körpeyken iğfal edip tuhaf heveslerimiz uğruna sonsuzca harcayıp durulur. Sonra da Ortadoğu’da olduğu gibi kaçanlarımız kurtulur, kaçamayanlarımız kıyılara vurur veya sonsuz kutsal davalar uğruna birbirlerini tüketiler. Bakın Batı bu süreci 300-400 yıl önce aşmıştır, biz önümüzde bu deneyler olmasına rağmen suçu hep başkalarına yıkarak hala devam ediyoruz.
Bu toplumlar hasta toplumlardır, çünkü gerçeklikle bağ kopmuştur, tuhaf hayaller bir zaman sonra toplumun tamamına sirayet eder ve artık başka düşmanlara gerek olmaksızın birbirlerine yüklenirler. O hasta toplumların bir noktadan sonra artık ciddi olarak rehabilitasyona ihtiyaçları vardır, çünkü sağlam bir bakış açısıyla tekrar gerek iç-dış gerçeklik gerekse kendilik bilinç ve saygısını oturtmaları gerekir. Ve maalesef bizde sorun şu ki bu türden geniş perspektifte insan kıtlığımız var. Yani gene herkes kendi göbeğini kesmek zorunda, çünkü tabip görünenler de aynı hastalıktan muzdarip.
Bu komplo teorileri özellikle son onyıllardır kiminde “zındıka komitesi” kiminde “baronlar” kiminde bilmem ne bela olarak başlamıştı, şimdi, “Diriliş” “Abdulhamid” vs. diyerek iyice zıvanadan çıkarak devam ediyor. Bazı arkadaşlar (bu arda ben insan olan herkese arkadaş derim) ülke tımarhaneye döndü diyorlar ki haklılar ama tımarhanedeki herkes kendi payını öncelikle görmek şartıyla. Konuya dönersek herkes diğerini başkasının adamı olarak görmekte, eline silah almamış insanlar terörist ilan edilmekte, farklı düşünenler derhal “vatan haini” olarak damgalanıp linççi güruhların insafına bırakılmakta. Bunun derin kültürel temellerini soğuk savaşta dinin kullanımı olarak Saudi Prens itirafı bahsinde de yukarda özetle sunmuştuk.
O kadar ki cumhuriyetin kurucusu bile “Deccal” bazen “İngilizlerin adamı”; kurucu anlaşma Lozan “çok gizli maddeleri olan bir satış anlaşması” olarak elbirliğiyle garibanların bilinçaltına yerleştirilmiş, doğaldır ki kıt akıllılar da ha bire “yeni büyük oyunları” çözmekle uğraşıyor, akla hayale gelmeyecek yeni komplo teorileri üretmekle bu sürece devam ediyorlar.
Kimse düşünmüyor ki demokratik kültürün olduğu ülkelerde her türlü düşünce özgürce kendini ifade ederken kimse niçin ortak iyilik ve bir hizmet organı olarak devleti, oradan da dünyayı derinden fethetme derdine düşmüyor da Ortadoğu bu çıkmazda yaklaşık 200 yıldır artan hızla debeleniyor. Demokrasilerde kimse kimseyi terörist ve vatan haini ilan etmeden bu çoğulculuk nasıl sağlanıyor, onlarda niçin bu türden tuhaf teoriler kitlelerde karşılık bulmuyor, örneğin o iç dış baronlar, İllüminatörler, Gladiyatöörler vs. o ülkeleri niçin hiç karıştıramıyorlar da buralarda mezhepçilik bu kadar taban bulup, milyonların katline kadar varabiliyor? O tuhaf teorileri bilmiyorum, bilmek de istemiyorum ama gerçekten öyle olsa bile Batılılar ortak akıllarına güveniyor, sorgulamadan kimsenin peşine düşüp asker yazılmadıklarından yapılacak her bozgun ve fitne anında akamete uğruyor, çünkü onlar kişilerin değil, ilkelerin ve insan aklının peşinde oturmuş evrensel standartları var, o standartlarda o mihenk taşına vurulunca her türlü sahtelik, kullanım yerle yeksan oluyor.
Evet, epeyce zaman ve nesilleri kaybettik bari gelecek nesiller için bu soruları soralım ve kolaycı “Latinler de böyle, Hıristiyanlar da şöyle” vs. gibi kolay yanıtlarla yetinmeyelim derim. Ki yaşananlar belki bir amaca hizmet etsin arkadaşlar…
HİZMET HAREKETİNİ AKP ve RTE’nin kucağına YEM olarak atanlar, bu konuda henüz hiçbir KELAM etmiyorlar. TARAF Gazetesinde yayınlanan ve 2004 yılında MGK’da imzalanan HİZMETİ BİTİRME PLANI BELGESİ yayımlandıktan sonra ZAMAN GAZETESİNDE hiçbir şekilde HİZMET Mensuplarını İKNA edici HİÇBİR YORUM-YAZI-AÇIKLAMA yazılmaması, bu işin MAŞA AKTÖRLERİ içinde ADİL ÖKSÜZ KEMAL BATMAZ benzeri çok kişilerin varlığını gösteriyor. Hele 2004 yılında HİZMET HAREKETİNİ BİTİRME konusunda AKP ve ERDOĞAN eliyle işlerin YÜRÜTÜLECEĞİNİ Bilenler, Cemaati bu konuda BİR KELİME BİLE UYARIDA bulunmamışlardır. BU UYUTUCU TAVIR, ÇOK BÜYÜK VEBAL Gerektirmektedir.
“Gerçeklerin bir gün ortaya çıkması gibi kötü huyu vardır!” hükmünce, elbette ÖTEDE BU ÇİRKİNLİKLERE muhatab olmamak için VİCDANININ SESİNİ dinleyenler tarafından elbette belgeleriyle ifşa edilecektir. yaşım münasebetiyle ben o günleri göremeyebilirim. ama BÜYÜK HESAP GÜNÜ var. BİLE BİLE on binlerce MASUM HİZMET mensubunun MADDİ ve MANEVİ HUKUKUNU çiğneyen, çiğnenmesine SEBEB olan, ZALİMİN KUCAĞINA Atan Bu Tür KİŞİLERE HAKKIMI ASLA HELAL ETMİYORUM! Öyle içeriğinin ne olduğunu TAM Açıklamayıp, “SİYASETE GİRMEMİZ HATAYDI!” kestirmesiyle ASIL SORUMLULUĞU üzerinden atamazlar.
“HİZMET OLSUN da nereden ve nasıl gelirse gelsin!” ŞEYTANİ mantıkla ALLAH’IN DİNİNE HİZMET edilmeyeceğini görmek için böyle FELAKET mi Yaşanması gerekiyordu ALLAH AŞKINA!
“HE, Cemaatin başına gelenlerden ve yaşanılanlardan geceleri hiç uyuyamıyor, ÇOK DERTLİDİR, ÇOK IZDIRAP çekiyor” vs vs bilmem nelerle işin sorumlusu olanlar KENARA kaçıp kendilerini TEMİZE çekemezler! Eğer HE yapılan YANLIŞLIKLARDAN HABERDAR ise ve bile bile yanlış yapanlara göz yummuşsa, çektikleri az bile kalır!
“Efendim HE, yıllar önce Cami konuşmalarında bugün olacakları bir bir anlatmıştı, şöyle açıklamıştı, böyle uyarıda bulunmuştu!” deyip, kimse kendini aklayıp-paklayamaz. ALLAH’IN DAVASI MEŞRU ise, o MEŞRU YOLDA yürümek te, MEŞRU vasıta ve VESİLELER ile olur! HARAM ve ŞEYTANİ araçlarla ALLAH’IN DİN Ü DAVASINA müsbet bir HİZMET ASLA olamaz! OLAMIYACAĞINI da, ALLAH cc. TİYATRO DARBE ile tüm Aleme göstermiş oldu.
Al-i İmran suresi 26ncı ayetindeki “KULİLLAHÜME MÂLİKEL MÜLKİ..” hükmünü ZORLAMANIN TOKATINI bize yedirmektedir, Yüce ALLAH cc. ALLAH’IN kendi İradesiyle meşru yollardan vermediğini elde etmeye çalışmak, BİR TÜR GASB’dır, HIRSIZLAMAKTIR, HAKSIZLIKTIR, ZALİMLİKTİR. Zalimliğin ne demek olduğunu, KUR’ANDA zikredilen ZALİMLE-ZULÜMLE alakalı 98 AYETE Bakılınca, buradaki iddiamın boş olmadığı görülecektir.
SÖZÜN ÖZÜ: HİZMET HAREKETİ CEMAATİ, bu yaşananları ALLAH TARAFINDAN HAK ETMİŞTİR. ALLAH da ERDOĞAN ZALİMİ eliyle 15 Temmuz Darbesiyle TOKATLAMAKTADIR.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Turgut Özal Adnan Kahveci gibi vatan evlatlarının katilleri bulununca Masumlar kurtuluşa erecek İnşaallah…
Tüm geçmişlerimize ve Abdülkadir Geylani Hz. İçin 1 Fatiha 11 İhlas okuyarak Rabbimizden İstiyoruz… https://mfatihgezer.wordpress.com/2018/03/25/114/
Tam bir vicdan ehli insanin hizmet hareketi hakkindaki dusunceleri. Yanlisliklarida usturuplu bir sekilde dile getirirken, zalimin zulmunu devamli dile getirmis. Populist degil tam realist bir sekilde elestirilerini ve dusuncelerini aktarmis. Tesekkurler Sayin Bilici.
Havf ve reca arası dengede olduğu gibi, eleştiri ile hakkın teslimi arası bir denge var. Ve bu dengenin yakalanması eleştirinin bizcesine bizi daha çok yaklaştıracak. Ve bu “Eleştirinin bizcesi” sevindirici şekilde gitgide daha çok vurgulanmaya başlayan aksiyonla atbaşı giden bir süreç olmalı.
“Eleştirinin bizcesi” her hak sahibine hakkını tamam olarak vermek olmalı…
Teşekkürler Sayın Bilici…
Sorular calinmadi diyor ya… Baska da bir sey demiyorum. Bunu bilmeyen bir adamin kor ve sagir olmasi gerekir. Sagir sultan duydu, ama kendileri itiraf edemediler.
hizmetin hiç mi hatası yok sorusu absürt bir soru. çünkü 15 temmuz ve sonrası suçlamaları kapsar bu soru ve evet burda hiç hatası yok hepsi iftira ama genel tavır olarak hatasız demek zaten inancın temel prensibine aykırı. “akibetinden endişe etmeyenin akibetinden endişe edilir” genel prensibinde zaten en başarılı işten bile hatam ne olabilir acabe kendi nefsimi karıştırdımmı veya hergünkü duamız ne halt karıştırdımsa affet niyazı hatadan dur olunmayacağını gösterir. hatasız tek kitap Kuranı Kerim hatasız tek insan peygamberler ve hatasız bir topluluk varsa peygamberin ashabı gerisinin hatasız olma ihtimali fıtrata bile ters. bu eleştirilebilir mi tabiiki.. ama zalimin elinde inlerken ama sende haketmiştin demek gibi birşey. şu an tutuklanan öldürülen işkenceye tabi tutulanlar hangi hatasından dolayı buna müstahak onu sorguda sorduklarıyla ölçebilirsiniz. demokrasi mitingine katıldınmı f… terör örgütü olarak görüyormusun. gazete banka kitap dergi vs vs.. bumudur hakedilen hata
Dengeli bir elestiri olmus. Ne sis yansin ne kebab…sürecun en tepesinde ki ve canli yasayan biri olarak kuri ve yüzeysel.. bilinenlerin bir tekrari…
ve eeee sonuc ne… cözüm ne…
Ve sunu anliyorum ki bu abileriz iyi insanlar…
ama bu olaylari okuyamamalri cok normal…
Aci ama gercek bunu görebilecek donaninda olmamalari bu ve bunun gibi yazan abilerimizden anladim.
Insanimizi , toplumu, geneneksel islami anlayisi, ve hizmet adina bizim yozlastirmidigimiz degerleri, ve bazilarina yenilerinin eklenemesi gibi kisir dögüleri ciddi elesitrecek… ve bunlara cözümler ve öneriler sunmalarini beklerdim…
tekrar soruyorum kendime bu yolun kaderimi…
O zaman Kader riza gösterelim. Basimizo örse vurup kirmayalim…
yok eger bizim burdaki yanlislarimiz nedir.? bunu sormak ve konusmak yanlis mi? …
yolun kaderi deyip tevekkül edip beklemek… mi…
hayirlisi…
Nezamandan beri kaderi sorgular oldukki kardeslerim, herkesin dilinde bu.
biz bu hizmet insanlarini kusursuz, supermenmi sandikki cozum ve sonuc bekliyoruz. esas soru su olmali degilmiydi kendimize: bize gore cozum veya sonuc ne? eger cevabini veremiyorsak, ki vermek zorr. niye baskalarindan bekliyoruz?
iki kisi bir araya gelerek karar verip bir guzel isi yapmak hizmet iken, niye acaba reaksioner hareket ediyoruzki, illa birisi yol gosterecek. yol belli, yapilacak is belli, yasaklar belli. suc sahsidir.
ah guzel kardeslerim.
İslamı kültür olarak öğrenmiş, 40 yaşından sonra gurbette hasbel kader Hizmet’le tanışmış ve hazine bulmuşcasına değer veren biri olarak gözyaşları içerisinde okudum. Ve Hizmet’in de, müntesiplerinin de ne kadar değerli olduğuna olan inancım kuvvetlendi. Yaşanılan süreç daha hakkaniyetli, dürüst, düzgün anlatılabilir miydi bilemiyorum. Tek başına bu yazıyı, çıktısını alıp evlatlarıma ve torunlarıma ‘Sizin ananız, neneniz böylesi pozitif bir hareketin mensubu olarak yaşamaya ve böyle güzel insanlarla birlikte güzelliklere vesile olmaya çabalayan biriydi…’ diye not düşüp bırakmayı düşündüm.
Yaradan yardımcınız, yardımcımız olsun…
aynisini bende dusundum. oyle bir tarihe gececek cevap olmuski. nesillerimize, tum arkadaslarimiza okumalarini tavsiye etmemiz gereken bir yazi.
Sayın bilici Ahmet kuru hakkında konuşurken Aslan gibisiniz kürkrüyorsunuz bir sonraki Soru çalma mevzunda ise hemen Kedi gibi cevaplıyorsunuz Demirel gibi lafı dolandırıyorsunuz, aynı cesareti devam ettiremiyor musunuz niye oto sansür yapıyorsunuz kendinize, değişen üsluptan çok net ortaya çıkıyor bu.
Soru çalan hizmete ihanet etmiştir demişsiniz, bir gazeteci olarak bu mevzuyu keşke araştırsaydınız haber değeri yok mu hiç, Gülen hizmete ihanet mi etmiş bir araştırsanız keşke, Ahmet kuru Gülen’e hain dememişti siz demiş oldunuz bana göre.
Aihm standartlarında bir mahkeme gökten inmeyecek, çok zor değil 1 savcı 1 hakim lazım. Yurt dışındakiler yapsın bu görevi ya da bir gazeteciye diyin can atarlar emin olun savcı olmak için, bbc ,dw ,sputnikten istediğiniz soruyu sorun şeklinde bir röportaj yeterli olacaktır. Hakim kim olacak ? Hakimde herkesin kendi vicdanı olur röportajları okuyan olur cemaat olur bu kadar basit. Yani gökten mahkeme bekleme talebinizi anlamak zor SIRF Gülen bunu dedi diye düşünmeden atlıyorsunuz ya, 2 dk düşünün bu mevzu o kadar zor bir mevzu değil, Ayrıca Gülen çoğu şeyi söylemekten çekiniyor, bamtelinde ümitsizlik vermemek lazım diyor , eee bazı gerçekleri açıklayınca millet ümitsizliğe kapılacak o yüzden de açıklama yapmıyor hal böyle iken gerçekten yargılanmak istediğine inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum karşısında savcı varmış gibi ifadesini verirdi istese, hakim de millet olurdu bu kadar basit.
Darbeciler idam edilmeli demişsiniz, Şimdi Türkiye’de herkes darbe karşı ama ne kadar karşı olduklarını ya siz 1961’i savunmadınız mı sizin parti kurucusu katılmadı mı diye deştiğiniz de ulusalcı tayfa orası devrimdi der geçer, mhpliler ne der bilmiyorum. 1971, 1980, 28 şubat, e muhtura hepsini savunan vardır, Türkiye’de darbe karşı olan bir kesim düşünmüyorum şahsen darbeyi kim yaptığına göre karşı çıkıyorlar genellikle, ya da darbe-devrim ayrımı yapıyorlar. Benim burdan eleştirdiğim mevzu gerçekten karşı iseniz bu Türkiye’deki insanlar gibi 1 cümle ile geçiştirmeyin mevzuyu mesele 1789 ihtilali, Yezide karşı ayaklanan ehlibeyt vb örneklerle açıklasanız da mevzu hakkında lafta değil gerçekte karşı olduğunuzu gösterseniz. 17-25 aralık operasyonlarında polisin niyetini bilmem mümkün değil ama bu yaptıkları operasyon ki medya bunun 17 kısmını biliyor bide 25 kısmı var ki direk bilal erdoğan hedef alınan direk Erdoğanı düşürmeye yönelik bir operasyon darbeden farkı nedir ? Darbede indirirsiniz yerine siz geçersiniz, burada sadece indirme işlemi yapılıyor, hadi diyelim 17 yolsuzluk içindi polislerin niyeti oydu üsten bir plan yapılmadı, 25 çok net Erdoğan’ı indirme operasyonu bunu darbe olarak görmüyorsanız bizim darbenin tanımına ihtiyacımız var ? darbe sadece suça karışmamış iktidara mı yapılır mesela ?
Bide yaşar nuri arkasından kimse gitmedi demişsin de, sonra Galile örneğini vermişsin kendinde biraz çelişki olmuş. Niye gitmedi sorusuna cevap bulmak o kadar basit değil tabi, Aziz Nesin dediği bir laf var hatırlatırım. Bana göre niye gitmediler arkasından bunun en baş nedeni bence insanlar kendi içinde tutarlı aklında soru işareti olmayan net insanların arkasından gidiyor. Mesela kimse Ahmet Dönmez’in arkasından gitmez, kitleleri ikna edemez daha kendi kafasında bir çok soru işareti var. Ama aklı berrak olan Allah’ın davasına sahip çıkanın başına bunlar gelir bizimki de ondan ibaret diyip meseleyi kapatan birinin arkasından kitleler koşar, tarihte de bu böyle kitleler içlerinde ? barındırdığı için böyle net insanların arkasından gitmeye beyilli. Hristiyanlarda katoliklere karşı protestanlık doğmaya başladığında katolikliği savunanlar onu sorgulayıp protestanlığı savunanlar var bide her ikisini eleştirenler var , her ikisini eleştirenler alternatif bir mezhep sunamadığı için (hristiyanlık gibi bir dinden kendi içinde tam tutarlı alternatif bir mezhep çıkamadığı için savunamıyorlar çünkü neresinden tutsan dökülüyor) kimse onların arkasından gitmemiş mesela. Ama aslında en haklı olanlar onlar. Yaşar nuri de böyledir falan demiyorum kendisini tanımam. Bide bizde din mevzunda şu var bu adam daha namaz kılmıyor niye bunu dinleyim bu görüşü çürütmek için şunu diyeyim : Ya bizim şeyh kerameti istikameti zaten uçtuğunu görsem keramet olarak algılamam kuşlar da uçuyor ama bizim leyh az yer az uyur sürekli ibadet eder, namazda ağlar vs ama gider AKP’de oyu çakar.
Ozel kuvvetler komutanligi trol butcesini arttirmali. Kalitesiz adamlar akil karistirmada yetersizler. Perincek, Saldiray Berk ve diger arkadaslara duyurulur.
Trol olan sensin ama, çünkü yazdığım onca şeye cevap vermek yerine trol diye geçiştirerek hizmet insanını, aktroller gibi gösteriyorsun, çünkü onlar sıkışınca hatta sıkışmadan çoğu mevzuya cevap veremeyip mevzuyu yokuşa sürüp sen trolsun sen pakrudinisin sen perinçekcisin sen abdülhamidi savundun vs derler sende kendini hizmet insanı gibi gösterip ama aynı şeyleri diyerek, kafalardaki hizmet insanı imajını karalıyorsun.
Özel kuvvetlerinde trol bütçesi olmaz trollük akpnin doğrudan finansıyla oluyor, bazı gazetecilerde mite hizmet ettiği için gazetecilik sıfatıyla aynı şeyi yapıyorlar. Derin devlet ayrıca hiç bir zaman fikren cemaati bitirmemiştir, tam tersine asla fikren bitirmek istemez ki hiç bir anadolu çocuğu yapıdan ayrılmasın ki hepsini hapse atabilsin. 17-25’ten sonra ahaber komik haberleri erdoğanın direk kaşıt yapı deyip 1 hafta sonra sayıp sövüp hakaret etmesi, diyanetin dandik raporu vs .
Son olarak da dünyanın merkezinde görme kendini, perincek saldıray berk senle uğraşacak değil zaten cemaati bitirdiler onlar şuan kalan pastayı paylaşma derdindeler.
Yaşın kaç nerde yaşıyorsun eğitim düzeyin ne bilmiyorum ama ikidir trollüyon verecek cevabın yoksa sus, böyle cevaplar vererek kendini küçük duruma düşürüyorsun. Gülen bir sözü vardır kimi havadan nem kapar, kimi de sağanak yağışta ıslanmaz diye. Bu kadar sağanak yağış var iken hala kafan karışmıyor sorgulamıyorsan da bu kafanın kalınlığındandır kusura bakma. Olacak 2 ihtimal var ya kafan kalın ya hizmet ilgili çok üst bir konumdasın zaten her şeyi biliyorsun hiç bir aklında ? de yok, tüm olaylara vakıfsın , tüm olaylara vakıf bile olsan olaylarda yapılan şeyler verilen kararlar islama nasıl uygun ? o konuda da kafan şöyle karışmaz, dersinki FG uygun dediyse uygundur. Allah da sana der ki biz sana hiç akıl erdirmezmisiniz hiç düşünmez misiniz diye Kuran-ı Kerim de kaç kere dedik ey Ömer, sana verdiğim o beyni o zekayı niye kullanmadın. Eğer o beyni kullanıyorsan bizi aydınlatabilirsin herkes yorumlar da bir şey diyor sorular soruyor mesela beni aydınlat sorularım ile ilgili. Ama cevabın yok ise kardeşim susacaksın Allah her kulu eşit yaratmamış nasıl aile de sülale de büyüğün lafı geçer, toplumda da bırak kafası basanlar kendi aralarında mevzuyu halletsinler sende onlara tabi ol o zaman, öbür türlü 100 kere de uyarsalar kendi dikime giderim gidip akp oyumu veririm diyenler gibi olursun.
Hizmet hareketi hakkında yaptığınız dengeli tespit ve değerlendirmelerinizin hepsine katılıyorum.
Saygılarımla
Kardesim adam sana “Hareket’in lider kadrosunun süreci nasıl yönettiğini düşünüyorsunuz?” diye sormus.
Soylesideki tek mantikli soru.
Cevap?
Cevap nerde kardesim?
Bos, bombos bir kadro.
Uyanin arkadaslar, uyanin. Hizmetimizi bu vizyonsuz, kabiliyetsiz, ise yaramaz tiplerden kurtarin.
Yazik ettik kendimize yazik. Bunlari disardan adam zannettik.
Lider kadrosuymus, hangi kadrodan bahsediyorsun sen?
Ozcan, Barbaros, Myasa, Cevdet, Ali…
Kadroya bak kardesim.
Adil Oksuz, takipcisi Mdegerli. Insaf be kardesim insaf.
Herifleri 50 metreden gorsen bunlar capulcu dersin.
Iste, bir kisi bakarsa olmaz kardes, olmaz. Fotografa bakip adam tayin eden zavallilar sizi.
Sizde kabahat yok, size bu sonsuz krediyi acan biz ahmaklarda kabahat…
Sevgili okur,
Eleştirinizi yayınlıyoruz. Ama kişilere hakaret etmeyin lütfen. Sivil bir şekilde argüman geliştirebilme, düşüncelerinizi medenice ifade edebilme gibi temel konularda kendinizi biraz daha geliştiriniz.
Teşekkür ederiz.
Platform olarak guvenilir kalmak istiyorsaniz yayinlamaniz sizin lehinize.
Tesekkur ederim.
Bircok arkadasimin yayinlanmayan onlarca yorumunu biliyorum.
Kisiler semboldur, kisileri degil sifatlarini elestiriyorum. Vizyonsuz ve kabiliyetsiz demek isi ehline ve liyakat sahibine verin demektir.
Kaldi ki bu bahsettigim oligarsik kadro yapistigi yerden sokulmedikce ne kadar arguman gelistirirseniz gelistirin ise yaramayacaktir.
Yillar oncesinde cok samimi argumanlari “o anlamaz, zaten hizmeti bilmez” vs gibi cumlelerle yok ettik.
Medeni yaklasimlarimizi bu sansurcu ve “simdi konusma zamani degil diyen” bakis acisi oldurdu.
Bizimki artik bir haykırış, bir çığlık.
Bir hayat-memat feryadıdır.
hizmetin sorunu içerdeki bazı insanların kötülük yapması zekaları ya da vizyonsuzlukları değil, varsın zeki olmasınlar istihbarat örgütü mü bu zeki adam arıyorsun, alt tarafı bir dini cemaat olacaktı, dindar olsalar yeterdi.
Ben zeka filan aramiyorum. Dindarligi sen mi olcuyorsun.
Aradigimiz:
LIYAKAT
EHLIYET
Bu kadar.
cevaplar oyle guzel vermiski, sizin duymak istediginiz seyler olmayinca…
hizmet yonetim kadrodan ibaret degildir. belki onlar yuzde 0.5 dir. Allaha sozumuz olsun, 2 kisi kalsak, herkes yok olsa veya terk etse, hizmetimize devam.
hizmeti Allah icin yaptigimizi unuttugumuzda baslaris baskalarini suclamaya.
Siradan kisi, hizmet senin malin degil. Zaten 2 kisi kalirsin yakinda merak etme, ayni bu sistemde devam et.
Hizmet ilk basladigi yillardaki eski kodlarina geri donecek. Hizmeti kendi mali zanneden senin gibi tipler de emekli olacak.
Dikkatli okursan soylemek istedigimiz bu.
Merhaba,
A.Bilici’ nin Adil Öksüz yorumu çok zorlama ve kendini kandırmaca gözüküyor. Adil Öksüz kendi başına birşeye kalkışamaz, mümkün değil. Kalkışsa bile ona bu yetkiyi veren , hiçbir kontrol mekanizması koymayan aklın, zaten yarım milyonlara ulaşmış bir cemaati uçurumdan yuvarlamaması mümkün değildi.Ve yuvarladı da..
Adil Öksüz’ ün yanında Kemal Batmaz var mesela o neden hiç sorulmamış?
Adil Öksüz MİT elemanı ise hangi akıl onu tüm Askeriyeye imam tayin etti. Adil Öksüz’ ü KÖZ biliyordu, ben ismini MİT e verdim diyor ifadesinde. Bunu cemaatin üst kadrosunun bilmemesi , HE ‘nin bilmemesi mümkün değil.
Burda aklıma 2 şüphe geliyor:
1. KÖZ aslında HE bilgisi dahilinde mi cemaaten kopmuş görüntüsü verdi..MİT tarafından tersine akış mı sağladı..
2. Yada Adil Öksüz deşifre oldu ama o kadar güvenilirdi ki aslında “bilinçli deşifre olup hani herkesin gözü önünde olup herkesi işlettimi?” Ben 2. senaryoya inanıyorum. Adil Öksüz deşifre oldu. Ona MİT dediki içerden bilgileri aktar. O da gitti bunu HE ye bunu söyledi. Devlete çok kritik olmayan bilgiler Adil Öksüz tarafından aktarılarak MİTe güven sağlandı.Bu arada da mevcut kuvvetle ne yapılabilirize çalışıldı.Ben ilk günden beri Adil Öksüz’ ün MİT’ e angaje ama MİT’ i kandıran, bu nedenlede darbeyi kolayca yakalanmadan organize eden eleman olduğunu düşünüyorum.Adil Öksüz’ün HE için herkesten hemde herkesten daha güvenilir olduğuna dairde içimde derin şüpheler var. Onun cemaate ihanet etmediğini darbeyi organize ettiğini düşünüyorum. Ama sonuç planlanan gibi olmadı. Başarısız oluncada herşey mantıksız gözükmeye başladı. Başarısızlığı mantıkla izah edemezsin, mantıklı hareket olsa başarılı olurdu zaten.
AKP’ nin toplu ve vahşice yaptığı bu soykırımı da darbenin başarılı olma ihtimalini görmelerine ve kızgınlıklarına bağlıyorum. Öğlen darbeyi öğrenip ön almasak, nerdeyse herşeyimizi kaybedecektik o nedenle bunların soyunu kurutalım, çoluk çocuk ne varsa mevcut iletişim çağında öldüremesek bile sefil bırakalım mantığıyla hareket ettiklerini düşünüyorum. Resmen yaptıkları cephedeki düşman psikolojisi. Darbedeb kendini kaçıran pilotu, darbeye direnen polisi, darbe gecesi direnen sivilleri darbedeki durumunu hiç araştırmadan cemaaten diye ihraç eden mantık başka türlü izah edilemez..Darbe “Allahın lütfu” aşamasına gelmeden AKP’ nin üst tarafını fena halde korkuttu ve o korku yaptıkları zulme devamlı perde oluyor.Akıllarını başlarından alıyor.Kazansalardı cemaatin tabanı herşeye sahip olacaktı deyip izan dışı zulümlere 2 yıldır devam ediyorlar. Cemaat tabanının bişeyden haberleri olmasada bu herşeyimizin o tabana geçeceği gerçeğini değiştirmez mantığıyla , sadece cemaati Kuran Hizmeti görüp destek veren insanlara zulmediyorlar..Hem cemaat hem AKP islami davranmayıp buğünkü fitne ortamını doğurdu. İkisinede hakkımı helal etmiyorum. Eşimin çocuklarımın benim gözyaşlarımı, intihara sürüklenelerin ahlarını, sefil olanların acılarını hepsini ama hepsini buna sebeb olanlardan bu dünyada olmasada ahirette alacağız inşAllah. Birğün AKP gitse bile o darbeye karışanların tam tespitini yaptırmak , bu zülmün sebeb olanlarını bulmak için biz, cematin zulme uğrayan tabanı uğraşacağız.Bunun için gerekirse dernekler kurup örğütleneceğiz ki kendini demokrasi havarisi gösterip yol ayrımına gelince herkesi riske atanların yüzü yada yapıp yapmadıkları ortaya çıksın, çıksın ki ne olduğunu anlayabilelim..
HE uluslarası mahkemede yargılanmaya rağzıyız dedi ya diyeceklere bu devletler arenasında bişey ifade etmez. O laf saf tabanı konsolide etmek için söylenmiş , aslında kanunen ve modern dünyada bişey ifade etmeyen, karşılığı olamayacak, bir slogandan başka birşey değil. Hangi devlet bir sosyal grupla kendini eş tutar ve ululararası yargıya gider. Bu önerinin mantıksızlığın analitik düşünen herkes çözecektir. Yapılması gereken en elzem şey darbe olurken HE ne yapıyorduyu deliller ve şahitleri , kayıtlarıyla uluslararası kamuoyuna sunmak.Adil Öksüz,Kemal Batmaz gerçekten Pensilvanya’ ya gelmiş mi Amerikan hükümetinden de yardım talep ederek delilleri kayıtları ile ortaya koymak.Geldilerse kaydı varmı ne konuşuldu açık yüreklilikle açıklayıp “bize herkes gelir.Çokta tanımam” saçmalığını bitirmek..Bence cemaati temize çıkarmak için ne yapılabilire herkesin kafa yorması ve bunun içinde çalışması lazım.Temiz değilsede kirletenlerin ortaya dökülüp defolup gitmeleri lazım.Peygamber efendimiz yanında eşleri varken yanından geçenlerin içine şüphe düşer diye eşinin peçesini kaldırıp eşi olduğunu göstermedi mi? Neden bu kadar şey ortaya saçılmışken bizlerin içindeki şüpheyi gidermek için böyle bir çalışma yapılmıyor..Deliller toplanıp derlenip izah edilmiyor..
Ahmet,
bizim orda bir soz vardir, “odu kendine bas, otmese keseka ” derler. yani, atesi once kendine degir, eger yakmaz ise basklarina.
diyelimki, bir hizmet insani olarak ben bir halt ettim. karanlik insanlarla anlastim. ve varsayalimki ben aktif olarak hizmette gorev yapiyorum, ve sizin bahsettiginiz abilerle veya hocaefendiyle gorusuyorum. biryandanda bize zarar vermek isteyen insanlara yardim ediyorum.
nasil bileceksiniz benim icimdekini, asil niyetimi?
simdi, diyelimki, benim sebep olmamla, o kotu insanlar 10larca kisiyi oldurdu.
sonra anlasildiki ben hainmisim. simdi, suclu burda kim? benmi yoksa hizmetmi?
bu aradada, o kotu insanlar, hala diyorlarki, bu insanlarin olumune sebep olan benim, abilerimden veya hocaefendiden emir aldigimi soyluyorlar. siz buna inanirmisiniz?
yoksa, hadi ordanmi dersiniz?
veya, niye bu kisinin(benim) nasil kimin tayin ettigini birileri aciklamiyormu dersiniz?
Tam da bunu soyluyoruz iste. Senin hain olup olmadigina tek basina karar veren, kontrol mekanizmasi olmayan, problem cikinca da aldatildim diyen bir yapi.
Siz hayatinizda bir kere “aldandim” lafini duydunuz mu? Ya arkadaslar yanlis bilgi vermistir ya da haberimiz olmamistir.
Aldandim demeyen bir yonetim asla kendisini duzeltemez. Cunku her yaptigi dogrudur ve herseyin en iyisini bilir.
Bunlari gecin kardesim.
Hizmet sizin maliniz degil.
Cekilin.
Emekli olun.
Böyle güzel bir röportajın altına benim gibi ne olduğu, kim olduğu belli olmayan kişilerin yorum yazmasını en başta okura saygısızIık olarak görüyorum.(kendi adıma okurlardan özür diliyorum). Bilici’nin ismini verdiği kişiler başta olmak üzere yorum yazması gereken birçok kişi varken sizler susmanyı tercih etseydiniz,yada ikinci kez okuyup daha iyi anlamaya çalışsaydınİz , kendinize daha büyük bir iyilik etmiş olurdunuz. Kendinizi yazmak zorunda hissetmeyin. Dinlemek ve okumak iyidir. Bilici’nin geçmişine hayran oldum mesela. Böyle bir geçmişe rağmen bu tevazu. Bu bile benim için önemli bir dersti.
Sen neden kendini yazmak zorunda hissettiysen biz de ayni sebepten yaziyoruz.
Sadece goruslerimiz farkli.
Gercekten de tam olarak ne oldugun belli degil.
guzel insan, itidalli insan. okudugm en guzel yorum. tesekkurler Abdulhamit Bilici.
I have checked your website and i’ve found some duplicate content, that’s why you don’t rank
high in google’s search results, but there is a tool that can help you to create 100% unique articles, search for:
boorfe’s tips unlimited content
Güzel bir söyleşi olmuş, samimi özeleştiri içeren yerler açısından. Ancak bazı yerlerde Doğrularla, (Sn. Bilici belki karşı görüşlerle pek karşılaşmadığından) eğriler epey karışmış.
Özetle “Cemaat yargısı zamanında 59. sıradan şimdi 110. sıraya gerilemişiz” vb. demiş bundan bir övgü payı çıkarırcasına. Oysa aslolan hangi kutsallık adına olursa olsun -hele hukuk gibi kokmaması gereken bir alanda- bir yolun açılmamasıdır. Çünkü hiçbir başka seçenek olmaksızın sonrası gelir.
O diğerler mesleklerdeki şakirtler kutsal amaçlar uğruna her türlü dalaveranın sessizce ve derinden gidilerek yapılacağına dair şartlanmış bir bilince sahip olabilir ve gerçeği bu kesinlikte bilmeyebilirler ama HUKUK OKUMUŞ Hak kavramının yüceliğile tanışması gereken, yargıya gelen bir kişinin bunu standartlarıyla bilmesi gerekir. Çünkü bunun eğitimini almıştır.
Ama sen yargı gibi bir alanda dahi bunu yaparsan (ki ŞIK tutuklandığında, diğeri kitabı bombadan tehlikeli ilan eder, diğeri o pis sırıtışıyla “yok canım, yargıda öyle birşey olabilir mi” dediği günlerde Savcı ÖZ’ün perspektifine daha o gün bunu açıktan yazmıştık, bu olmaz, bunu başka ülkelere kaçmadan bizzat twitırda kendisine de link vererek belirtmiştim.)
Çünkü tuzun kokması diğer herşeyi çürütür ve bu ancak kutsal amaç DAVAsı peşinde vicdansızlığa düşen azgelişmişlerde olur ve en kötü çürümedir ki iflah olmaz. Yaşanmakta olan maalesef o zaman başlayan sürecin devamıdır ve anlaşılan bedelini de bu işi gözlerimiz önünde başaranlardan çok gariban sempatizanların, o yapıyla hiç ilgisi olmayan her devrin mağduru ALTAN kardeşlerin vb. çektiği anlaşılıyor.
Yani yargı sıralamasında 59’dan 110’a geldik savunması faciadır, çünkü o standartlar gereği bu iş öyle başlar zaten.
Ayrıca hukukun dediğini, yasa gereği hukukçu bile doğru kabul etmek durumunda olduğundan bu aynı zamanda gerçeğin çürümesidir. Diğer yandan bütün iyiniyetiyle onyıllar sonra nihayet GLADİO vb. tüm tortularımızdan kurtulup AB standartlarında demokrasi olacağız diyerek sana bel bağlamış bir hukukçuyu tuhaf İslamomilliyetçilikle aldatan bir yargı batak içinde batağın bağlangıcıdır.
Ama şimdikilerin de devam ettirdiği gibi çok kutsal amaçlarınız vardı, siz dünyayı fethedecektiniz, onlar da şimdilerde başına halife dikeceklerdi, her taraf tek renk İslam olacaktı- öyle ya. Bu açıdan yapılanların faturası elbette reel İslam’a kesilecek, çünkü kişilerde farklılık olsa da esasta zihniyette farklılık yok ki. Birisi başlatmış, öğretmiş teori ve uygulamasını yapmış, öbürü de bunun daha dibi neresidir diye kişisel travmaya uğramasıyla aşağı doğru devam ettirmiş, bu arada işin içine, sıradn gariban sempatizanından tut, bebek ve yaşlıları kattıktan başka bu tür düşüncelerle hiç ilgisi olmayan “barış akademisyeninden tut, sıradan görüş açıklayan herkesi de katmışsa.
Bu arada o fatura reel İslam’a elbet kesilecektir, ama yukarda bir iki cümlede değinildiğinden söylemek zorundayız, elbette Anadolu Tasavvufi yorumuna değil. Çünkü hakikat kapısındaki tasavvuf bu tür dünyevi işlerle zaten ilgili değildir, şekli İslam ile de bir ilgisi yoktur ki dünyayı ele geçirecek kutsal bir DAVAsı, yıllarca sessiz ve derinden gidecek egosu, kendinden büyük ihtirasları olsun. Ve bu hedefi doğrultusunda da siyasal İslamcıların şu veya bu grubuyla bir olsun. Onun gözünde bütün evren zaten tektir, kimin elinden alıp kime verecektir ki? Bunlar batın ehli için dinlerin tasavvufi özünden habersiz kiatapların sözünde şekilde, zahirde kalmışların işleridir. Elbet bu açıdan fatura sadece onları bağlamayacaktır.
Ayrıca özeleştiride de söylendiği gibi siyasal İslama bir Kabataş yalanı, ŞIK olayı, vs. bu kadar taraf olduktan sonra bazı yolsuzlukların açığa çıkarılmasının dersane vb. tartışmaların sonrasına denk düşmesi bunun “kamu yararına” Hakk’ın rızası gözetilerek yapılmadığı, tersine kişisel ve grupsal çıkarların çelişmesiyle doğan husumet duygularıyla olduğunu da göstermektedir ki bu da neticesinde kamu yararı olsa bile sağlıklı bir sonuç değildir. Sn. Bilici’nin buraya dayanması da yersizdir.
Gene Suriye olayında egemen bir ülkeyi adeta kardeş kavgası için fitnelerken ortak olanlardan (ki Türköne başta, konu üzerine pek çok yazan ve konuşan cemaatten kişilerin benzer tavrı, hele İran için demokratik zihniyetlerde asla rastlanmayacak açık bir nefret, kin ve IŞİD benzeri düşmanlık güdüldüğü, – o kadar ki birinde Kur’an’dan ayetlerle nedenini sormuştum, anlayamadılar bile- keza Kürtler aleyhine çeşitli dizilerle bugün iyice kapkara kesilen illüzyona tutulmuş cahil kesimleri bileyen Samanyolu dizileri vs. görülmüştür) sonradan Suriye’ye benzin taşıyanları açık etmesi orada hiç yoktan ölen 500 bin masumun hayatını geri getirmeyeceği gibi aynı şekilde çıkar çelişmesi saikiyle açıklanmaktadır. Ve maalesef bunlar samimi bir özeleştiriyle hala şu durumda dahi açıklığa kavuşmamıştır.
Günümüz İslam dünyasını aklamaya çalışırken Latin Amerika örneği de yersizdir. Hiçbir Latin Amerika ülkesi mezhepçi cephelere bölünüp birbirini katletmemiştir, çünkü Rönesanslarını 300 yıl bitirmişlerdir. Sizin henüz başaramadığınız, sağa sola, birbirinize suçu yıkarak kurtulmaya çalıştığınız o çağlarını çoktan yaşamış ve aşmışlardır. Bizler kimse haberdar değildken bile onlar şimdi İslam dünyasının şu halinden kurtulması için Papa önderliğinde arada dua da ediyorlar. Ekonomik geri kalma başka bir konu nedeni ulusal tembellik ve kültür benzerliği kaynaklı olabilir ancak orada dahi İslam toplumlarından çok ilerideler.
Hikmet Çetinkaya örneğiyle birbirini dışlayan peşin sol dangalaklığa dikkat çekilmiş ise de bu dahi oransız ve yersizdir. Çünkü Saudi prensin de itiraf ettiği gibi sosyalizm döneminde solun başlıca meselesi sanki dinmiş gibi topluma bir Gladio psikolojik harp başarısı olarak (“komünizm=din düşmanlığı) fikri aşılanmış, ülkede 6. Filo, Kanlı Pazarlar yaşanmış, Solla Mücadele Dernekleri bu işte başlıca görev almışlardır. Yani şimdi hamile anneler, bebekler, yaşlılar karşısında o insanlara “kırgın” olmaya hakkınız yok, çünkü sizden bir öncekiler gene aynı kutsal davaları uğruna o kültürü besledi, büyüttü, yarattılar. Nazım kaçarak canını kurtardı ama Sabahattin Ali gene Meriç kenarında “kanına dokunduğunu” söyleyen benzer bir kansız tarafından katledildi. Keza Hırant Dink gibi halkların kardeşliğine ömrünü adamış bir insan da aynı yolda gitti…
O zaman Gladio’ya asker yazılıp illüzyona alıştırılan kara cehalet bugün aynı nobranlıkla şimdi de bunu vaktiyle başkaları üzerinde hiç insafsız uygulayıp üretenlere çullanmıştır, çünkü linç kavramından başka bir kültür bilmemekte, çok rahatlıkla isteyen güç sahibinin emrinde, bir anda hiç sorgusuz istenen kalıba sokulup, istenen hedeflere yönlendirilebilmektedir. Dolayısıyla solun da bir noktadan sonra aynı peşin dangalaklığı paylaşması Gladio’nun ortak bir başarısı olmalıdır.
Yani korkak aydını eleştiriken dahi ondaki pay unutulmamalıdır. Çünkü azgelişmişlerde sinerji yukarıya değil, aşağıya doğru işler, taa ki dibde debeleninceye kadar, ondan sonra da farkına varıp doğrulurlar mı zaman gösterecek…
Yani Sn. Bilici bazı açılardan hiçbir hata görememiş ama diğer yandan dediği “Hatalarla yüzleşip dersler çıkarmak için” önce meseleyi grupsal-kişisel algılamadan, Ortadoğu ve reel din bağlamından koparmadan ve yukarıdaki geçmişi de içine alacak geniş tarihi bir perspektif gerekiyor ki bu garibanların çilesini çekip yaşadığı azgelişmiş tipi çift uçlu sarkaç hareketleri, dine değilse de hiç değilse zahirilerin anlayamadığı dinin gayesi olan insanlığa bir fayda sunsun.
Bu arada siyasal dincilerin bu benzetmeleri ortak temel cahiliyeci mezhepçiliği gıdıklasa da hakikatlerle örtüşmüyor. Türkiye’nin Esad’ı falan örnek aldığı yok, o otoriter bir rejimi demokrasiye kendiliğinden geçirmek için çareler arıyor, bu uğurda Bahar öncesinde “kardeş” iken bizden demokratik yasalar alarak fiiliyata da geçirmeye başlamıştı. Bu şekilde ülkesi fitnelenmese , dünyanın dört bir yanından toplama insanlıktan nasiplenmemiş çetelerle, bu çağda orada kurtardığı bölgelere kafa kesmeci, köle pazarları kuranlar karşısında meşru müdafaaya düşürülmeseydi demokrasi yolunda epey yol almış olacaklardı.
Yani birisi –Esad- AB yolundaki eski TR örnek alarak, demokrasi yoluna samimiyetle girerken fitneye tutulup feleği şaşan, diğeri bir anda AB’ye o İstanbul İl Başkanının da dediği gibi takkiye gereği “reklam arası” dediği 90 yılda oluşmuş yarım müktesebatına da sırt çevirip, Ortaçağ öncesi Halifelik dönemine özlem duyan bir yönelim. (Daha doğrusu son yapılanlarla nereye gideceği de belirsiz bir tuhaf durum, bu arada bedel ödeyen koca bir ülke) Doğaldır ki tamamen ters koşul ve yönlerden gelip farklı hedefler içeren zihniyetlerdir ve bu ikisini ancak sığ bakanların karıştırabileceği bir düz bakış olur. Ki bu şu sıralar moda olsa da böyledir.
15 Temmuz’un mizansenliğine gelince bu yargı ve yukarıdaki örneklerden de görüleceği gibi açıkça bir darbe teşebbüsüydü, bunu artık gizlemek anlamsız, zaten ilk başlarda “onlar bizi askeri şurada tavsiye edeceklerdi, biz erken davranmak istedik”vs beyanlar, Telekom’da yakalandıktan sonra oturup besmele ile suyu içen komutan’ın öldürdüğü insana yönelik” O şehit oldu, biz ölsek biz de şehittik” vb beyanlarıyla artık her şey defalarca örnekle ortada, inkar anlamsız ve yüzleşmeyi önler. Ama cemaatin –kısmen doğruluk payı olsa da- on yıl boyunca “Kemalist zındıka komitesi darbe yapacak, camiyi uçuracak, iktidarı elimizden alacaklar.” Vs. komplo teorileriyle son yıllarda çok yönlü şartlanan halk bu darbeyi adeta bekler hale gelmişti. Ki nihayetinde herkes gene kendi yanlış şartlamasının kurbanı oldu, yani “her ne yaparsan kendine yaparsın” Derviş sözü bir kez daha doğrulanmış oldu. Orada da olan gene garibana oldu. Yani 15 Temmuzun anahatlarıyla “anlatılacak, anlaşılacak” yanı falan kalmadı. Yani üsttekilerin ne ölçüde bildilerinden bağımsız olarak, -çünkü çoğu ülkeyi terk etmiş- o ahmak dedikleriniz ellerindeki güçle bir deneme yaptı ve kaybettiler.
Hasılı kalan garibanlar hakkındaki duygulara katılma, ve Ortadoğu’nun şu bin yıldır değişmeyen makus talihinde onların payına düşen gene tevekkül ve bu hikayeler dışında maalesef garp cephesinde çok şey değişmemiş görünüyor ki yazık…
Acele yazdığımızdan dolayı imladan veya ister istemez duygusallığa düşerek kimseleri kırmış olsak da affola, ama gerçeği de tarflardan olmayan birilerinin anlatması gerekiyordu…
Allah, Eyvallah…
öyle görünüyor ki insanlar aynı şeyleri binlerce defa duyunca doğru kabul ediyorlar. insan beyni farklı çalışıyor, ve algı operasyonlarına karşı savunmasız. öyle ki yıllardır bu yapının içinde olduğunu iddia eden biri bile ama en baştan beri soru çalıyor olabiliriz diyebiliyor sonra sıkışınca o zaman 2002den beri olabilir diyor, sonra aynı şeyleri tekrar edip duruyor. bir şey mi görmüş duymuş. hayır iktidar öyle söylüyor vardır bir hikmeti. o kadar ki adam çıkıp erdoğanın oğlunu alacaklardı bunun adı darbedir diyor. arkadaş iyi ama adamlar hırsızlık yapıyor, iktidarda olanlara hırsızlık helal midir? helalmiş çünkü iktidar müftüleri öyle fetva veriyor. şunu demiyor mesela, deliller çarpıtıldı falan yok, çünkü oğlunu aracı yapıp rüşvet aldığının belgeleri gün gibi ortada. üstelik bu italyan ve amerikan mahkemelerince de onaylanmış. peki yargının görevini yapması niye darbe oluyor? ama efendim onlar cemaatçi. e başkası yapsaymış bunu o zaman. tutan mı vardı. koca ülkede bir savcı bir polis çıkmıyor bunların göstere göstere çaldıklarını yüzlerine vuracak. utanacaklarına sonra niye siz yaptınız, biz yaptık alemin delisi miyiz falanlar… çok ciddi bir beyin yıkama var ve bu cemaat bünyesine kadar sinmişken türkiyede alakasız insanlara sitem etmenin bir manası kalmıyor. yoksa adam kalkmış açık açık hiç lafı dolandırmadan 15 temmuzun anlatılacak aydınlatılacak bir tarafı artık kalmadı diyor, buna da yerde oturarak besmele ile su içen askeri delil gösteriyor, bu mantığa göre bu tiyatroya bir alevi katılmışsa alevi darbesi, kürt katılmışsa kürtçü darbesi, chpli katılmışsa chp darbesi diyebiliriz, bu şapşallaşmışlığı, bu akıl tutulmasını görüp de kahrolmamak mümkün mü…
sayın biliciye üç sorum olacak.
birincisi camide içki içtiler haberinden ötürü özür diliyor, tongaya düştük falan diyor. onlarca haber içinden zaman gazetesinin gezi sürecindeki tek hatası gerçekten o haber mi? gazetenin arşivi de yok nasılsa, ne desek gider diye mi düşünüyor? gezinin anlamsızlığının teorisini mahçupyan, tehlikesinin teorisini gülerce yaptı. hiçbir havuz gazetesinin hiçbir yazarı belki yiğit bulut hariç bu ikisinin yaptığını yapamadı. diyeceksiniz ki onlar zaten gazeteden ayrıldılar, iyi de o zaman ayrılmış değillerdi. yazarlara müdahale etmiyoruz da demeyin, keneşe balcıya yazdırmamayı biliyordunuz, hiç yoksa istediğiniz de hemen biz o fikirde değiliz yazıları yazabiliyordunuz. geziye cemaatçi gençlerin katılması engellendi, bundan daha doğal bir şey de olamaz, peki erdoğanın toplumu kutuplaştırıp bölmek için başlattığı karşı mitinglere katılım niye yasaklanmadı? cemaatten bazı gençlerin orada işleri neydi, biz kimseye karışamayız falan demeyin lütfen. kaldı ki turan alkan gibi şeytanın şeytanlığının farkında biri dahi propagandaya aldanıp o mitingleri destekleyen bir yazı yazmıştı. hocaefendi masumların gözlerini çıkarıyorlar, yazıktır derken bile zaman gazetesi niye inatla geziyi din karşıtı bir kalkışma olarak göstermeye çalışıyor, erdoğanın sapıkça açıklamalarını tevile uğraşıyordu?
ikincisi 2003-2013 arası zaman gazetesi 2011 sonrası hürriyet gazetesinin biraz daha medeni ve muhafazakar versiyonundan farksızdı. cemaatin ana medyası olmak iddiasındaki gazete ve televizyon kimi zaman cemaatin liderini bile sansürlemeyi göze alarak iktidar payandalığı yapmıştır. bunun aksini bu gazeteyi okumuş hiçkimse iddia edemez. koruya taşgetirene iş vermekle tarafsız mı olunuyor. e tamam da havuzun içinde böyle transferler hep oluyor adamı sabahtan kovuyorlar yenişafağa giriyor oradan kovuyorlar karara giriyor. özünde gene yandaş, yeterince yandaş olamadığından maaşı rütbesi düşüyor. cemaat medyası vaktiyle bu görevi üstlenmişse bu çok muazzam bir şey mi gerçekten? peki hocaefendinin muhalefetine rağmen yıllarca bıkmadan usanmadan akp propagandası yapılması dumanlının komik günah çıkartmasında dediği gibi gerçekten bunlar ab yolunda iyi işler yapıyor diye miydi? e o zaman mülakatın başında bilinç altınızın açık ettiği gibi çalıyor ama çalışıyorculardan hiçbir farkınız yok. nitekim çaldıklarını, ahlaksız olduklarını biliyordunuz ama siyaseten yakın ve ehveni şer oldukları için ölesiye destek veriyordunuz. öyle mi?
üçüncüsü hem siyaset dışı bir toplumsal hareketiz diyorsunuz hem de merkez sağ partileri desteklemekle övünüyorsunuz. demireli destek için oturup kitap yazan (sonra da bin pişman olan) sungur abilerin hatalarını örnek gösterip biz demokrat parti adalet partisi anap çizgisindeyiz diyorsunuz. bu toplumsal bir hareket için övünülecek bir şey midir? ldpli chpli x partili bir cemaat mensubu, var olmaması gereken bir anormalite midir? bunlar milli görüş gömleğini çıkardılar ona kandık diyorsunuz. siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? ne yani şimdi o gömleği giydikleri için mi bozuştuk, o zaman niye 2013 sonrası hep sp haberleri yapıyor, yöneticilerini konuşturuyordunuz. milli görüş sorunlu ve zararlı bir fikir akımı ise resmi temsilcilerinden niye hala medet umuyoruz, karamollaoğlu şöyle dedi falan diye paylaşıyoruz? mafyada bir kural vardır, rakip mafyadan sizin tarafa geçenler kural gereği infaz edilir, bu kendi arkadaşlarını satacak kadar vefasızsa ise ileride bize neler yapar diye. peki kendi içinden çıktıklarına söven, hocası erbakana miting meydanında açık açık hırsız diyen, dündarın programında bu adam bayağı para çalmış haberimiz olmamış diyen birinin yarın size neler edeceğinin hesabını hiç yapmadınız mı? abye gireceğiz demiş, yahu bütün mesele abye girip çıkmak mı ahlaksız bir adam abye gireceğiz dese evliya diyip arkasına mı takılmamız gerekiyor, bu işler bu kadar ucuz mu… niye meselenin ahlak ve adalete saygı meselesi olduğunu hangi siyasi görüşten isterse kuzey kore ile ittifak kurmak istesin hangi partiden olursa olsun kıstasın ahlaklı olmak olması gerektiğini anlayamıyorsunuz? sırf milli görüşe küfretsin diye şevki yılmaz gibi birine bile gazetede yazdırdınız, siyaset uğruna bütün ilkeleri ayaklar altına aldınız, ve hala bunu iyi bir şeymiş gibi pazarlıyorsunuz. faşist birine doğrudan faşist diyemiyorsunuz, biz bir faşisti destekledik milletimizden özür diliyoruz diyemiyorsunuz, yok milli görüş gömleği giydi, yok islamcı oldu falan… dışarıdan nasıl çelişik durduğunuzu bir anlayabilseniz.
sayın bilici en zor zamanda vaktiyle uzatmalı akp yalakalığı ile bütün itibarını yitirmiş sonra da menfaat derdine tersinden bir taraflılık imajı çizmiş gerçek bir enkaz devraldı, işler biraz yoluna girdiğinde de faşist müdahale ile yolundan oldu. yapabileceği fazla bir şey de yoktu. hiç kimse onu o dönemde yaptıklarıyla eleştiremez. fakat cemaat medyasının cemaatsizleşmişliğine keşke biraz daha eleştirel bakabilse. herhalde ahmet dönmezin muhabirken gördükleri kadarını o da görmüştür. yoksa görmemiş midir?
soru çalma mevzunda bana diyorsan 2010 dan sonra çalma çok net, iktidar ile falan alakası yok bizzat duydum hem de o kadar çok insandan duydum ki direk alanlardı bunlar, verenden de duydum. Alanların sayısı çok fazla polis asker olamamışlarsa sözlüde elenmişlerse bu insanları lisede üniversite görüyorsun anlatıyorlar. Bu kısım böyle onun dışında 2008 istanbul fem de bir haber çıkmıştı, bak bu haber ben zaten bizzat duymuş biriyim bana güvenmiyorsan diye haberden referans veriyorum, 2002 mevzuna gelince de bunu da duydum ama bu duyma alan-veren kişi değil, mevzu 2002 gibi Ahmet necdet sezer’e gitmiş o işe el atmış diye duydum bunu geç hadi , 2002 tarihinin şöyle bir özelliği daha var darbe komisyonunda doktor kemal vardı eski imamlardan o beyan ediyor, o da galiba cemaat bozuldu sorular çalınıyor falan diye 2002 de itiraz ediyor Gülen’e sonra diyorki Gülen bir şey yapmadı falan filan bende ayrıldım, 1986’yı da yaşar paşa diyor işte. Her itirafçı beyanına da bakmadım askerlerden de itiraf eden vardı galiba GK emir subayı mı ne ?. elbette haberlere itirafçılara ve duyumlara güvenme, itirafçı işkence altına vermemiş ise güven ama, onu da avukatı yakınları bilir en iyi beyanı nasıl verdiğini, gel gelelim 2010 sonrasına çok net diyorum 2010 dan sonra bu iş yapılmış, beni ilgilendiren bizzat yaşayanlardan duyduğum ile net tarihi verdim sana, sadece 2010 kpss de kast etmiyorum. Sen galiba 2010 dan sonrasını kabul ediyorsun ama öncesini niye kabul etmiyorsun, bana göre 2010 sonra fetva veren Gülen ise 2010’dan önce de bu olmuştur. Soru çalınmadı soru verildi görüşündeysen o da olabilir, veren kim o zaman cemaatekiler mi akpli ler mi ? alanın kim olduğu belli cemaat almış bunları.
The Circle, thanks a lot for the article post.Much thanks again. Fantastic.
Dear reader,
We thank you very much for your support.
Regards.
Sn. Mehmet İ ilk başta anlaşılan kısmen bize yanıt vermiş, detaya çok girmeden yanlış anlamayı düzeltelim.
O yolsuzluk olaylarına şahsen asla darbe falan demedik, bizim için kamu aleyhine bir durumun ortaya çıkarılmasından daha doğal bir durum yoktur, ancak sizde “ameller niyetlere göredir.” denir. Hukukta da buna bilme ve isteyerek yapma anlamında kast denir.
Sizin de henüz dersaneler olayı yokken Gezi için isabetle belirttiğiniz gibi, o zaman egemen cemaat polis-yargısının en basit bir tepkiyi nasıl şiddetle bastırdığıydı, temeli ortak tarihe dayalı İslamo Milliyetçi Gladio alışkanlıklarının bir devamı olarak bu insafsızlıklar yaşandı. İşte söylediğimiz aynı kişilerin dersane olayı sonrası ellerinde tuttukları bu güçleri, toplum yararını esas alarak değil gene ve sadece bu amaçla kullanmalarıdır.
Diğer yandan gerçekten yargılamalar başlamış olsaydı dahi örneğin ŞIK’tan, Hanefi AVCI’dan, hiç ilgisi olmadığı ve emir komuta altında olduğu halde Ali Tatar gibi çoğunluğu denizci vb. subay vb dahil edilerek esirgenen adaletin Erdoğan ve ailesine vb. gösterilebileceği düşünülebilir miydi? Evet, adalet sadece kamu yararına kullanılır ve gözleri bağlı olursa adalettir. Yani biz nasıl ki şimdi düşenlerin yanında isek, elbette o zaman da hiç tartışmasız egemen güç karşısında onların yanında olacaktık. Aksi halde -siz ve onlardan-diğerlerinden ne farkımız kalır?
Yani birbirini meşrulaştıran bu kısır azgelişmiş döngüden çıkmak için grup ve kişilerde kalmışların aksine biz ilkelere-standartlara bakarız, çünkü biz baktığımızda nihayetinde sadece İNSAN’ı görürüz. Ve nasıl ki şimdi düşenlerin olduğu gibi onların da adil yargılanma hakkı vardır, ama bu 17-25 başarılsaydı bu yargılamayı kim yapacaktı, ve önceki tecrübeyle sabit ve ancak şimdi ikrar edilen kamusal amaç dışındaki bir kastta bu nasıl başarılacaktı? Her halukarda bir yanlışlığın deşifresi MİT tırları olayında da olduğu gibi toplum lehinedir, adilce yargılanıp aksi sabit olmadıkça da darbe falan hikayedir. Söylediğimiz sadece bu anlamdaydı.
Ayrıca bu kadar gereksizlik ve talihsizlikler yaşanmasına rağmen biz kimseyi de faşist vs. diye damgalamadık. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi gerek olayların zorlaması gerek bizce tamamen cehalet ve travmadan kaynaklı olarak henüz nereye gideceği belli olmayan tuhaf savrulmalar dönemindeyiz, bu tür durumlarda ya AB demokrasiye tekrar döneceğiz, yada tüm yapılanlar ve olumlu şeyleri de yıkarak pis bir Ortadoğu ülkesine dönüşeceğiz. 1. sinin geleceği var, ancak ikincisinin tarihten deneyimlendiği üzere geçici bir çukur olmaktan başka bir geleceği yok. Yapacakları bu seçim sonucunu da yaşarsak göreceğiz?
Darbe denemesine gelince sözün tamamını söylememiştik, ama ben karşı görüş ve demokrat kişiliğimizin bir sonucu olarak havuz medyasından daha çok cemaatin yayın organlarını izlerdim, orada o yayınlar engellenmeye yakın şimdi firarda olan Prof. birinin “Biz istersek askeriye dahil şu anda dahi şöyle alır, böyle böyle yaparız” vb. sözlerine şahit olur, “bu acaba ne demek istiyor” diye şaşırırdım.Çünkü ben de o zaman cemaat ve havuz medyasının, yargı vs. algının etkisiyle Ordu’da, 28 Şubat devamı olarak 367, Dindar Cumhurbaşkanı istemezzük diyerek 27 Nisan dahil, her fırsatta açıktan “Ahkam kesen” egemenlerin kuru gürültücü Kemalist geçinenlerde olduğunu sanırdım, laikliği saç-sakal şekli, pantolon ütüsü, namaz kılmama, içki içme zanneden esasen bu tavırlarıyla insanları adeta devleti ele geçirmeye zorlayan “Laikçi” onlar bu şekillerle uğraşırken sessiz ve derinden gidilerek altlarının bu kadar boşaltıldığını, bu kadar kof olduklarını tam bilemiyorduk. Ama sonradan ortaya çıktığına göre meğer %85 komuta kademesini kaybetmişler. Emniyet ve mülkiye, vs. geçeyim. Kaldı ki o yukarıda söz ettiğim darbecinin eşine ilk anlarda verdiği elyazılı notuydu, diğeri de olay anındaki beyanlardı, olayın sıcaklığında yalan söylenmez. Kaldı ki sonraki ifadeleri de ortada onlarda aksine beyanları da pek yok. Sadece herkes inkar ediyor, sanki böyle bir şey hiç olmamış gibi. Elbette içlerinde hiç ilgisi olmayanlar, askeri öğrenci, er gibi suçsuzlar da mutlaka vardır. Zaten adalet de bunu ayırdetmek için vardır. Bu son umutsuz deneme için ama yok bu bir mizansendir demek artık ultra komplo teorisidir. Alıcısı da olabilir ama şahsen farklı kanaatteyim. Çünkü onların içinde yargılanan mesela Manisa Komutanı var ki kendine Kemalist diyenler, diğerlerini değil ama onu örneğin kurtarmaya çalışıyorlar, bu onlardan olamaz diye. Gene de dileğimiz elbette herkes için adil bir yargılanma ve suçsuzların özellikle ayıklanması, diğer yandan sağlam bir rehabilitasyon sürecine girilmesidir. Çünkü hangi kutsallık olursa olsun bu kanaatimizce adaletin, insanlığın, vicdanın önüne geçmeye başlıyor ise orada artık geri kalan her şey çürüyor demektir. Ki maalesef geniş anlamda tüm Ortadoğu’da yaşanmakata olan da budur. Herkes uyduruk önyargılarını bir tarafa bırakıp gerçekle ne kadar erken yüzleşmeye başlar ise bu en dipten dönmeye bir anlam verecektir. Akis halde genelde coğrafya, özelde ülkemizde yaşanan bu acı tecrübeler boşa gitmiş olacaktır diye naçizane düşünüyoruz.
o zaman bunu da tayyarın üstün tahlil yeteneği ile açıklıyorsunuz.
https://www.youtube.com/watch?v=hoC9NC6wzXI
latife bir tarafa ne dediğiniz cidden anlaşılmıyor.
İslami milliyetçi gladyo demişsin bide galiba kemalistler darbe yapacaklardı diye onlara iftira atıldı ama iftirayı atan cemaat darbe yaptı işte demişsin doğru anladıysam. E-muhturada net darbeyi yaptılar bunda tereddüt yok, onun dışında ergenekon-balyoz soruşturmaları çok kapsamlı her dosya ve failde tek tek bakılması gereken şeyler, ama genel olarak baktığında bu insanlar cemaate bulaşan insanlar ve tasfiye edilmişler. Yani işin içinden çıkılması zor cidden adam bunlar paralel devlet ilticacı şeriat darbesi yapacaklar diye 2007’de falan soruşturma açıp cemaate yöneliyor bu kişilerin hepsi eregnekondan tutuklanmış içeri atılmış mesela ahmet zeki üçok, albay temizöz, ilhan cihaner (cihaner ben iltica kavramı üzerinden değil de soru çalma gibi somut şeylerden gittim diye kendini savunuyor) ama iltica üzerinden gidenlerin hepsi zaten görevi kötüye kullanma suçu işlemiş o zaman bunlar asker olduğu için ya da savcı hsyk üzerinden yada asker üzerinden görevi kötüye kullanma diyemediğin için sivil mahkemede darbeden yargılamış, yani bu insanların bazıları temiz değil, ülkede başörtüsü yasaklayan ellerinde fırsat olsa yasaklayacak olan ulusalcı kesim, bunları diyorum çünkü adamlar gladyo var ergenekon var bunlar natocu miliyetçi örgüt fetöcülerin ağababası işte falan diyorlar. bunu diyenler biz avrasyacıyız natocu ordu da derin devlet biz mi olacağız canım diyorlar vs. bunların iki söylemini dinlesen vatan partisi genel yardımcılarının mesela, 28 şubatı yapanlara hain derler amerikancı derler ama perinçek çıkar 28 şubat devrimdir , 28 şubata saldırı cumhuriyete saldırıdır der, yani kendi içlerindeki söylerimleri bile piskolojik harp ulusal kanalda adam çıkar 28 şubatta generaller 50 milyar vurgun yaptı der vs, tamamen kafa karışıyorlar, onların o laflarına bakıp gladyo= milliyetçi islamcı sağ kanat demek doğru değil, ülkede neyin ne olduğu öyle net değil , gladyo denilen ergenekonun da öyle tek bir kolu yok. Çok farklı denklemler var ama millet aptal yerine koymaya çalışıyorlar Komunizm ile mücadele derneklerinin erzurum bakanı GÜlen’di işte kendisi natocudur diye gladyodur diye vs. bunu Mhp de diyor da komunizm ile mücadele türkiye de başlatan zaten alparslan türkeş , vatan p tüm genel başkanları ülkücüyüm diye geçiniyor nasıl iş bunlar, ergenekon balyoz olaylarına girmicem sadece bulandırma çok, cemaat hukuksuzluğun daniskasını yapmış gibi orda, ama niye yapmış açıklamıyor ama görünen o ki , 28 şubat zihniyetini tasfiye etmeden ülkeye huzur gelmez diye düşündü galiba türkan saylanlar falan o yüzden yoksa bunların pkk li misyonerlik ile alakaları olduğunu düşünmüyorum. Habletmitoğlu köstebek kitabı var , adam 2002 de ev imamlarına kadar herkes hapse atılmasını savunuyor ilticalarla mücadele diyor diğer tarikatlara da aynısı yapılmalı diyor böyle tipler geneli. Ama ahmet şık tabiki de böyle değil, ali tatar demişsin o da ülkücü görüşü nasıldir bilmem, bu ergenekon balyoz da şuanki fetö ihbarları gibi kemalistlerin başka kemalistleri ihbar ettiği de olmuş fırsat bu fırsat diye. ilker başbug ismail hakkı pekinlere falan çok kızarlar mesele.
Cemaatin 15 temmuz darbe mevzuna gelirsek, sen ilk beyanlar doğrudur diyorsun ama ilk beyan asıl işkence ile alınan beyan, ayrıca not var falan diyorsun ya yoksa, yani bu deliller bana saçma geldi, şuan çıkan itiraflar var ama işkence olmadan darbeden 5 ay sonra tutuklanan bir asker sorumlusu mesele beyan veriyor bunlara diyecek bişi yok cemaat bu işe karışmış, ama ilk beyanlara bakılmaz bence, türksattaki askerin ifadesi falanda uydurma haberde olur ne var yani. Gülen ilk dakika tepkileri ve sonraki suskunluğu bende şüphe uyandırmıştı, adil öksüz görüntüleri çıkarken kimsenin tanımayız diyemeyişi kemal batmazlar için vs. zaten gayet net deliller. ama bir ton ? de var, büyük ihtimal hulusi akar işin içindeydi topyekün olcakken bunlar geri çekilde benim kanatim o yönde, sana şunu söyleyim darbe mit ihbarı ile ögrenince ne yapacaklarını bilememe gibi bir durum olmaz, bu ülkenin natoya girdiğinden beri Rus destekli bir devrim ihtilal ya da darbe olursa ne yapması gerektiğini gösteren bir eylem planı vardır. Kaynak istersen 2012 darbeleri araştırma raporuna bak , yani bir darbe nasıl bastırılır bunun eylem planı var ne yapacakları her şey belli, hatta tatbikat bile yapmışlardır, komunist sol devrim olarak düşmanı belirlermişler aynısı da fetö çok rahat uygularlardı panik falan olmaz yani zaten 1971 de de yapıyorlar. 1962 de de uyguluyorlar gene.
I have noticed you don’t monetize your page, don’t waste your traffic, you can earn additional bucks every month with very good adsense alternative for websites like yours.
For more info search in google: blackhatworren’s strategies
Anlaşılmayacak yanı yok, baktım. Sn. Tayyar’ın havuzda söylediğini, biz yukarda özetle Samanyolu TV’de O.Ö. isimli cemaatten bir Prof. tarafından 2015 Eylül-Ekiminde söylendiğini, ancak Ergenekon’u da hazırlayan söylemleri bulunan Tayyar’ları o zaman pek ciddiye alıp izlemediğim gibi elimde içten istihbarat da olmadığından darbeye şaşırdığımı, netleştiremediğimi anlatmıştım. Çünkü o zaman cemaatle havuzun ortaklaşa oluşturduğu “Ordu’nun Kemalistlerden oluştuğu ve darbe için fırsat kolladığı” algısı vardı. Bence kalkışmayı önleyen de esasta yıllardır yaratılan bu algı oldu. Yukarıda söylediğimiz şaşkınlığımız bundan.
Hem gösterdiğiniz konuşmada Tayyar 1. kısımda darbeyi paralel yapının yapacağını söylüyor ve buna rağmen 1 kişi dışında bu mücadelenin dikkate alınmadığı, 2. kısımda da bunun doğrulandığı sipikerin eski beyanı karşılaştırmasıyla da 2 bölümde kısaca anlatılmış.
Sanırım iddianız: Bunlar darbeyi bilip tedbir almadan beklediklerine göre kendileri planlamış gibi sorumlu olmalılar iddiası. Bu ayrıntı ama darbenin nasıl ve kim tarafından, hangi amaçla yapıldığı gerçeğini değiştirmez, sadece Sn.Bilici’nin “ahmakça” dediği gibi darbecilerin askeri şurada tasfiye edilmeyi beklemek yerine kendilerinin erkenden harekete geçerek ön aldığını gösterir. Ki bu da darbecilere göre o zaman “ya başarırsak, denemeden anlaşılmaz,” düşüncesine el mahkum sahip olduklarını gösteriyor.
Yukardaki elyazılı komutan beyanı da bunu doğruluyor. Sizin sorumluluğa dayanak yaptığınız “bilindiği halde birşey yapılmayıp beklendiği, dolaylı suça ortak olunduğu” iddiasına gelince hukuken suç oluşabilmesi için sadece birşeyin olacağının bilinmesi yetmez, ne zaman, nerede, nasıl başlatılacağı-olacağının bilinmesi, yani ayrıca somut delillerin de olması gerekir. Çünkü hukukta sorumluluk insanlar kafalarının içindekini tahmin etmekle değil, onları eyleme döküp, ortaya koydukları fiilleri nedeniyle sorumlu tutulurlar.
Hem insanlar birşeyi düşünür ancak son anda vazgeçebilirler de, bunu erkenden ayyuka çıkarmak devlete güveni sarsıp, hukuk dışına da düşürebilir. Bu kez de o açıdan tersine paranoyalar doğar. Kaldı ki hatırladığım kadarıyla o zamanlar sanki halktan gelecekmiş gibi “böyle bir kalkışma durumunun doğabileceği, ancak ezilip geçileceğinin söylendiği” duyumları da basın yayında yer almış, yansıtılmıştı.
Burada o kalkışma aşamasında görevlendirmesini ıskalayıp MİT’e haber veren subayın açık beyanları sonrası, yeterince ciddiye alınmada bir tereddüt yaşandığı eğer olacaksa burada böyle bir kalkışma olduğunda nasıl önleneceğine dair önceden bir planlama yapılmadığından gecikmede bir ihmal olduğu, bunun da zayiatı artırdığı söylenebilir. Ki bu ayrıntıdır. Yani kalkışmanın anahatlarıyla kimlerce planlanıp, ne amaçla yapıldığı gerçeğini değiştirmez. Birbirini etkileyen pek çok neden ve sonuçların yarışması nedeniyle, sonuçlarının ağırlığı ve kalkışmanın tamamen tesadüfi gelişen olaylarla kimlerin işine ne oranda yaradığı ve yarayacağını önceden tüm ayrıntılarıyla tahmin edip ona göre önlem almak vs. artık çok farklı durumlardır.
Umarım bir parça anlatabilmişimdir.
Bu meşhur Gladio artığı algı konusunu eksik bırakmışız: Nasıl ki yaşayan Atatürk’ten habersiz, O’nu şekil olarak algılayan kendince “Atatürkçü” geçinenler eski alışkanlıkları gereği hiç gereksiz gürültü yaparak bunun aleyhlerine kullanılmasına gene kendileri ortam hazırlamış, sonra da sessiz ve derinden büyük oranda kontrolü kaybetmişler ve sonra bunu kimseye anlatamamışlar ise, yargıda da zamanın bakanı Moğultay’ın “elbette kendi adamlarımızı alacağız” esasen kuru gürültüden ibaret sözleri aynı “sessiz ve derinden” durumun yargıda da yaşanmasına sebep olmuştur. Yargıda yapılan son seçimlerde 14 bin hakimden “sol”un aldığı oy sanırım %5 gibi komik bir rakamdı. Geçenlerde bir hakim 1. sıralarda sınavı kazanıp defalarca denemesine (11 kez) rağmen işbirliğiyle yargıya alınmayan bir genç insanın anısını yayınlamıştı, okumaya değer: “Dersim’li Sisifos’un hikayesi” Yargıda en azından bu çeşitliliğin olmayışının cezasını bugün tüm toplum ödüyor. Bu bize evrensel standartların defalarca anlattığı ancak biz heva ve heveslerinin peşindeki Ortadoğuluların asla anlayamadığı “hiçbir kutsal DAVANIN adaletten şaşmak için yeterli bir gerekçe olamayacağını” bir kez daha anlatan sıradan bir örnek, umarız anlayanlar olur. Yazık…
22 ülkenin sınırlarını değiştirmek isteyenler Mısırda MKÖ’nü, TR’de Hizmeti engel görüyordu ve bu engel büyük ölçüde kalktı.
Yahudileri, siyonistleri de emellerine perde yapan Satanistler ( illimünati-zengin 2-3 aile vs, her neyse) son 1-2 asırda yaptıkları, bundan sonra da yapacaklarının teminatıdır. Peygamberleri öldürenlerin devamı bu zihniyete karşı tüm insanların uyanması gerek bence.
Diğer konular, ayrıntıda boğulmak, büyük resmi kaçırmak..
Arkadaşlar, psikolojide “sorunla yüzleşme aşamaları” vardır ve bu bir insan için gerçekten de zordur. Yani her kişinin değil ancak er kişilerin başa çıkabileceği süreçlerdir. Gerçi eninde sonunda kaçınılmaz olarak geçilir ama arada zaman boşa harcanır ve bu “makus talih” tarihi buralarda tekerrür eder de eder. Çünkü diğer yanda kolaycı “savunma mekanizmaları” da vardır. Sorunu yüklersin başkalarına rahatça kurtulursun. Suçlular da hep hazırdır, iç-dış, cins cins, boy boy komplo teorileri. Maalesef bu oyalama ve kullanımlarda esasen ülkesi ve insanlık için büyük işler yapabilecek çok nitelikli insanlarımızı da daha körpeyken iğfal edip tuhaf heveslerimiz uğruna sonsuzca harcayıp durulur. Sonra da Ortadoğu’da olduğu gibi kaçanlarımız kurtulur, kaçamayanlarımız kıyılara vurur veya sonsuz kutsal davalar uğruna birbirlerini tüketiler. Bakın Batı bu süreci 300-400 yıl önce aşmıştır, biz önümüzde bu deneyler olmasına rağmen suçu hep başkalarına yıkarak hala devam ediyoruz.
Bu toplumlar hasta toplumlardır, çünkü gerçeklikle bağ kopmuştur, tuhaf hayaller bir zaman sonra toplumun tamamına sirayet eder ve artık başka düşmanlara gerek olmaksızın birbirlerine yüklenirler. O hasta toplumların bir noktadan sonra artık ciddi olarak rehabilitasyona ihtiyaçları vardır, çünkü sağlam bir bakış açısıyla tekrar gerek iç-dış gerçeklik gerekse kendilik bilinç ve saygısını oturtmaları gerekir. Ve maalesef bizde sorun şu ki bu türden geniş perspektifte insan kıtlığımız var. Yani gene herkes kendi göbeğini kesmek zorunda, çünkü tabip görünenler de aynı hastalıktan muzdarip.
Bu komplo teorileri özellikle son onyıllardır kiminde “zındıka komitesi” kiminde “baronlar” kiminde bilmem ne bela olarak başlamıştı, şimdi, “Diriliş” “Abdulhamid” vs. diyerek iyice zıvanadan çıkarak devam ediyor. Bazı arkadaşlar (bu arda ben insan olan herkese arkadaş derim) ülke tımarhaneye döndü diyorlar ki haklılar ama tımarhanedeki herkes kendi payını öncelikle görmek şartıyla. Konuya dönersek herkes diğerini başkasının adamı olarak görmekte, eline silah almamış insanlar terörist ilan edilmekte, farklı düşünenler derhal “vatan haini” olarak damgalanıp linççi güruhların insafına bırakılmakta. Bunun derin kültürel temellerini soğuk savaşta dinin kullanımı olarak Saudi Prens itirafı bahsinde de yukarda özetle sunmuştuk.
O kadar ki cumhuriyetin kurucusu bile “Deccal” bazen “İngilizlerin adamı”; kurucu anlaşma Lozan “çok gizli maddeleri olan bir satış anlaşması” olarak elbirliğiyle garibanların bilinçaltına yerleştirilmiş, doğaldır ki kıt akıllılar da ha bire “yeni büyük oyunları” çözmekle uğraşıyor, akla hayale gelmeyecek yeni komplo teorileri üretmekle bu sürece devam ediyorlar.
Kimse düşünmüyor ki demokratik kültürün olduğu ülkelerde her türlü düşünce özgürce kendini ifade ederken kimse niçin ortak iyilik ve bir hizmet organı olarak devleti, oradan da dünyayı derinden fethetme derdine düşmüyor da Ortadoğu bu çıkmazda yaklaşık 200 yıldır artan hızla debeleniyor. Demokrasilerde kimse kimseyi terörist ve vatan haini ilan etmeden bu çoğulculuk nasıl sağlanıyor, onlarda niçin bu türden tuhaf teoriler kitlelerde karşılık bulmuyor, örneğin o iç dış baronlar, İllüminatörler, Gladiyatöörler vs. o ülkeleri niçin hiç karıştıramıyorlar da buralarda mezhepçilik bu kadar taban bulup, milyonların katline kadar varabiliyor? O tuhaf teorileri bilmiyorum, bilmek de istemiyorum ama gerçekten öyle olsa bile Batılılar ortak akıllarına güveniyor, sorgulamadan kimsenin peşine düşüp asker yazılmadıklarından yapılacak her bozgun ve fitne anında akamete uğruyor, çünkü onlar kişilerin değil, ilkelerin ve insan aklının peşinde oturmuş evrensel standartları var, o standartlarda o mihenk taşına vurulunca her türlü sahtelik, kullanım yerle yeksan oluyor.
Evet, epeyce zaman ve nesilleri kaybettik bari gelecek nesiller için bu soruları soralım ve kolaycı “Latinler de böyle, Hıristiyanlar da şöyle” vs. gibi kolay yanıtlarla yetinmeyelim derim. Ki yaşananlar belki bir amaca hizmet etsin arkadaşlar…
HİZMET HAREKETİNİ AKP ve RTE’nin kucağına YEM olarak atanlar, bu konuda henüz hiçbir KELAM etmiyorlar. TARAF Gazetesinde yayınlanan ve 2004 yılında MGK’da imzalanan HİZMETİ BİTİRME PLANI BELGESİ yayımlandıktan sonra ZAMAN GAZETESİNDE hiçbir şekilde HİZMET Mensuplarını İKNA edici HİÇBİR YORUM-YAZI-AÇIKLAMA yazılmaması, bu işin MAŞA AKTÖRLERİ içinde ADİL ÖKSÜZ KEMAL BATMAZ benzeri çok kişilerin varlığını gösteriyor. Hele 2004 yılında HİZMET HAREKETİNİ BİTİRME konusunda AKP ve ERDOĞAN eliyle işlerin YÜRÜTÜLECEĞİNİ Bilenler, Cemaati bu konuda BİR KELİME BİLE UYARIDA bulunmamışlardır. BU UYUTUCU TAVIR, ÇOK BÜYÜK VEBAL Gerektirmektedir.
“Gerçeklerin bir gün ortaya çıkması gibi kötü huyu vardır!” hükmünce, elbette ÖTEDE BU ÇİRKİNLİKLERE muhatab olmamak için VİCDANININ SESİNİ dinleyenler tarafından elbette belgeleriyle ifşa edilecektir. yaşım münasebetiyle ben o günleri göremeyebilirim. ama BÜYÜK HESAP GÜNÜ var. BİLE BİLE on binlerce MASUM HİZMET mensubunun MADDİ ve MANEVİ HUKUKUNU çiğneyen, çiğnenmesine SEBEB olan, ZALİMİN KUCAĞINA Atan Bu Tür KİŞİLERE HAKKIMI ASLA HELAL ETMİYORUM! Öyle içeriğinin ne olduğunu TAM Açıklamayıp, “SİYASETE GİRMEMİZ HATAYDI!” kestirmesiyle ASIL SORUMLULUĞU üzerinden atamazlar.
“HİZMET OLSUN da nereden ve nasıl gelirse gelsin!” ŞEYTANİ mantıkla ALLAH’IN DİNİNE HİZMET edilmeyeceğini görmek için böyle FELAKET mi Yaşanması gerekiyordu ALLAH AŞKINA!
“HE, Cemaatin başına gelenlerden ve yaşanılanlardan geceleri hiç uyuyamıyor, ÇOK DERTLİDİR, ÇOK IZDIRAP çekiyor” vs vs bilmem nelerle işin sorumlusu olanlar KENARA kaçıp kendilerini TEMİZE çekemezler! Eğer HE yapılan YANLIŞLIKLARDAN HABERDAR ise ve bile bile yanlış yapanlara göz yummuşsa, çektikleri az bile kalır!
“Efendim HE, yıllar önce Cami konuşmalarında bugün olacakları bir bir anlatmıştı, şöyle açıklamıştı, böyle uyarıda bulunmuştu!” deyip, kimse kendini aklayıp-paklayamaz. ALLAH’IN DAVASI MEŞRU ise, o MEŞRU YOLDA yürümek te, MEŞRU vasıta ve VESİLELER ile olur! HARAM ve ŞEYTANİ araçlarla ALLAH’IN DİN Ü DAVASINA müsbet bir HİZMET ASLA olamaz! OLAMIYACAĞINI da, ALLAH cc. TİYATRO DARBE ile tüm Aleme göstermiş oldu.
Al-i İmran suresi 26ncı ayetindeki “KULİLLAHÜME MÂLİKEL MÜLKİ..” hükmünü ZORLAMANIN TOKATINI bize yedirmektedir, Yüce ALLAH cc. ALLAH’IN kendi İradesiyle meşru yollardan vermediğini elde etmeye çalışmak, BİR TÜR GASB’dır, HIRSIZLAMAKTIR, HAKSIZLIKTIR, ZALİMLİKTİR. Zalimliğin ne demek olduğunu, KUR’ANDA zikredilen ZALİMLE-ZULÜMLE alakalı 98 AYETE Bakılınca, buradaki iddiamın boş olmadığı görülecektir.
SÖZÜN ÖZÜ: HİZMET HAREKETİ CEMAATİ, bu yaşananları ALLAH TARAFINDAN HAK ETMİŞTİR. ALLAH da ERDOĞAN ZALİMİ eliyle 15 Temmuz Darbesiyle TOKATLAMAKTADIR.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Turgut Özal Adnan Kahveci gibi vatan evlatlarının katilleri bulununca Masumlar kurtuluşa erecek İnşaallah…
Tüm geçmişlerimize ve Abdülkadir Geylani Hz. İçin 1 Fatiha 11 İhlas okuyarak Rabbimizden İstiyoruz…
https://mfatihgezer.wordpress.com/2018/03/25/114/
Comments are closed.